KAN GÜLLERİ

Kurtuluş haberi olsun dünyaya,
Ayırma üstümden bir an gölgeni.
Akif İnan

 ‘Aşk odur ki gerisi vesairedir’ demiş şairin biri. Ve aşk üç harfli bir imza yüreğimize usulca düşüveren. Düşüren düşürdü yüreğimize ancak asırlardır çözülemeyen koskoca bir sır belki koskoca bir muamma idi aşk. Kerem’i yakıp kavuran, ebabilin gagasında Kevser misali taşınan su katresi, simurga giden yolda ayakları tökezleten bir efsun, Mevlana yüreğinde Şems, Şems’in nazarında Mevlana. Taptuk kapısında Yunus, Yunus nazarında aşka yürüyen bir çileli yol, yolculuk.  

Aşk öyle ki Eylül’de düşüverir mahzun yüreklere. Ve en sert rüzgârlar uçuruverirmiş dalından gonca gülleri. Ve kan kokar, hüzün doğurur geceler üstümüze mütemadiyen. İmanlı yüreklerde çarpıntılar bir serçe yüreği misali atıp durur. Bir uzak Anadolu köyünde koynunda gıpgıcır kunduraları ile bayram sabahını bekleyen minik iki kara gözde saklıdır sevda dedikleri.

O ışığa sevdalı bir özge yürekti aşkı heybesinde taşıyan. Zemherinin kol kanat gezdiği bir iklimin tandır isi al yanaklarına bulaşmış, elleri nasırlı, gül çehreli bir ananın oğluydu o. Tıpkı bundan tam yirmi üç yıl önce bir Eylül akşamında güneş guruba dalarken heybesindeki sevdayla Kars’ın Kağızman İlçesine hicret eden birine benziyordu kaderi. Kefeni valizinde, imanı yüreğinde ve o da gidecekti önceden ve önden gidenler gibi. Gidecekti ve bitirecekti terör denen karanlıkları. Gece ışığa gebe, ışık ise nur yüzlü yiğitlerin beyninde saklıydı elbet.   

O da heybesindeki tek silahı vatan ve iman sevdasıyla kaldırmıştı kervanını erkenden. Onunda ilk hicreti ötelere yani ışığın doğduğu yere idi. Biliyordu ki biz öğretmenler gitmesek birileri gidecekti kapkaranlık maskeleriyle. Ve o gidenler bizlerden koparıverecekti o tazecik gonca gülleri, kardelenleri.

Doğu, ışığın doğduğu yer ancak envai çeşit kardelen vardı gün ışığına hasret. Kardeşliği, sevdayı, paylaşmayı, aynı topraklar üzerinde aynı hilal ve yıldızın şanlı gölgesinde bir ve beraber yaşamanın erdemini kulağına üfleyeceği al yanakları tandır isiyle boyalı güzeller güzeli yavrular vardı bizleri bekleyen. Ali, Elif, Ahmet, Ayşe ve diğerleri. Sımsıcak bir tandır ekmeği arasında yayıktan çıkan tereyağı kokusu idi paylaşmak.

Yaşı henüz yirmi üçünde ve bıyıkları yeni terlemişti Necmettin öğretmenin. Kalbindeki imanı bileylemiş ve çıkmıştı kutsi yolculuğuna. Burnunda erguvan kokuları, yüreğinde kıpır kıpır atan imanı ve gözlerinde Cennet’in şemaili çizilivermişti. Gayesi ötelerde Efendimiz’e )SAV) komşu olmak adına şahadete sevdalanmıştı kim bilir.  

O üç tarafı deniz yedi tarafı düşmanla çevrili bu aziz topraklara sahip çıkacak, bu güzide vatan uğruna canından ve cananından vazgeçecek, kardeşliği ve insanlığı yaşatacak sevdalılara sevdalanmıştı. İçimizde ve dışımızdaki vatan hainlerine inat Çanakkale’de aynı gaye için canını sebil eden Karslı, Diyarbakırlı, İzmirli, Gümüşhaneli, Habeş, Arap, Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Alevi ve Sünni atalarımızın emaneti bu kutsal topraklarda eğitim çatısı altında birlik, beraberlik, kardeşlik, muhabbet ve sevda idi tek gayesi. O da her Gümüşhaneli gibi yokluk içinde okudu ve güzellik adına kurdu hayallerini. Ve çok sevdiği öğretmenlik mesleğini alır almaz önden gidenlerin ardından nöbet sırası benimdir diyerek tutmuştu Şanlıurfa Siverek’in yolunu. Onunda hayalinde;

“Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik” yatıyordu şüphesiz.

