Huskalı Deli Esma destanı (8)

Çitikebir köyünde ise ayrı bir sevinç vardı. Köy esaretten yeni kurtulmuş gibi kemençe eşliğinde yaşlısı, genci, çoluk çocuk, kadın erkek el ele tutuşup durmaksızın horon tepiyorlardı. Huskalı Esma’nın, Baltazar’ın on adamını yakalayıp askere teslim etmesi haberi gözlerine uyku getirmiyordu. Meydanda sofralar kuruldu, her ev kendi pişirdiği yemekleri alıp geldi, yemeklerini birlikte yediler. Yemeklerden sonra çaylar demlendi, ayranlar hazırlandı. Çay içmek isteyenler çay, ayran içmek isteyenler ayran içti. 

Ay, bu gece onlar için ayrı doğmuştu sanki. Gelincik Taşlarından yükseldikçe köylülerin yüzü daha iyi aydınlanıyordu. Esma’nın hasretini çeken Mehmet Çavuş ve karısı Hayriye ayrı bir sevinç ayrı bir mutluluk içerisindeydi. Kemençeci Haşliyalı Veysel saatlerdir kemençe çaldığı halde hiç yorulmuyordu. Hacı Ahmet ile Mıcık Mustafa, Rumlardan öğrendiği Rumca türküleri karşılıklı söylüyorlardı. 

Yetim Ali ve karısı Gülsüm’de de aynı heyecan vardı. Onlar da aylardır kızları Leyla’yı görmemişlerdi. Acaba o da Esma ile birlikte gelecek miydi? Onların da gözlerine uyku girmiyordu. 

Saatler ilerledi ay battı. Sabah olmak üzereydi. Esirahdos’ta atılan silah sesleri Gelincik Taşlarında öyle bir yankılandı ki uyuyanlar uyandı, uyumayanlar ise gözlerini silah seslerinin geldiği yöne çevirdiler. Herkesi hem korku hem de heyecan sardı. Silahları eşkıyalar mı attı, yoksa Huskalı Deli Esma ile Yetim Ali’nin kızı Leyla mı? Eşkıyalar ise gizlenmek gerekiyordu. Beklediler. Sessizlik hat safhadaydı. Öyle sessizlik vardı ki karşı köy Çitisagir’de haylayan köpeklerin sesi duyuluyordu. Yetim Ali, köy meydanına inen yola doğru yürüdü. Sabahın alacakaranlığında gelen iki kişiyi fark etti. Gelenler biraz daha yaklaşınca içi rahatladı. Aynı rahatlıkla, suskun ve korku içerisindeki köylülere dönerek:

-Gelenler eşkıya değil. Bunlar bizimkiler. Esma ile Leyla. 

Köylüler derin bir “oh” çekti. Herkes yaklaşan iki kişiyi görmek için Yetim Ali’nin yanına koştu. 

-Leyla bunlar bizi bekliyorlar, dedi Huskalı Deli Esma.

-Öyle abla.

-Uyumadılar.

-Uyumadılar.

Mehmet Çavuş, karısı, Yetim Ali’nin karısı Gülsüm, yürüyerek bekleyenlerin önüne geçtiler. Esma ve Leyla koşarak önce analarına daha sonra da babalarına sarıldılar. Uzun süre sarılı durdular. Esma ve Leyla’ya sarılan sarılanaydı. Kutlu Temel, babasından yadigar kalan Alaman Beşlisi ile köyün karşısındaki kayalıklara durmadan ateş ediyordu. Silah sesleri köyden köye yankılanıyordu. Kolay değil Huskalı Deli Esma köyüne döndü. Huskalı Deli Esma bir kahraman, bir cengaver. Kolay mı Baltazar’ın on adamını bir damla kan akıtmadan yakalamak? Bunu yapsa yapsa ancak Huskalı Deli Esma yapar. O, sadece kendi köyünde değil bütün köylerde bir kahramandı. Çitisagir köyünden Torosun Cemal, Kutlu Temel’in Alaman Beşlisine, mavzerle cevap veriyordu. Bir Kutlu Temel atıyor bir Çitisagir köyünden Torosun Cemal.

Gün aydınlanmış, uykusuzluk günün ağarması ile kaybolmuştu köylülerde. Yetim Ali, iri yarı koçunu Hacı Ahmet ve Mıcık Mustafa ile bahçeye götürdü. Kofosların Osman, karısı Ayşe ile evden büyük kulplu kazanı getirdiler. İki düzgün taş bulup yan yana koydular. Ateş yakıldı. Kesilen koç kavurmalık şekilde kazana konuldu. Kürdalinin Sabri, karısı Feride ile getirdikleri kazana buğday yarması döküp altını yaktılar. Kazanın birinde et diğerin de ise pilav pişiyordu. Köylülerin midesi bayram edecekti. Yere kıldan örülü kilimler serildi, sofralar kuruldu. Çavuş Emmi karısı ile iki baş ekmek alıp evden getirdi. Dilimleyerek kurulan sofralara koydular. Evlerden getirilen şimşir kaşıklar da sofralara eşit şekilde dağıtıldı.

