KARPİT KAZANI

Yer yer çatlamış evlerinin duvarında asılı saatli maarif takvimi seksen dördü işaret ederken o hayatının en hatalı kararını vererek Trabzon Endüstri Meslek Lisesi’nin Motor Bölümü’nde mutsuz ve umutsuz adeta bir cesetten farkı yoktu.

Yanlış verdiği ve hayatının ona oynadığı acı oyun yüzünden üç yıllık bu cendereye mecburen eyvallah diyerek sabır tespihinin neredeyse ipini koparmak üzereydi. Alnına yazılan bu kader çizgisi onu nereye vardıracak diye merak etse de bu çilenin bir an evvel son bulması adına derslerine çalışıyordu. Ama hem okulunu, hem öğretmenlerini ve birkaç kişi hariç hem de arkadaşlarını sevmiyor, sevemiyordu. Mecburiyetten hâsıl olsa da ve her şeye rağmen okulunu sevmeyi, başarılı olmayı da düşünmüyor değildi hani.

Haftanın üç günü onar saatlik atölye dersleri ve iki günü normal akademik dersler daha ilerisinde Petrol Ofisi ve Köy Hizmetlerinin kocaman atölyelerinde motor parçalarını kocaman kazanlarda yıkama seansları onu hayatından bezdirmiş adeta dilinde tek şarkı Müslüm Gürses’ten “İtirazım Var” ile yatıp kalkıyordu.

Özellikle motor ve atölye dersleri üzerine karabasan misali çöküyor çoğu kez rüyalarından kan ter içinde uyanıveriyordu. Seksen dört yılı ortaokulu bitirip liseye başladığı yıl. Son derece başarılı olsa da Trabzon Lisesi’nin kapısından kimsesizlik yüzünden geri dönüşü. Bu yıl ve sonrasındaki üç yılı hayatının hemen her safhasından silmeyi ne kadar çok istiyordu bir bilseniz.

O yılın belki de en güzel ve en özel hatırası Trabzonspor’un yakaladığı lig şampiyonluğu olsa gerek. Trabzon Endüstri Meslek Motor Bölümünde ilk günü, ilk atölye dersi ve ilk öğretmeni adaşı İsmail Beşir. Lacivert iğrenç önlükler içerisinde öğrenci değil adeta birer hilkat garibesi gibiydi.

İlk gün, ilk heyecan, ilk pişmanlığı, yeni bir ortam, ilk defa tanışıverdiği arkadaşları, ilk öğretmeni, ilk adına ne varsa hemen her şey. İ. öğretmen suratı hiç gülmeyen sert mizacının verdiği işaretten olsa gerektir ki taşlaşmış bir kalbe sahip olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Adeta Nemrut’un Trabzon şubesi.  

Yüksek bir diplomaya rağmen Trabzon Lisesi’ne kabul edilmeyen İsmail’in kafası bambaşka yerlerde adeta bir masal dinler gibi dinlemeye çalışıyor biraz da zoraki olarak. Kocaman atölyede makinelere, tezgâhlara, alet ve edevatlara bakıyor ve içinden;

“Aman Allah’ım ben nereye geldim böyle, diye geçiriveriyordu.  

Ve bir zaman sonra İ. öğretmen sigara ya da çay için yanlarından ayrıldı. İsmail ve arkadaşları adeta Nuh’u Nebi’den kalmış ve her tarafı yalama olmuş motorları kurcalıyor, duvara monteli teneke dolaplara bakıyor, üzerinde dört köşesinde cendere olan demir masaları geziyor, krikoyu, eski arabaları, İngiliz anahtarını, penseyi, çekici tanımaya çalışıyorlar.

Öğretmenin ilk dersi ve işi olarak eline tutuşturduğu küçük bir demir levha ve bir eğe ile demir masanın cenderesi başına doğru yönelmişti ki atölyede garibine giden ve hayatında ilk defa gördüğü evlerdeki silindir sobaya benzeyen garip bir ucubeye takılıverdi gözleri. Yeşil renkli bu acayip varlığı çözmeye çalışıyor acaba bu nedir ki diye etrafında adeta dört dönüyor, altına üstüne bakıyor, bu acayip şeyi kurcalamak ve tanımaktı tek gayesi.

İyice yaklaştı ve bu ucube sobanın altta bir yerinde taharet musluğuna benzeyen küçücük musluğundan gelen “tıs, tıs” sesine kulak kabarttı. O anda babasının yokluktan olsa gerek evde sürekli kendisine;

“Evladım tıslayan ne görürsen kapat zayi olmasın, yazık, günahtır, para nasıl kazanılıyor biliyor musun” nasihatleri geliverdi.

Bilgisizliği ve içindekinin zayii olmamasını düşünerekten kapayıverdi kendi halinde tıslayan o küçücük musluğu. Ve biraz daha etrafında gezinip inceledikten sonra atölyede işinin başına dönüverdi. Aradan ne kadar bir zaman geçti bilemeden son eğe darbesini vurduğu demir parçasını kumpasla ölçerken atölyenin camlarını titreten o korkunç ses ile irkiliverdi;

“Çabuuuuuk yanıma gelin. Kim yaptı lan bunu. Kim kapadı karpit kazanının musluğunu. Hemen çabuk çıksın ortaya…!!!”

