Mehmet Çavuş ve karısı Hayriye’nin muhacirlikten döndüğünü duyan köylüler çoluk çocuk evlerine gelmeyi sürdürüyorlardı. Köyde yaşlı erkenler, çocuklar ve kadınlardan başka kimse yoktu. Köyün gençleri vatanın kurtuluşu için silahlı kuvvetlere katılmış, çokları şehit olmuştu. Dönenler ise ya bacağından ya kolundan ya da vücudunun herhangi bir organından yaralanmış, gazi olmuşlardı. Bekar genç kız hemen hemen yok gibiydi. Soysuz Ermenilerden kurtulan kurtulmuş, diğerleri ise Huskalı Deli Esma’ya katılmışlardı.
Mehmet Çavuş, muhacirliğe giderken sağlam bıraktığı evinin kapı ve pencereleri kırılmış zaten az olan ev eşyaları tarumar edilmişti. Evin ne kapısı vardı ne de penceresi. Gözleri dolu dolu oldu. Ne emekle yapmıştı evini. Evine Ermeniler hayvanlarını bağlamış evin için hayvan dışkısı ile doluydu.
-Mehmet Çavuş, dedi Yetim Ali, yanlış anlama da sana bir şey söyleyeceğim ama kabul edeceksin. Yok dersen hem üzülürüm hem de küserim.
-Söyle Yetim Ali.
-Evini hep birlikte eski halinden daha iyi yaparız ama tamamlanıncaya kadar bizde kalacaksın. Bilirsin benim ev müsaittir.
-Bilirim.
-Yok deme sakın.
-Bu durumda yok diyecek halim yok da…
-Da’sı ne ola ki? Ben de evde bir Köroğlu bir Ayvaz kalıyoruz. Bizim de kimim kimsemiz yok. Bir kızım kalmıştı o da senin kızınla beraber.
-Olsun Yetim Ali.
-Oh, hele şükür. Yok diyeceksin diye o kadar korktum ki.
-Yok diyecek hal mi kaldı bu evde. Ne hale getirmişler. Kırıp döktükleri yetmiyormuş gibi evi ahıra çevirmişler.
-Sadece senin ev değil Mehmet Çavuş, senin ev gibi çok ev var.
-Soysuzlar.
-Hem de ne soysuzlar.
Hayriye hatun ise ağlıyor ağlıyordu. Köylü kadınlar onu teselli etmeye çalışıyorlardı. İki oğlu ve kızı Esma’yı bu evde doğurmuş, bu evde büyütmüştü. Kocasına amelelik yapmış, taş taşımız, topraktan çamur harç yapmıştı.
-Haydi, dedi Yetim Ali, bize gidelim. Yoldan geldiniz. Hayriye bacım da yorulmuştur. Yarından tezi yok, evini yeniden onarmaya başlarız. Tamamlandığında da taşınırsınız.
Kalktılar. Eşeğin yularını eline aldı. Hayvanın yükü hala sırtındaydı. Köyün meydanına çıktılar. Muhtarların ve Hocalların bahçelerine baktı. Muhacirliğe giderken her çeşit meyve ağacının bulunduğu bahçelerden eser yoktu. Hepsi kesilmişti. “Şerefsizler” dedi içinden.
-Üzme kendini Mehmet Çavuş, yeniden dikeriz, yeniden yetiştiririz. Baksana Devlet, bağını, bahçesini, bostanını, tarlasını eken-biçene faizsiz para veriyor. Bizimkiler de gittiler paralarını almağa. Ben de yarın gideceğim. Önce alacakların adlarını yazıyor banka. Üç lira çok para.
-Çok para.
-Çok.
Yetim Ali’nin yardımı ile eşeğin yükünü söktüler. Mehmet Çavuş ve karısının kalacağı odaya taşıdılar.
-Eşek kimin Mehmet Çavuş?
-Benim.
-Senin mi?
-Evet.
-İyi bir hayvana benziyor, nereden buldun bu kadar parayı?
-Fırıncı Şakir’i tanırsın.
-Tanırım.
-O aldı, bana “senin” dedi.
-İyi adammış.
-Her hafta odun getir bana dedi.
-Öyle mi ödeyeceksin parasını?
-Yok. Götürdüğüm odunların parasını verecek.
-Yapılan iyilikleri unutmaz fırıncı Şakir. Kızınla az nöbet tutmadın fırınında.
-Onlar eskide kaldı Yetim Ali.
-Hadi gel girelim içeri. Gülsüm hatun bize güzel bir çay demlesin karşılıklı içelim.
-Olur.
Xxx
Suda Boğazı Tilki Cemil ile Kirpi Cevdet ve eşkıyalar tarafından tutulmuştu. Boğaza çıkan her yola adamları yerleştirdiler. Tilki Cemil ile Kirpi Cevdet küçük meydanlık alanda sağa sola geziniyor, adamlara sıkı sıkı tembihliyorlardı.
Akşam yakındı. Huskalı Deli Esma ile diğer kızlar başlarına geçirdikleri berelerden sadece gözleri görünüyordu. Suda Boğazına yakın durdular. Yere çömeldiler. Esma, eline aldığı çalı ile meydanın haritasını çizdi.