Mehmet Çavuş ile karısı Hayriye yıllardır görmedikleri kızları Esma’yı aralarına almış, sarmaş dolaş olmuşlardı. Her ikisinin de sevinçten gözleri dolu doluydu. Köylülerden “Huskalı Deli Esma” ile ün salmış Esma’yı ilk kez görenler vardı. Merakla Esma’ya bakıyorlardı. Beline kadar inen örgülü saçları başına taktığı bereden sarkıyordu. Siyah kaşları, siyah gözleri insanı büyülüyordu. Cüsseli vücudu yanı sıra çok da güzeldi. Bir kolu anasının bir kolu da babasının omuzundaydı. Sırtındaki sadağını çıkarıp yanına koydu. Mavzerini de uzattı. 

-Nasılsın kızım? 

-İyiyim baba.

-Baltazar eşkıyasının on adamını yakalayıp askere teslim etmişsiniz.

-Evet baba.

-Büyük başarı sağladınız benim güzel kızım.

-Daha bitmedi baba. Baltazar’ı yakalamadan bu iş bitmez.

-Zamanı gelince onu da yakalarsınız kızım.

-Bırak onu da devlet yakalasın.

-Devlet kim ana? Devlet biziz, biz olmadan devlet olmaz. Hangi birisiyle uğraşsın devlet? Her yer eşkıya kaynıyor. 

-Doğru kızım, bizim geldiğimiz yerde de eşkıyalar türemiş, dedi babası.

-Hepsi bitecek baba. Baltazar’ı mutlaka yakalayacağım, o nedenle beni hiç merak etmeyin.

-Kaç kişisiniz?

-Hepimiz on cengaveriz.

-Neredeler?

-Köylerine gittiler. Yarın akşam konuştuğumuz yerde yeniden toplanacağız.

- Ne? Yarın gidecek misin?

-Gideceğim ana. Baltazar’ı kaldığı dağ evinde canlı yakalamak zorundayız. Yoksa kendine adam bulup yeniden güçlenebilir.

Getirilen yemek kaplarına önce bulgur pilavı, onun üzerine de kavurma koyuldu. Yıllardır et yemeyen köylüler iştahla yediler. Mideleri bayram etti. Bazı çocuklar etin ne olduğunu ilk kez tattı. Çaylar demlendi. 

Xxx

Tilki Cemil, Kirpi Cevdet ve diğer eşkıyalar askerlerin nezaretinde tozlu ve çakıllı Ardasa’dan geçen İpek Yolu onları adım adım cezaevine kim bilir belki de ölüme götürüyordu. Çok can yakmışlar, nice masumun kanına girmişler, genç kızları henüz gelinlik çağında dağa kaldırmışlardı. Çit Deresi köylerine kabus olmuşlardı. Sıra halinde tozlu ve çakıllı caddede asker nezaretinde ilerliyorlardı. 

Hacı’nın kahvehanesinin önü ana-baba günüydü. Kasabada yaşayanlar hep bir ağızdan “yuh” çekiyordu.

-Asın bunları.

-Sorgusuz sualsiz asın.

-Asın.

-Asılacaklar.

-Tilki Cemil, gencecik yavruma nasıl kıydın?

-Hesabını verecek.

-Verecek.

-Karımın başına silahının dipçiği ile nasıl vurdun it soyu?

-İt bile bunlardan merhametlidir.

-Dağda aslan şehirde kedi olur bunlar.

-Kediye kurban olsunlar.

-Yağlı ilmikler geçecek boğazınıza.

-Paşam affetmez bu it soysuzlarını.

-Affetmez.

-O paşaların paşasıdır.

-Adamın hası.

-Hası.

Kalabalığın konuştukça kininin arttığını gören Kaymakam Veysel:

-Beni dinleyin arkadaşlar.

-Bize verin asalım kaymakamım.

-Bize verin.

-Asalım.

-Asalım.

Asker sayısının az oluşu kalabalığın cesaretinin artmasına neden oluyordu.

-Arkadaşlar, diye bir daha seslendi Kaymakam Veysel, bakın sizinle ne konuştuk. Tepkinizi göstermekte haklısınız. Çoğunuzun canını yakmışlardır. Ama bakın Huskalı Deli Esma bile tek kurşun sıkmadan bize teslim etti bunları. Ondan örnek alın.

-Huskalı Deli Esma bir kahraman.

-Kahramanların kahramanı.

-Yaşasın Huskalı Deli Esma.

-Yaşasın.

-Tamam… Sizler de sakin olun, yolu açın. 

Kalabalık, kaymakamı dinleyerek yollu açtı. Önde Karakol Komutanı Yüzbaşı Eşref, arkasında tek sıra halinde dizili eşkıyalar asker nezaretinde, kasabanın iki yakasını birbirine bağlayan kemer köprüyü geçip hükümet konağına geldiler. Kalabalık da onları takip etti. “Asalım, asalım” sesleri Ardasa Kalesinin kayalıklarında yankılanıyordu.  

(Devamı var)

YORUM EKLE