Pırıl pırıl bir genç kardeşimizdi o. Heybesinde vatan ve memleket sevdası idi tek hazinesi. Ve karanlıkları aydınlığa çıkarma aşkıyla koşa koşa gitmişti ışığın doğduğu yerlere. O ışığa sevdalıydı her sevdalı öğretmen gibi. Işığa sevdalı olduğu için karanlığı seven yarasaların ise hedefindeydi. Ama o imanını Kuran’dan, sevdasını bu aziz vatandan almış bir alperendi. Belki Seyit Çavuştu, Kınalı Hasanlardan biriydi. O memleketin ekmeğini yiyip namlusunu halkına çevirenlere inat namluların önüne siper etmişti mübarek gövdesini. 

Daha ilk dersinde cızlavut lastiğinin içinde yalınayakları morarmış ve cılız bedenini zor taşıyarak koltuğunun altında mis gibi Anadolu kokan tandır ekmeğini uzatarak ‘hoş geldin örtmenim’  diyen Ayşe’nin kapkara gözlerinde görmüştü ışığı. Ve o ışığa hücum eden pervaneler misali efsunlanmıştı adeta. Gümüşhane ile Şanlıurfa arasında mesafeler kısalıvermiş ve Harşit Çayı’ndan Pülümür Çayı’na uzanıvermişti dostluk köprüsü. Ve anladı ki herkesin gözyaşlarının rengi ve tadı aynı idi.  

Öte yanda iç ve dış hainleri durmuyordu ülkemin. Aynı çatı altında kardeşçe yaşamak birilerinin işine gelmiyor olsa gerek bitmiyordu bu aziz memleketin üzerindeki zalimlerin kahrolası entrikaları, oyunları. Bitmiyordu zalimlerin kırk yamalı bohçalı oyunları. O birileri kirli maşaları içimize kadar uzattılar ki gördük 15 Temmuz’da. Ama onlarda gördüler ki bu aziz vatan içinde nice kahramanlar vardı topa, tanka, uçağa kafa tutan. Sende o yiğitlerinden biriydin değerli kardeşim, öğretmenim, canım, yavrum.

Ve ilk görev yılının ardından sıla yolunda vuslatına kan doğradı zalimler. Ailene, anne ve babana ve sevdiklerine kavuşmanın hayaliyle kilometreleri ardında bırakırken kandan ve kaostan beslenen kan içici bebek katilleri çevirdiler yolunu. Aracını yaktılar ve yıktılar ömrünün en taze çağında umutlarını, hayallerini. Pülümür Çayı kan akıyordu, kandan irinler akıtıyordu. O gün orada sadece seni değil bütün insanlığı öldürdüler. Henüz hayatının ve mesleğinin en başında yaşayacağın dopdolu bir ömrü ve kuramadığın hayallerini de öldürdüler. Bu güzel coğrafyada sadece gencecik bir öğretmeni değil adeta insanlığı, vicdanı, haysiyeti de katletti kumandası dışarıda olanlar. Ve bir masuma annesi ve babasıyla olacak olan son vuslatını dahi çok gördüler.

Kısa zamanda Tunceli Pülümür Çayı’ndan Gümüşhane Harşit Çayı’na şahadet haberini getirdi şairin dediği gibi otuz iki kuş. Ve kuşların beyaz kanadında şehidim Ömer Halisdemir’in mübarek kanı duruyordu. Şahadetin kutlu olsun öğretmenim. Sen önden gidenlerdensin. Önden gidenler yol açıyorlar ışığa, umutlara, daha huzurlu yarınlara. Ve bu kör karanlıklar aydınlanacak sizlerin nuruyla. Geceler sabaha gebe şüphesiz.

Kağızman’da terörün en çirkin gölgesi altında kardeşliği ve bu aziz vatanda birlik beraberliği anlatırken bize nasip olmayan şahadeti sana nasip etti Rabbim. Seni Efendimize komşu eyledi. Ve sen ardında pırıl pırıl bir nesil bıraktın merak etme. Ve gül yüzünle gülerek yürüdün öteler âlemine. İç ve dış hainler sizlerin nuru karşısında yerle yeksan olacaklar, tükenecekler nihayet. Bu güzel ülke üzerinde hesap yapamayacak hainler, zalimler. Ve senin ardından sevenlerinin kanlı gözyaşlarında boğulacaklar Rabbim’in inayetiyle. Ve o zalimler bilecek ve öğrenecekler ki; “Kıblesi, vatanı, bayrağı, Allah’ı ve peygamberi bir olanlara hiçbir kurşun tesir etmeyecektir.”

Ve bizler İbrahim narına su taşıyan karıncalar misali yüreklerimiz adeta yangın yeri. Senin ahın yerde kalmayacak besbelli. Bıraktığın sağlam yürekler yıllar sonra intikamını alacaklar senin. Zalim dört bir yandan kırk türlü oyunlar oynasa da üzerimizde; çağlar açıp çağlar kapatan şanlı tarihimizden alarak ilhamı yıkacağız tüm putları. Ve imanla, ihlâsla ve ahlaki değerlerimizle yeşerteceğiz umutları. Şahadetin kutlu olsun öğretmenim.

YORUM EKLE