Hayat ağlarını dantelâ gibi örerken ömrümüze, bizler yavaş yavaş tüketiyoruz dağarcığımızdakileri. Ve zaman törpülüyor engebeli yanlarımızı. Tecrübe hayatta yenilen kazıkların bileşkesi olduğu halde tecrübelerden bile ders almaktan aciziz. Aslında eşref-i mahlûkat olarak yaratılan bizler inanın en acizden bile en aciz varlıklarız.
Ellerimiz açık geldiğimiz dünyadan avuçları yumuk olarak göçüyoruz. Rabbimizden ayrıldığımız için ana rahminden ağlayarak geldiğimiz yalan dünyadan giderken ardımızdan ağlamaya devam ediliyor. Hâlbuki O’ndan ayrıldığımız için ağlıyorsak eğer yine O’na kavuşacağımız için isteyerek ve gülerek gitmemiz gerekmez mi?
Ve hayat eğer bir imtihan yeri ise ki öyle inandık ve iman ettik. O halde yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza bir nazar atmamız gerekmiyor mu? Sürekli bir şeyler biriktirdiğimize göre hiç ölmeyeceğimizi mi sanıyoruz. “Kefenin cebi yok” ise eğer biriktirdiklerimiz de neyin nesi? Rabbim’in verdiklerini yine O’nun yolunda harcamak en büyük en güzel ibadet değil mi?
Apartmanlar, daireler, arabalar, atlar, yatlar, maden parçaları biriktiren insan bir dört kollu değil mi en son saltanatın? O halde nedir bu hırsın, nedir bu heyecanın, nedir bu zavallılığın?
İlmi isteyene, varlığı dilediğine veren Rabbim’in bu büyük tasarrufundan neden hala ibret almazsın? Şimdi soruyorum önce kendi nefsime ve sonra sana.
En son ne zaman bir hayır işledin?
En son hangi mazlumun gözyaşına merhem olabildin?
En son hangi yetim veya bir öksüzün saçını okşayıp gönlünü aldın?
En son hangi problemin çözümünde yer alabildin?
En son hangi hayırlı ve faydalı işe ön ayak olabildin?
En son hangi küskünü barıştırmaya vesile oldun?
En son hangi günahına ağladın?
Yok, yok, yok. Eğer bu imtihan dünyasında hala ibret alamıyorsak ve yaptığımız günah ve hatalarımızdan geri dönemiyorsak ve yahut bir Müslüman din kardeşimize faydalı olamıyorsak yabanda biten bir dikenden ne farkımız olabilir ki?
Ki sen bir amaç için yaratıldın ve o amaç üzerine şekillendi tüm hayatın. Sen başıboş değilsin ve gayesiz de olamazsın. Sen yaratılan her şeye karşı sorumlusun. Emrindekilerden imtihandasın. Ki bu imtihan da çok çetindir.
Üstada kulak verelim dilerseniz ve soralım tekrar nefsimize;
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya tâlip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna. Avcıyı görür; uçamıyor, başını kuma sokuyor. Tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız, o, gözünü kum içinde kapamış; görmez.
Ey nefsim! Deme, "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maîşetle sarhoştur." Çünkü, ölüm değişmiyor; firâk bekâya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor; ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peydâ ediyor. Hem deme, "Ben de herkes gibiyim." Çünkü, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.
Ellerimiz açık geldiğimiz dünyadan avuçları yumuk olarak göçüyoruz. Rabbimizden ayrıldığımız için ana rahminden ağlayarak geldiğimiz yalan dünyadan giderken ardımızdan ağlamaya devam ediliyor. Hâlbuki O’ndan ayrıldığımız için ağlıyorsak eğer yine O’na kavuşacağımız için isteyerek ve gülerek gitmemiz gerekmez mi?
Ve hayat eğer bir imtihan yeri ise ki öyle inandık ve iman ettik. O halde yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza bir nazar atmamız gerekmiyor mu? Sürekli bir şeyler biriktirdiğimize göre hiç ölmeyeceğimizi mi sanıyoruz. “Kefenin cebi yok” ise eğer biriktirdiklerimiz de neyin nesi? Rabbim’in verdiklerini yine O’nun yolunda harcamak en büyük en güzel ibadet değil mi?
Apartmanlar, daireler, arabalar, atlar, yatlar, maden parçaları biriktiren insan bir dört kollu değil mi en son saltanatın? O halde nedir bu hırsın, nedir bu heyecanın, nedir bu zavallılığın?
İlmi isteyene, varlığı dilediğine veren Rabbim’in bu büyük tasarrufundan neden hala ibret almazsın? Şimdi soruyorum önce kendi nefsime ve sonra sana.
En son ne zaman bir hayır işledin?
En son hangi mazlumun gözyaşına merhem olabildin?
En son hangi yetim veya bir öksüzün saçını okşayıp gönlünü aldın?
En son hangi problemin çözümünde yer alabildin?
En son hangi hayırlı ve faydalı işe ön ayak olabildin?
En son hangi küskünü barıştırmaya vesile oldun?
En son hangi günahına ağladın?
Yok, yok, yok. Eğer bu imtihan dünyasında hala ibret alamıyorsak ve yaptığımız günah ve hatalarımızdan geri dönemiyorsak ve yahut bir Müslüman din kardeşimize faydalı olamıyorsak yabanda biten bir dikenden ne farkımız olabilir ki?
Ki sen bir amaç için yaratıldın ve o amaç üzerine şekillendi tüm hayatın. Sen başıboş değilsin ve gayesiz de olamazsın. Sen yaratılan her şeye karşı sorumlusun. Emrindekilerden imtihandasın. Ki bu imtihan da çok çetindir.
Üstada kulak verelim dilerseniz ve soralım tekrar nefsimize;
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya tâlip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna. Avcıyı görür; uçamıyor, başını kuma sokuyor. Tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız, o, gözünü kum içinde kapamış; görmez.
Ey nefsim! Deme, "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maîşetle sarhoştur." Çünkü, ölüm değişmiyor; firâk bekâya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor; ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peydâ ediyor. Hem deme, "Ben de herkes gibiyim." Çünkü, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.