Toplu yaşam, ister istemez uyulması gereken çok sayıda kuralı barındırmaktadır. Modern zamanlar, yoğun kentleşmeyi de yanında getirdiğinden kurallı yaşam, kentlerde daha da belirleyici bir özellik kazanmıştır.
Bugün nüfusu on beş milyonu aşan mega kentlerde, kuralların kısa bir süreliğine işletilmemesinin doğuracağı sonuçları düşünmek bile insanı ürkütmektedir.
Kuralların, kent yaşamının dışında kalan ve görece nüfusu daha az olan (köy, kasaba, ilçe) yerleşim alanlarında uygulanması kentlerdeki kadar zor değildir. Köylerde on katlı apartmanlar olmadığı için apartman kuralları yoktur söz gelimi. Köylerde, evin hanımının çulunu, kilimini balkondan çırpması sırasında savrulan tozlar kimseyi rahatsız etmeyebilir. Ama bu, apartmanlarda yaşayanlar için kabul edilemez bir eylemdir. Böyle davrananlar için kurallar konulması zorunluluğu vardır.
Aslında kimi olayları önlemek için çoğu zaman kuralların da yeterli olmadığı görülmektedir. Yazılı kurallara karşın, kimileri kilimini apartman balkonundan çırpmakta, yüksek sesle müzik dinlemekte, aracıyla kırmızı ışıkta geçmekte, yerlere çöp atmakta ya da yeşil alanlara zarar vermektedir. Bu yüzden, insanın kuralların gerekliliğini içselleştirerek kendi özdenetimini sağlaması daha önemlidir. Okul öncesinden üniversite bitimine kadar olan eğitim, bu özdenetimin geliştirilmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Demokrasiyi de toplum yönetiminde özdenetimi sağlayan bir yöntem olarak tanımlamak yanlış olmaz. Özdenetimi gerektirdiği için demokratik bir toplumda yaşamanın, diktatörlükle yönetilen bir toplumda yaşamaktan daha zor olduğu söylenebilir. Çünkü diktatörlüklerde kuralların zorla uygulanması söz konusudur; bireyin kendi başına sorumluluk duygusu geliştirmesi beklenmez. Benimsenmediği halde, belirlenen kurallara uyuluyormuş gibi davranılır. Kısaca bu rolü oynamak zor değildir.
Kent yaşamında kuralların işlemesi ve özdenetimin sağlanması, kentteki tüm kamu kuruluşları ve özel kuruluşların güvenilir olmasına bağlıdır. Son zamanlarda yoğun bir biçimde yaşandığı gibi, kurumlar yurttaşların gözünde güvenilirliğini yitirmişse özdenetimi sağlamak zorlaşır. Zaten her şeyin yanlış gittiği bir ortamda, doğru bir tutum belirlemenin mantığı kalmaz. Yasadışı tutumların ilgi görmesi, emeğin bir değer olmaktan çıkması, medyanın denetimsizliği, belediyelerin yurttaşların sorunlarına ilgisiz kalması bu yanlışlara örnek olarak gösterilebilir.
Burada konuyla ilgili olacağını düşündüğüm bir anekdotu aktarmak istiyorum:
Bir zamanlar av meraklısı asil bir adam, bir apartmanın birinci katında kiracı olarak oturuyormuş. Ormanda avlandıktan sonra, bu av törenini evin bir odasında tekrarlıyormuş. Köpeklerini, öldürsün diye doldurulmuş bir tavşanın üzerine saldırtıyormuş. Kuşkusuz bu uygulama çok gürültülü oluyormuş.
Adamın üst katında da bilgin bir adam oturuyormuş. O da avcıymış; ne var ki alt katta oturanın aksine bir bilim avcısıymış. Bilim avcısına da sessizlik ve huzur gerekiyormuş. Bu nedenle, bir gün komşusuna uygun bir dille:
"Ya sessiz dur, ya da buradan git" demiş. Buna karşılık birinci katta oturan komşusu ona:
"Kendi evimde istediğim her şeyi yapabilme hak ve özgürlüğüne sahibim!" diye karşılık vermiş.
İyi de, ne olacak şimdi? Başka bir gün "asil" avcı, evdeki av sonrası törenini gürültü ve patırtı ile tekrarlarken kötü bir sürprizle karşılaşmış. Su damlacıkları odasının tavanından bir yağmur gibi damlamaya başlamış.
