Huskalı Deli Esma destanı (10)

Baltazar, sabah kalktığında Zermutlu Kürşat’ı göremeyince küplere bindi. Üç adamı Kadir, Hurşit ve Cemal, korkulu gözlerle onu takip ediyorlardı. Elinde tuttuğu baltası ile dağ evinin kapısına vuruyor, vuruyordu. Zaten zor ayakta durak kapı daha fazla dayanamayıp yıkıldı. Hırsını alamadı yere düşen kapıyı param parça etti. O sinirle üç adamına döndü:

-Beni dinleyin ulan kefereler, bu gece o Huskalı denen Deli Esma’yı almadan gelmeyeceğiz. Kaçan, korkan olursa bu baltayla param parça eder, kurda kuşa yem ederim.

-Yok ağam, olur mu öyle şey, sen nerede biz de oradayız. 

-Göreceğiz. Huskalı Deli Esma’yı canlı yakalayıp, bu balta ile parçalayacağım. Her bir parçasını bir yere atacağım. Durmayın, çay koyun.

Cemal hemen koştu. Dağ evinin eski püskü ocağını yaktı. Kara demliği kovadaki sudan doldurup ateşin üzerine koydu. Kadir ile Hurşit de tükenmekte olan azıklarından sofrayı kurdu. Kaynayan suya bir miktar çay atarak demlediler. Baltazar dağ evinin önünde bir sağa bir sola tur atıyor, yerinde duramıyordu.

-Ulan eksik etek, ulan ben seni param parça etmez miyim? 

Güneş Gavur Dağından bir boyunduruk yükselmişti. Sıcak bir gün olacağa benziyordu. Gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Gökyüzünün maviliği insanın içini rahatlatıyordu ama Baltazar’ın bunu görecek hali yoktu. Bu Zermutlu Kürşat, nasıl kaçtı da biz fark edemedik? Huskalı Deli Esma’ya konuştuklarımızı söylemiş midir? Yoksa doğruca jandarmaya mı gitmiştir? Gidemez, korkar benden. O korkusundan çoktan köyde soluğu almıştır. Hele şu eksik eteğin hesabını göreyim ona da Baltazar’ın yanından kaçmanın ne olduğunu göstereceğim.

-Ağam, sofra hazır, dedi Hurşit.

İçeri girdi. Kurulan sofraya bağdaş kurup oturdu. Baltasını yanına bıraktı. Cemal çayları doldurdu, birlikte yemeğe başladılar. Cemal, Hurşit ve Kadir yedikleri yemeğin midelerine mi gidiyor, sırtlarına mı anlamıyorlardı. Korku ta içlerine kadar işlemişti. Korka korka yiyorlardı. Ağızlarına aldıkları her lokma boğazlarında düğümleniyordu.

-Kuvvetli yiyin kefereler, Huskalı Deli Esma’yı yakalayıncaya kadar daha yemek içmek yok, dedi Baltazar.

-Yakalayacağız ağam.

-Ölmek var dönmek yok.

-Yok ağam.

-Haydi göreyim sizi.

Xxx

Çitikebir köyünde ise Gelincik Taşlarından doğan güneşle birlikte canlılık başlamıştı. Ruslardan ve Ermenilerden kurtardıkları hayvanları çobana katıyorlardı. Köyün içerisinde otlayacak ot kalmayınca Kankana Yaylası’nda sürüyordu hayvanları Çoban Salih.

Köyün meydanında ise sütbeyazı at ile Zermutlu Salih Beyin seyisi Murat vardı. Kimse ne olduğunu anlamadı. Çocuklar çevresini sarmıştı. Ne olduğunu anlamak için Yetim Ali, Murat’ın yanına geldi.

-Buyur evladım, hoş geldin.

-Hoş bulduk emmi?

-Sormak ayıp olmasın ama, kimsin, neren gelirsin, bu at ile kimi beklersin?

-Emmi, ben Zermut’tan geliyorum. Beyimi tanırsınız.

-Tanırım, tanımaz olur muyum Salih Beyi.

-Beyim, bu atı Huskalı Esma’ya gönderdi. Ona getirdim.

-Esma’ya mı?

-Evet emmi.

-Bekle yavrum ben kendisine haber vereyim, Ermeniler onların evini talan ettiler, bizde kalıyorlar. Ama ayakta durma yoldan geldin, buyur eve gidelim.

-Sağol emmi, atı teslim eder etmez hemen döneceğim.

-Peki yavrum, ben çağırayım Esma’yı.

Biraz sonra Esma, beraberinde babası, anası, Leyla, Yetim Ali ve karısı ile birlikte köyün meydanına geldiler. Sütbeyazı atı görünce hepsinin gözleri parladı. Atın güzelliği karşısında büyülendiler. Sütbeyazı atın üzerinde tek siyah bir nokta yoktu. Eyeri vurulmuş, dizginler ağzında, yere değen kuyruğu ile çok muhteşem görünüyordu. Yeleleri boynunun altını geçiyordu. Eyerdeki heybe ise tıklım tıklım doluydu.