Sesin geldiği yöne doğru tüm sınıf kulak kesilmiş atölyenin dört bir tarafına dağılan öğrenciler korku içinde ayakları titreye titreye öğretmene doğru ilerlemeye başladı. İsmail başına geleceklerden habersiz korka korka oraya doğru adımları adeta geri geri varmaya çalışıyordu. O anda İ. öğretmenin adeta pezük misali kıpkırmızı yüzü ve ateş püsküren kocaman olmuş gözleri ile karşı karşıya gelivermişti. Gözlerinden adeta kıvılcım saçan, saçları arasından kapkara bir duman çıkan İsmail öğretmen yerinde zıplıyor; bir yandan bağırıyor ve diğer yandan da ufaktan küfürler savuruyordu;

Ayakları geri geri giderken kaderine doğru yaklaşan İsmail o acayip ucubenin de karpit kazanı olduğunu şimdi öğrenivermişti.  Atölyedeki tüm öğrencilerin elleri üst üste, korkudan yüzleri sapsarı kesilmiş hazır ol vaziyetinde kurbanlık koyun misali geniş bir daire olmuştu. İsmail’in kapkara olan yüzü aldan mora, beyazdan siyaha doğru alıp veriyor ve arka teşkilatından ufaktan ufaktan faks çekiyordu.  Bir daha kükredi İ. öğretmen ayaklarını sertçe yerde süründürerek son sözü dökülüverdi kızaran dudaklarından;

“Bunu yapan çabuk çıksın ortaya. Söz onu dövmeyeceğim…”

Herkes dut yemiş bülbül gibi birbirinin yüzüne bakıyor, kimisi olayı çözmeye çalışıyor ve hemen hepsi korku içinde zangır zangır titriyordu. Bir zaman süren o sessizliğin ardından öğretmenin son sözünden de alarak cesaretini İsmail korka korka adımlarını hızlandırarak kalabalığı yarıverdi ve çıktı öğretmenin karşısına. 

Birkaç saniye içinde İ. öğretmenin kan çanağına dönmüş gözlerinin gözbebekleri ile İsmail’in birazdan olacakları tahmin edemeyeceği o korku dolu ürkek bakışları orta yerinde buluşuverdi. Sonrasında İsmail usulca ve titreyerek;

“Ben kapadım öğretmenim. İçinde her ne varsa zayii olmasın diye düşünmüştüm…”

Daha cümlesi kendini tamamlamamış ve meramını anlatmaya fırsat verilmeden sol gözünün üstüne gelen yumruk darbesi ile boylu boyunca uçuverdi İsmail atölyenin orta yerine. Ardından yerde yatarken iki tekme darbesi ile birkaç takla ile atölyenin epey tozunu alarak ayağa kalkmaya çalışan İsmail bu sefer yediği döner tekme ile yeniden bir başka köşeye uçuverdi. 

Hemen herkes bir kenara sinmiş bu hazin manzara karşısında kimi korkusundan kimi başka bir sebepten olsa gerek atölyede adeta bir ölüm sessizliği kol geziyordu. Sağ ve sol yanağına yeniden yediği iki okkalı şamarla İsmail’in burnundan kan adeta fışkırıverdi. Dudağının kenarından ılık ılık akan kan lacivert önlüğün yakasını kıpkırmızıya boyamıştı. 

İsmail bir yandan dudağının kenarında ki kanı silmeye çalışırken gözlerinin önünü kapayan perdenin aralığından cıvıldaşan kuşların adeta kor şeklinde şarkı söylediğini duyuyor ve o da koroda kaç tane kuşun olduğunu saymaya ve anlamaya çalışıyordu. 

Yere her düştüğünde içinden keşke bir zaman yerde bıraksa da biraz kendime geliversem diye duaları peş peşe sıralıyordu. İsmail hayalinde canlandırdığı ve ileride olmak istediği öğretmenlik mesleği ile bağdaşmayan o vahşi öğretmen siluetinin şaşkınlığında yerden kalkmaya her teşebbüsünde ya bir tokat, ya da bir yumruk veya tekme darbesi ile yine aynı yere yuvarlanıveriyordu.

Bir daha ve sonrasında bir daha tekme, tokat, yumruk, Allah ne verdiyse... İsmail dayak yedikçe yuvarlanıyor, yuvarlandıkça adeta atölyenin köşe bucağını paspas yapıyordu... Diğer yandan da;

“Anamdan babamdan ben bu kadar dayak yemiş miydim acaba” diye kendi kendime soruyor ve “yok galiba yemedim” diyerek yine kendi veriyordu cevabını sualinin.  Bu ne kadar devam etti, kaç kere yere düştü, hangi tarafı patladı veya kanadı hesabının çetelesini tutmaya fırsat bulamadan adeta bir korkunç canavara dönüşen bu iğrenç mahlûkatın onu ne zaman bırakacağını bu dayak seansının ne zaman biteceğini de merak etmiyor değildi hani.