"Bu da ne?" demiş kendi kendine. Önce hizmetçiye, sonra da üst kattaki kiracıya koşturmuş. Kiracı, su ile dolup taşmış odasını göstererek ona:
"Duyduğuma göre siz avlanıyorsunuz. Gördüğünüz gibi ben de artık balık avlıyorum. Benim hakkım olan ve hoşuma giden bu uğraş, neden sizin hoşunuza gitmiyor?" diye sormuş.
Bu olaydan sonra alttaki komşu avlanmayı, üstteki komşu da balık tutmayı bırakmış. İki komşu artık birbirinin hak ve özgürlüklerini kısıtlamaksızın dostça yaşamaya devam etmişler.
Şu sıralar, ülkemizde dostça bir arada yaşamaya her zamankinden daha çok gereksinim olduğu kanısındayım
Bu genellemeden sonra O. Özdemir’e teşekkür edip işi özele indirgeyip şehrimizde çekilmesi işkenceye dönen trafik sorununa değinmek istiyorum. Tam alışacağımız sırada Atatürk caddesindeki ve diğer caddelerdeki otopark uygulamasına son verilmişti. Birkaç gün aradan sonra tekrar başlatıldı. Sayıları 20 bilemedin 40 arasında değişen oto sahibi uyanıklara gün doğmuştu minibüsler dâhil sabah erkenden cadde boyu sağlı-sollu park edip herkes işine gidiyor veya kahvehanelere oyun oynamaya gidiyor.
Bu uygulama çağ dışıdır ve savunulması düşünülemez. Çevre illere bakalım. Trabzon için uzun sokak neyse Atatürk ve Cumhuriyet Caddesi de Gümüşhane için o dur. Araç girmemeli girse de akşam saat 20 den sonra girmeli park gün boyu yasaklanmalıdır. Kapalı ve açık otoparklar boş dururken, 20 bilemedin 30 kişiye imkân sağlayan bu uygulama inanınki rahatsızlık veriyor.
Bugün nüfusu on beş milyonu aşan mega kentlerde, kuralların kısa bir süreliğine işletilmemesinin doğuracağı sonuçları düşünmek bile insanı ürkütmektedir.
Kuralların, kent yaşamının dışında kalan ve görece nüfusu daha az olan (köy, kasaba, ilçe) yerleşim alanlarında uygulanması kentlerdeki kadar zor değildir. Köylerde on katlı apartmanlar olmadığı için apartman kuralları yoktur söz gelimi. Köylerde, evin hanımının çulunu, kilimini balkondan çırpması sırasında savrulan tozlar kimseyi rahatsız etmeyebilir. Ama bu, apartmanlarda yaşayanlar için kabul edilemez bir eylemdir. Böyle davrananlar için kurallar konulması zorunluluğu vardır.
Aslında kimi olayları önlemek için çoğu zaman kuralların da yeterli olmadığı görülmektedir. Yazılı kurallara karşın, kimileri kilimini apartman balkonundan çırpmakta, yüksek sesle müzik dinlemekte, aracıyla kırmızı ışıkta geçmekte, yerlere çöp atmakta ya da yeşil alanlara zarar vermektedir. Bu yüzden, insanın kuralların gerekliliğini içselleştirerek kendi özdenetimini sağlaması daha önemlidir. Okul öncesinden üniversite bitimine kadar olan eğitim, bu özdenetimin geliştirilmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Demokrasiyi de toplum yönetiminde özdenetimi sağlayan bir yöntem olarak tanımlamak yanlış olmaz. Özdenetimi gerektirdiği için demokratik bir toplumda yaşamanın, diktatörlükle yönetilen bir toplumda yaşamaktan daha zor olduğu söylenebilir. Çünkü diktatörlüklerde kuralların zorla uygulanması söz konusudur; bireyin kendi başına sorumluluk duygusu geliştirmesi beklenmez. Benimsenmediği halde, belirlenen kurallara uyuluyormuş gibi davranılır. Kısaca bu rolü oynamak zor değildir.
Kent yaşamında kuralların işlemesi ve özdenetimin sağlanması, kentteki tüm kamu kuruluşları ve özel kuruluşların güvenilir olmasına bağlıdır. Son zamanlarda yoğun bir biçimde yaşandığı gibi, kurumlar yurttaşların gözünde güvenilirliğini yitirmişse özdenetimi sağlamak zorlaşır. Zaten her şeyin yanlış gittiği bir ortamda, doğru bir tutum belirlemenin mantığı kalmaz. Yasadışı tutumların ilgi görmesi, emeğin bir değer olmaktan çıkması, medyanın denetimsizliği, belediyelerin yurttaşların sorunlarına ilgisiz kalması bu yanlışlara örnek olarak gösterilebilir.
