Küçük köyler vardır. İlkokulda resmini gördüğümüz köy resimlerine benzerler. Şu önünden dere akan evler üzeri meyve dolu ağaçlar, elinde topaçı ile çocuklar olurdu. Oraya bakarken özlemini çektiğimiz bir hayata hasret ile bakardık. Ben işte, isim, ünvan, memleket çok da önemli değil. İlkokul öğretmenimin anlattığı o güzel köylere hasret o şırıl şırıl akan derelere susamış biriyim. O köylerin ağaçları daha yeşil meyveleri daha lezzetliydi sanki. Orada çocuklar oyuncaklarıyla değil tahtayla, çamurla, dere ile oynarlardı. Oyun kurmak hep en büyüklerinin göreviydi. Sabahtan başlayan oyunlar akşama kadar sürerdi. Yemek yemek sadece saçları örgülü, elleri kınalı küçük kızların bezden bebeklerini yedirdiklerinde akıllarına gelirdi. Bebekleri yedirmek için dil döken bu dilleri tatlı kızlar, bebekleri yedirdikçe mutlu olurlardı. Birbirlerine misafirliğe giden ayakları minik, gönülleri kocaman annelerin elleri de hiç boş durmazdı. Annelerinden gördükleri elişi ve dokumaları adeta ciddi bir mesele gibi görür ve o titizlikle yapmaya çalışırlardı. İnce uzun çubuklar ve eski kıyafetlerin ipleri ile lifler kazaklar örerlerdi. Artık kullanılmayan bir iki kap kacak ile türlü otlar ve çiçeklerden yemekler yaparlardı. Tencerelerini taştan ocaklarına koyar yemekleri pişince de kapağını kaldırdıkları tencerenin kokusunu içine çekerlerdi. Lezzetli olan yemeklerini bu şekilde beğenirlerdi.
Ben çocukluğuna hasret, çocukluğuna susamış biriyim. Gözümün dalıp dalıp uzaklara gitmesi içimdeki uzaklığı unutmak istememdendir. İnsanın içi ne yemekle ne su ile doluyor. İçimizde en mutlu en huzurlu hissettiğimiz anlara hasret ile yaşıyoruz. Her şeyin hep en küçüğü sevilir ya bizlerde kendi büyümüşlüğümüzü değil kendi küçüklüğümüzü seviyoruz. Şöyle bir bakıyoruz aynaya o küçücük yüzümüzden eser yok. Sonra gözlerimiz ayaklarımıza kayıyor. Kırmızı pabuçların ayağımıza artık olmayacağını görüyoruz. Halbuki o pazardan alınan, rengi parlak ayakkabılar bizi ne kadar da mutlu etmişti. Ama ne yazık ki ayağımız da büyümüştü. Ellerimize bakıyoruz ve birçoğumuzunki iş yapmaktan nasır bağlamış, birçoğumuzunki kalem tutmuş, birçoğumuzunki orak tutmuş ve nihayetinde onlarda büyümüştü.
Kara tahtaya yetişemeyen boyumuz ne çabuk uzamıştı. İnsanın kendi bedenini tanımayışı, kendi bedenine yabancılaşması bu olsa gerekti. Annelerimizin bize yaptırmadığı işleri yapmak, götürmediği yerleri görmek için, büyümek için acele etmiştik. Bizler içindeki çocuğa hasret olanlar çocukluğumuzdan beri seviyorduk çocukları. Altın top dedikleri servet o altın renkli saçları, güneş gibi parlak gülüşüyle çocuklardan başkası değildi. Bazen büyükler bu koku beni çocukluğuma götürdü derler ya biz aslında o kokuya müptela olmuşuz. Ömür boyu koklamış koklamış, çocukluğumuzun kokusunu aramışız. İçimizden birinin yeni bir arabası, yeni bir bebeği olsa hepimiz gözümüzü ona dikerdik. Minik ayakların çekingen adımlarıyla o şanslı arkadaşımıza yaklaşmaya çalışırdık. Bizim gözümüzdeki merhamet onda da vardı çünkü. Biliyorduk elbet bize de armağanını verecek biz de onun kadar mutlu olacaktık. Öyle de olurdu önce o oynar, sonra bize de verirdi. Şimdi aldığımız hiçbir araba onun kadar beklenilmiş olmayacak.
Sandıklara saklanmış kıyafetler vardır.Önce sandığın açılması ile bir naftalin kokusu kaplar her yeri.Naftalin yıllanmışlığın ,asla eskimemenin ,hep ilk günkü gibi kalmanın kokusudur.Elimiz, elleriyle türküsünü nakışlara döken, bohçalara hikayeler işleyen annelerimizin emeklerine değer önce.Gül ve yaprak ,çiçek ve böcek ile resim oluşturan,hasretimizin koruyucusu bu beyaz ,ütülü bohçalar bizi bize götürür.Bu diyar öyle bir neşeli ,öyle eşsizdir ki içimizin açlığı elimize aldığımız küçük etekler,elbiseler ve pantolonlarla doyar . Kokusunu içimize çeker ve annemizin çorbası o kara tencerede birden kaynamaya başlar . Çocukluğumuz bize gülümser, biz ona sarılırız.Bizim kollarımız büyüktür ama onun kolu daha sarmalayıcı olur.
Ya o tahta oyuncaklar,o bez bebekler yok mu işte onlar bir biblo değil bir hayat hikayesi olurlar. Siyah lastik ayakkabılar bize adımlarımızı,adım adım büyümüşlüğümüzü hatırlatırlar.Kenarı işlenmiş kundakların içine girip huzurla uyumak isteriz.
Çocukluğumuza çokça selam,sonsuz özlem ve binlerce hasretle ...
Kalemine yüreğine sağlık kardeşim... Selam ve dua ile...