Huskalı Deli Esma destanı (1)

Çarşıyı taze ekmek kokusu sarmıştı. Fırıncı Şakir, oğlu Salim’in fırından çıkardığı ekmekleri raflara dizdi. Alnından akan terleri elinin tersi ile sildi. Sabahın erken saatleri olmasına karşın hava oldukça sıcaktı. Kapının önüne çıktı.

-Salim, oğlum koş bana Hacı’nın kahvesinden bir çay al da gel.

-Hemen baba. 

-Kendine de al.

Kapı önündeki ağaç iskemleye oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Arka cebinden çıkardığı tabakasından oldukça kalın bir sigara sardı. Muhtar çakmağı ile yaktı. Sigarasından çekmesiyle öksürmesi bir oldu.

-Ulan Şakir, bırakamadın şu tütünü… Bunu icat edene ne demeli bilmem ki. 

Kahveci Hacı üç çay ile geldi. Selam verdi.

-Dedim ki, kahvede kimse yok, gideyim şu Şakir ile karşılıklı çay içelim.

-İyi ettin hele gel otur. Oğlum koş bir iskemle al emmine.

Karşılıklı oturdular. Çarşıda henüz kimseler yoktu. Burhan ustanın hanındaki eşeğin anırması sessizliği bozdu.

-Şu Burhan ustanın eşeği de çok geveze. Sabah anırır, öğlen anırır, gece bile anırıyor, dedi fırıncı Şakir.

-Mal sahibine benzer.

Karşılıklı bir süre konuşmadan çaylarını içtiler. Çapulacı Hüseyin de dükkanını açmaya gidiyordu. Yanlarından geçerken “selam” verdi. 

-Gel otur Çapulacı, bir çayımı iç de öyle gidersin. 

-Sağol Şakir usta. Yamanacak çok lastik var dükkanda. Epeyce arttı. Sahiplerini bekletmeyeyim.

-Kolay gelsin.

Çay bardağını yavaşça yere koydu. 

-Görüyor musun Hacı şu güzelim kasabayı Ruslar ve Ermeniler ne hale getirdi.

-Görüyorum Şakir usta, görüyorum. Birkaç binanın dışında sağlam bina kalmadı. Şerefsizler camiyi bile ahıra çevirdiler.

-Düşmanı yurt topraklarından temizledik ama ne elde var ne de avuçta.

-Olsun biz aç dururuz ama vatansız duramayız. Başımızda koskocaman bir paşa var.

-Var olmasına var da hangimizin derdine derman olacak. Şerefsiz Ermeniler neredeyse taş taş üstünde bırakmadılar. Duyduğuma göre Rus ve Ermeniler yüzünden baba ocağını terk edenler dönüyorlarmış.

-Dönüyorlar.

-Paşamız yapacağını yaptı, bizlerin yapacak çok işi var. Kaymakam Bey, köy muhtarlarını çağırmış. Köylerde kalan nüfusu istemiş muhtarlardan. Sadece kasabamız değil, köyleri de yakıp yıkmışlar.

-Öyle.

Kahveci Hacı tam kalkacaktı ki, köprüye yukarı yaşlı bir adamla yanında bir kadınla geldiğini gördü. Dikkatlice baktı. Yaşlı adam yürümüyor, ayaklarını yerde sürütüyordu. Gözlerini gelen o iki kişiden ayırmıyordu. 

-Şakir usta şu gelen iki kişiye baksana. Ben bunları tanıyacak oluyorum.

Şakir de dikkatli baktı. Gözlerinin içi parladı. 

-Tanımadın mı? Gelen o iki kişiden birinin adı Mehmet Çavuş, yanındaki karısı Hayriye hatun olsa gerek.

-Bunlar muhacirlikten dönüyorlar herhalde.

-Öyle.

-Karı-koca gittiler ama kızları… Ne idi adı?... Dilimin ucunda yahu…

-Huskalı Esma.

-Hay çok yaşayasın.

-Esma… Evet… Huskalı Deli Esma…

-Evet.

-Ama nerede olduğunu bilen yok. Bugün burada, yarın nerede Allah bilir.

-Türeyen eşkıyalar onun yüzünden kan ağlıyor.

-Göz açtırmıyormuş.

-Açtırmıyor.

Mehmet Çavuş, karısı Hayriye hatunla yaklaştı, “selam” verdi. O da karısı da çok halsiz kalmıştı, dizlerinde derman kalmamıştı. Fırıncı Şakir ile kahveci Hacı hemen ayağa kalktılar. Oturdukları iskemleleri verdiler. Mehmet Çavuş ve karısı bitkin bir durumda iskemlelere oturdular.

-Ben hemen çay getireyim, dedi kahveci Hacı.