Burada konuyla ilgili olacağını düşündüğüm bir anekdotu aktarmak istiyorum:
Bir zamanlar av meraklısı asil bir adam, bir apartmanın birinci katında kiracı olarak oturuyormuş. Ormanda avlandıktan sonra, bu av törenini evin bir odasında tekrarlıyormuş. Köpeklerini, öldürsün diye doldurulmuş bir tavşanın üzerine saldırtıyormuş. Kuşkusuz bu uygulama çok gürültülü oluyormuş.
Adamın üst katında da bilgin bir adam oturuyormuş. O da avcıymış; ne var ki alt katta oturanın aksine bir bilim avcısıymış. Bilim avcısına da sessizlik ve huzur gerekiyormuş. Bu nedenle, bir gün komşusuna uygun bir dille:
"Ya sessiz dur, ya da buradan git" demiş. Buna karşılık birinci katta oturan komşusu ona:
"Kendi evimde istediğim her şeyi yapabilme hak ve özgürlüğüne sahibim!" diye karşılık vermiş.
İyi de, ne olacak şimdi? Başka bir gün "asil" avcı, evdeki av sonrası törenini gürültü ve patırtı ile tekrarlarken kötü bir sürprizle karşılaşmış. Su damlacıkları odasının tavanından bir yağmur gibi damlamaya başlamış.
"Bu da ne?" demiş kendi kendine. Önce hizmetçiye, sonra da üst kattaki kiracıya koşturmuş. Kiracı, su ile dolup taşmış odasını göstererek ona:
"Duyduğuma göre siz avlanıyorsunuz. Gördüğünüz gibi ben de artık balık avlıyorum. Benim hakkım olan ve hoşuma giden bu uğraş, neden sizin hoşunuza gitmiyor?" diye sormuş.
Bu olaydan sonra alttaki komşu avlanmayı, üstteki komşu da balık tutmayı bırakmış. İki komşu artık birbirinin hak ve özgürlüklerini kısıtlamaksızın dostça yaşamaya devam etmişler.
Şu sıralar, ülkemizde dostça bir arada yaşamaya her zamankinden daha çok gereksinim olduğu kanısındayım
Bu genellemeden sonra O. Özdemir’e teşekkür edip işi özele indirgeyip şehrimizde çekilmesi işkenceye dönen trafik sorununa değinmek istiyorum. Tam alışacağımız sırada Atatürk caddesindeki ve diğer caddelerdeki otopark uygulamasına son verilmişti. Birkaç gün aradan sonra tekrar başlatıldı. Sayıları 20 bilemedin 40 arasında değişen oto sahibi uyanıklara gün doğmuştu minibüsler dâhil sabah erkenden cadde boyu sağlı-sollu park edip herkes işine gidiyor veya kahvehanelere oyun oynamaya gidiyor.
Bu uygulama çağ dışıdır ve savunulması düşünülemez. Çevre illere bakalım. Trabzon için uzun sokak neyse Atatürk ve Cumhuriyet Caddesi de Gümüşhane için o dur. Araç girmemeli girse de akşam saat 20 den sonra girmeli park gün boyu yasaklanmalıdır. Kapalı ve açık otoparklar boş dururken, 20 bilemedin 30 kişiye imkân sağlayan bu uygulama inanınki rahatsızlık veriyor.
sayın hocam çok güzel bir konuya parmak bastınız bu memleketin kanayan bir yarasıdır.sizin yazınızdaki yaşananlardan dolayı bir gümüşhaneli olarak bizlerde rahatsızız apartman kültürü,şehirde yaşama kültürü malesef bizlerde yok adamlar hala gümüşhane nin ortasında ahırlarda inek koyun bakıyorlar anlaşılır gibi değil bu memleketin ileri gelenleri nerdeler ne iş yaparlar anlamış değilim bir belirsizlik bir başı boşluk aldı başını gidiyor böyle devam ederse benim gibi çok sayıda insan (hemşerim) ilerki yıllarda memleketi terk etmek zorunda olacak en azından ben geleceğim için çocuklarım için istemesemde memleketimi terk etmek zorunda kalacağım size bu düşüncelerinizden ve bu konuyu gündeme getirdiğinizden dolayı çok teşekkür ederim. saygılarımla.