Takriben yarım saat İsmail’i dinlene dinlene, iyice tozunu alıp, ağız burun kaş patlatıverdikten sonra atölyenin orta yerine bir boş çuval misali bıraktıktan sonra atölyenin kapısını sertçe vurarak çıkıp gitti. İsmail bir yandan sinirinden ağlıyor, diğer yandan cebindeki mendili çıkarmış kaşının ve dudağının kenarından akan kanları durdurmaya ve silmeye çalışıyordu. Yerden güç bela ayağa kalkan İsmail adeta sürüne sürüne lavaboya zor attı kendini. Aynaya baktığında gördüğü sureti bir zaman kendine benzetemedi. Ve kendi kendine;

“Acaba bu ben miyim” diye sormayı da ihmal etmedi.

Yüzünün dört bir yanından akan kanları ile hırsından ve sinirinden gözlerinden akan gözyaşları lavabonun beyaz yüzünde birleşiyor ve oradan kıvrıla kıvrıla çizdiği bir helezonla lavabonun deliğinden aşağı oluk gibi akışını izliyordu. Bir zaman sonra kendine geldiğinde kendi kendine söylenmeye başladı;

“Hadi öğrenci arkadaşlarım korktular ve ellerinden bir şey gelemezdi. Peki ya o kadar gürültüye koşmayan ve beni bu zalimin elinden kurtarmayan bölüm şefi ve diğer öğretmenlere ne demeliyim…”

Onların bu vurdumduymazlığı ve merhametsizliği onu hunharca döven o öğretmenin yaptıklarının aksine bunların yaptığı vurdumduymazlık asıl paramparça etmişti yüreğini. 

Efendimiz (SAV’in;

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” Hadis-i Şerif’i geldi aklına. O gün okuldaki o ilk gününün o ilk ders saatinde o atölyenin köşe bucağına savrulurken İsmail kendi kendine bir söz vermişti;

“Okuyacağım ve rehber öğretmen olacağım. Sözüm ona öğretmen kimliği olan bu zalim gibi hiçbir öğrencime suçu ne olursa olsun asla bir fiske dahi vurmayacağım…”

Yıllar sonra bu hayalini gerçekleştiren ve rehber öğretmen olan İsmail öğrencilerinin gözlerinin ta içine bakarak onların ilgi istidatlarına yönelik yönlendirmelerini yapmakta memlekete faydalı pırıl pırıl öğrenciler yetiştirmekle onur duymakta. Öte yandan nerede bir karpit kazanı görse seksen dört senesinin o ilk ders gününü hatırlar ve göz pınarlarından hücum eden gözyaşlarına dur diyemez.

YORUM EKLE
YORUMLAR
yusuf sadık  eğitimci -yazar
yusuf sadık eğitimci -yazar - 2 yıl Önce

İsmail geçmiş olsun . bu acı olayı yaşamasaydın bugün ne yazacaktın.
Öğretmen gerçejten sadist ruhlu. bizimde öğle bir öğretmenimiz vardı Ş. kalkan Demirci öğretmeni. Bir aralık günü -15 derecede Erzurum Pulur köy ennstitüde yaş 12 öğle iki şamar yedimki sanki yüzüme jilet attılar. okuldan fişrar etmeği düşündüi köylülerimiz kalabalıktı mani oldular. bir günde lise 1 sınıfta Kimya derrsinde kip cıhazi ile Cl. klaor gazı elde edeceğiz. Teneffüs zili çalınca öğretmen M: kokulu dağ kimse ellemesin deyip kurulu düzene bırakıp gitti.

yusuf sadık eğitimci yazar-gazeteci
yusuf sadık eğitimci yazar-gazeteci @yusuf sadık eğitimci -yazar - 2 yıl Önce

" Karpit kazanı . için eksik kalan yoruma ektir."
Kimya öğretmeni M. Kokuludağ CL.(klor) gazı üreten deney sistemini dokunmayın tembihliyerekgitti döndiüinde labratuvarda Clor gazı. kokusu rahatsızlanan iki arkadaşın oflayıp püflemesi. belliki zehirli, CL gazından arkadaşlar rahatsız oldu. bereket versin cihazın musluğunu erken kapadım. yoksa tüm sınıfın telef olması içten değişldi. Öğretmen bir kükredi ve " Hangi aşak oğlu aşak bunu yaptı deyince çaresiz ben öğretmenim dedim. Vehoca durakladı. dişlerini sıktı ve Birdaha böyle halt i,şleme " diyerek öfkesini içine yumruğunuda cebine koydu. . nasihat etti ve kendisine deneylerdeasistanlık yapan çalışkan bir öğrenci olduğum için hırpalanmadım.
Evet ismail iki ayrı okjul Birisi 1954 model diğei a984 model,.
Şimdi anlıyoruzki söze başlkarken dedem biyle falanca böyle demişti. Eğitimde dayağın yeri yoktur. ama gel görki bazan acımasızlıklar çare gibi algılanıyor. oysaki eskiler bile derdi soğpa eşeğe yakışır. çünkü eşek dayanıklı ve çaresizdir.. belkide seni ozan ve yazar yapan KARPİT KAZANI dir şükreyle haline. isyankar olma..