-Çabuk ol Hacı. Hoş geldin Mehmet Çavuş, hoş geldin bacı.

“Hoş bulduk” dediler.

-Oğlum koş Yavuz Ahmet’ten yarım kilo helva al gel, çabuk ol.,

-Hemen gidiyorum baba.

-Mehmet Çavuş, belli ki uzun yoldan geliyorsunuz, hele gelin içeri, karnınızı doyurun.

İçeri girdiler. Taze ekmek kokusunu alan karı kocanın iştahı daha da arttı. İki ayaklı uzunca bir tahta iskemleye oturdular. Fırıncı Şakir, raftan aldığı mis gibi kokan ekmeği, eliyle kırdı, gelen helva ile birlikte önlerine koydu. Hacı da büyük bardakla getirdiği çayları bıraktı.

Mehmet Çavuş ve karısı hiç konuşmadan kısa süre içerisinde ekmeği bitirdiler helva ile birlikte. Fırıncı Şakir bir ekmek daha aldı, eliyle kırdı önlerine koydu. 

-Oğlum al bu bardakları hemen doldur da al gel.

Karınlarını güzelce doyuran Mehmet Çavuş’un yorgun ve bitkin halinden bir şey kalmamıştı. Kendine geldi. Fırıncı Şakir, tütün tabakasını uzattı. Kalınca bir sigara sardı. Derin derin çekti üfledi.

-Nasılsın Mehmet Çavuş?

-Sağol Şakir usta.

-Çok oldu buradan gideli, muhacirlikten döndün şükür. Neredeydin?

-Suşehri’nde.

-Peki nasıl geldiniz o kadar yolu?

-Yollar muhacirlerle dolu. Bizi görüp de acıyanlar öküz arabalarına aldılar. Yedirdiler. Aylardır yollardayız.

-Hoş geldiniz… Hoş geldiniz.

-Allah razı olsun. Elde avuçta bir şey yok. Hele bir köyümüze varalım, bakalım., biraz durakladı, ne hale gelmiş bu güzelim kasaba?

-Ruslar ve onlardan güç alarak şımaran Ermeniler taş üstünde taş bırakmadılar. Yaktılar, yıktılar. İnsanlarımızı öldürdüler. Bahçelerde meyve ağacı bırakmayıp kestiler. Camimize atlarını çektiler. 

-Her yer öyle Şakir usta, her yer öyle.

-Senin ve kızın sayesinde bana bir şey yapamadı Ermeniler. 

-Var mıdır kızımdan haber?

-Vardır Mehmet Çavuş vardır da…

-Ne oldu, merakta bırakma insanı?

-Nasıl söylesem? “Baltazar” diye bir çete türemiş, onlar da Ermenilerin yaptıklarından daha beterini yapıyorlar. Köyleri basıyorlar. Yoksulluk içerisinde adeta sürünen köylülerin elinde avucunda ne varsa alıyorlar. Kızları dağa kaldırıyorlar.

-Yol boyu anlattılar… Konuştuklarım, yeni çetelerden zar ağlıyor.

Konuşmaları dinleyen Hayriye hatun, kızı Esma’yı çok merak ediyordu.

-Şakir abi, Esma’mdan hiç haber alıyor musun?

-Alıyoruz Hayriye hatun, alıyoruz. Çete başı Baltazar’a kan kusturuyor.

-Nerededir?

-Az önce de söyledim, nerede olduğunu Allah’tan başka bilen yok.

-Sağ olmasına sağ.

-Tek başına nasıl baş ediyor? 

-Merak etme, devletimiz ona gereken yardımı yapıyor. O da yanına genç kızlardan oluşan bir ekip kurdu. Devletimiz mühimmat desteği veriyor.

-Ne hale geldik? dedi Mehmet Çavuş, ben bu vatana iki evladımı şehit verdim. Vatan toprakları düşman çizmelerinden temizlendi. Şimdi de yerli hainler türemiş. 

-Bunlar da düzelecek Mehmet Çavuş. Ankara her şeye hakim. Bu çeteler de bitecek. Bizim üzüldüğümüz canla başla çalışmak varken, can yakarak, ekmek peşinde koşanların olması.

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fırtına29
Fırtına29 - 2 yıl Önce

Yeni bir hikaye yeni bir heyecan yüreğine kalemine sağlık hg abi.

Gülben Aydın
Gülben Aydın - 2 yıl Önce

Kaleminize sağlık keyifle okuyorum inanın İbrahim Bey

Gülben Aydın
Gülben Aydın - 2 yıl Önce

O kadar içten ve sade bir dille yazılmış ki inanın okurken adeta o günü yaşadım, tebrik ediyorum, umarım kitap haline gelir yazdıklarınız.