-Biliyorsunuz, bu boğaza dört yol çıkıyor. Dört yolun biri giriş yolu. Giriş yolunda Leyla ile Çeşminaz, Manastır köyüne giden yolda Şükriye ile Cemile, Fidigar’a giden yolda Necmiye ile Emine pusuya yatacak. Geldiğimiz yolu benimle Neriman tutacağız. Yolu kesen eşkıyalar boğaza doğru yürümedikçe kimse yerinden ayrılmayacak. Büyük ihtimalle Tilki Cemil ile Kirpi Cevdet boğazın açık alanında olacaklar. Şimdi herkes kendi yerinde pusuya yatsın. Eşkıyalar çoktan yolu kesmişlerdir. Siz siz olun ayağınız çalıya değmesin, ses çıkartmayın. Haydi göreyim sizi. Bunu başardık mı Baltazar’ın dalını budağını kesmiş olacağız. Köylüleri boğazdaki alana topladıktan sonra dört yolu tutan eşkıyalar da alana doğru yürüyecekler. İşte bu sırada ortaya çıkıp sırtlarına silahlarınızı dayayıp ellerindeki silahları alacaksınız. Sakın ola ki hata yapmayın, dikkatli olun. Ufak bir gafletiniz onların galip gelmesini sağlar. Herkes yerine.
Askerler eşliğinde yola çıkan otuz kadar köylü Suda Boğazı’na yaklaşmışlardı. Kimse konuşmuyor, kimsenin ağzını bıçak açmıyor, olacakları düşünüyorlardı. Askerler Boğaza yaklaşık yüz metre kala durdular. Konuşulduğu gibi köylüler yürümeyi sürdürdü. Alana girdiklerinde Kirpi Cemil ve Tilki Cevdet ile karşılaştılar.
-Gelin kurbanlık koyunlar gelin. Şimdi sizin ceplerinizde tomar tomar paralar vardır, dedi Tilki Cemil. Adamlarının elleri havada silahsız alana girdiklerini görünce bir anda neye uğradıklarını şaşırdılar.
-Kimse kıpırdamasın, dedi gür bir sesle Huskalı Deli Esma, silahlarınızı yavaşça yere bırakın.
Havaya bir el ateş etti. Askerler koşar adımla alana geldiler. Silahları topladılar. Eşkıyaların ellerini bağladılar.
-Onbaşım, silah ve armalar sizin. Biz köylülerimizle ilgileniriz. Bu eşkıya bozuntularını da alın. Devletimiz onlara hak ettiği cezayı verecektir.
-Sağol Esma abla.
-Askerimiz sağ olsun, devletimiz var olsun. Kalın sağlıcakla. Yüzbaşıma selam söyleyin. Bir emri varsa başımız gözümüz üzerine.
-Size bir müjdem var, dedi Onbaşı Kemal.
-Hemen söyle.
-Anan ile baban muhacirlikten geldi. Şu anda köydeler.
-Deme.
-Evet.
-Duydunuz mu kızlar. Durmayalım.
-Tedbirli oldun, dedi Onbaşı, adamlarının yakalandığını duyan Baltazar boş durmayacaktır.
-Onu bize bırakın. Adamı bile kalmadı, üç-beş çapulcunun dışında. Haydi gidin güle güle.
Xxx
On eşkıyanın Huskalı Deli Esma tarafından yakalanıp askerlere teslim ettiği haberi kısa sürede kasaba ve köylerine yayıldı. Eşkıyaların kasabaya gelişleri dar gözle bekleniyordu. Kasabada evler boşalmış, çoluk çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek hep sokaktaydı. Kaymakam Veysel, Karakol Komutanı Yüzbaşı Eşref, dairelerde çalışan devlet memurları işlerini güçlerini bırakmış eşkıyaları bekliyordu.
Kasabaya bugün güneş bir başka doğuyordu. Kastel Kalesi ile onun tam karşısındaki Ardasa Kalesi de yönünü Çit Deresine çevirmiş gibiydi. Her iki kalede dalgalanan Türk Bayrağı bu sabah bir başka dalgalanıyordu. Zermutlu davulcu İsmail ile zurnacı Tevfik bugün bir başka çalıyorlardı. İsmail davulu ile kasabanın toprak ve çakıllı caddesinde kendi çevresinde dönüp duruyordu. Kahveci Hacı, en bereketli gününü yaşıyordu. Çay vermeye yetişemiyordu. Kaymakam Veysel ile Yüzbaşı Eşref, davulcuyu büyük bir merakla izliyorlardı. Kaymakam Veysel, oturduğu yerden ayağa kalktı. Davulcu İsmail’e dur işareti yaptı.
-Arkadaşlar, gelen bu eşkıya bozuntularına karşı kimse saldırmasın. Sizlere güvendiğimiz için dağılmanızı söylemiyorum. Devletimiz onlara gereken cezanın en ağırını verecektir. Sakın ola ki saldırmayın.
(Devamı var)