Esma da atın güzelliğinden etkilendi. Yaklaşıp atı sevmeye başladı. At, sevildiğini anlayınca başını aşağı yukarı sallıyordu.

-Huskalı Esma benim, dedi.

-Beyim bu atı size gönderdi.

-Bana mı?

-Evet.

-Ne için?

-Yiğitler atsız olmaz. Huskalı Deli Esma’ya da Sütbeyaz yakışır dedi.

-Sütbeyaz mı adı?

-Evet.

-Bu kadar değerli ve güzel atı kabul edemem. Kaldı ki ben sizin kadar hizmetini yapamam. Onun için kabul edemem.

Yanındakiler şaşırdı. Esma’nın atı kabul etmemesi karşısında adeta şok olmuşlardı. Kimse bir şey söyleyemiyordu. Bu kadar güzel at kabul edilmez miydi?

-Beyim de öyle söyledi.

-Ne söyledi?

-Kabul etmeyecek dedi.

-Ya, bak sen şu işe. Madem kabul etmeyeceğimi biliyordu neden gönderdi?

-O kabul etmezse sen atın dizginlerini eline verip geriye döneceksin dedi.

-Bak sen.

-Beni at ile geri gönderirseniz köyden kovar abla. Bu at ona yoldaş olacak, bu at ona arkadaş olacak. Huskalı Esma neredeyse Sütbeyaz da orada olacak dedi.

-Salih Beyi çok iyi bilirim. Yardımseverdir ama böyle değerli bir atı ben dağda belde nasıl dolandırırım?

-Heybe akide ile dolu abla. Yola çıkmadan üç tane yedireceksiniz. Eğer binmiyorsanız dizginlerini elinizde tutmanıza gerek yok. Siz nereye o da arkanızdan gelecektir. 

-Kırda, bayırda, patika, cılga yolda da mı?

-Evet.

-O yolları Sütbeyaz çok rahatlıkla geçen bir attır. Eşinirse tehlike var demektir. Şaha kalkarsa savaşa hazırdır. Sakin görünür ama düşman karşısında Alaman beşlisi gibi çifteleri vardır.

-Bak bak bak.

Huskalı Deli Esma babasına döndü:

-Ne dersin Mehmet Çavuş babam?

-Sana da böyle bir at yakışır kızım.

-Öyle mi dersin?

-Evet.

-Ali emmi?

-Salih Beyin hediyesini kabul etmemek olmaz kızım.

-Peki. Madem öyle kabul edelim. Uzun zaman oldu ata binmedim. 

-Buyur abla, dizginleri uzattı Seyis Murat.

Murat’ın elinden dizginleri aldı.

-Salih Beye çok selamımı söyle. Şu Baltazar eşkıyasını yakaladıktan sonra teşekkür için ziyaretine geleceğim. Ha az kalsın unutuyordum. Sizin köyden Kürşat ile karşılaştın mı yolda gelirken?

-Karşılaştım abla, ben köyden çıkıyorken o da köye giriyordu.

-Gördün mü baba, ben ne dedim size, Zermutlu Kürşat’ın hangi saatte nerede olacağını Allah’tan başkası bilen olmaz. 

-Sabah kalktık odasında yoktu. Gece mi gitti, sabah alacakaranlığında mı gitti, hiç haberimiz olmadı.

-Tamam Seyis, bir çayımızı iç ondan sonra gidersin.

-Yok Esma abla, çok sağ olun. Teslim eder etmez dön dedi bana beyim.

-Git o zaman selametle. Çok selam söyle.

-Baş üstüne.

Esma, atın eyerindeki şeker dolu heybeyi indirdi. Üç tane akide şeker aldı. Teker teker yedirdi Sütbeyaz’a. 

-Leyla sen heybeyi eve götür ben Sütbeyaz ile şöyle Karacalar’a doğru gidip geleyim.

Dizginleri eline aldı. Heybeden aldığı üç akide şekeri cebine koydu. Caminin altından Karacalar’a doğru giden yola gelince bindi. Yavaş yavaş gitmeye başladı. Bahçeleri geçince “deh” dedi. Sütbeyaz tırısa kalktı. Kaderahtı Deresini geçince de biz kez daha “deh” der demez, Sütbeyaz dörtnala koşmaya başladı. Atın üzerinde ilk anda durmakta zorlanan Esma, kısa zamanda zorluğu yenerek eski günlerdeki gibi rahatladı. Filerin Deresinden Orta Mahalleye su getiren arklara kadar hiç durmadı. Arklara gelince dizginleri çekti. Attan indi. Cebinden çıkardığı akideleri birer birer yedirdi. Dizginleri bıraktı, yürümeye başladı. Sütbeyaz da onu takip etti. 

(Devamı var)

YORUM EKLE