Bu satırları kaleme alırken Ordu ilimizde korona virüsü vaka sayılarındaki artış nedeniyle hastanelerin prefabrik binalarındaki polikliniklerin kapatılmasına, otopark, yemekhane ve ek binaların da yoğun bakım servisine dönüştürülmesine karar verildiğini öğrendim.
Acil dışında ameliyat yapılmayacağı ve hasta kabul edilmeyeceği de yazıyordu haberde.
Parmak uçlarından başlayıp bedenime yayılan ancak tarif edemediğim derin acı hissettim haberi okuduğumda.
Öyle ki her akşam açıklanan turkuaz tablo gösteriyor ki tablo ağırlaşıyor vaka ve ölüm sayılarında yeni rekorlar kırılıyor.
Böyle devam ederse bugün Ordu yarın hangi ilimiz kimse bilemiyor.
Durum bu iken televizyon ekranları, hala ağırlaşan tablonun sebeplerini, çözüm yollarını araştırması gerekirken; Katar, İstanbul Borsasına ne kadar para ödedi? Bülent Arınç neden istifa etti, Ümit Özdağ ne söyledi… Gibi sığ tartışmalarla halkı uyutmaya çalışıyorlar.
Ekranlara tüneyen kadrolu baykuşlar (yorumcular), her akşam vatandaşın gerçek gündeminden uzak içi boş yorumlarla yazık ediyorlar bu memlekete.
Koca bir ülke açık hastaneye dönüyor onların derdi ise başka.
Neyse konumuz bu değil.
Sağlık sistemimiz Ordu’dan gelen bu son haberle kırmızı alarm verdiği gerçeğini önümüze seriyor! Anlaşılıyor ki bugüne kadar alınan tedbirler yetersiz. Virüsün yayılma hızı durdurulamıyor.
Durum ciddi ve tehlike çanları bu sefer hepimiz için çalıyor!
Belki de siz bu satırları okurken Sayın cumhurbaşkanı yeni tedbirleri açıklamış olacak.
Ülkemizde artık tanıdığı biri covid-19 nedeniyle ölmeyen kimse kalmadı neredeyse.
Toplumdaki ortak kanaat, yarım yamalak sokağa çıkma yasağı ile bu kötü gidişin tersine çevrilmeyeceği yönünde.
Onlarca üyesini pandemi sürecinde kaybeden Türk Tabipler Birliği, salgının kontrol altına alınması için on dört günlük tam kapanma istiyor haklı olarak.
Bu savaşın en ağır yükünü omuzlarında taşıyan sağlık ordusu da yoruldu. Belki de tükenme noktasına geldi. Bunu sağlık bakanının sosyal medyada yapmış olduğu paylaşımların altına yazılan yorumlardan da anlayabiliyoruz.
Nasıl gelmesin ki! Hastaneler yoğun bakımlar doldu taşıyor.
Doktoru, hemşiresi, ebesi hülasa tüm hastane çalışanları giydikleri tulum ve koruyucu kıyafetler içinde aylardır canla başla mücadele ediyorlar. Kıyafetlerini çıkardıklarında yüzleri tanınmaz hale geliyor.
Kimse oturduğu yerden klavye kahramanlığı yapmasın. Bir hemşire eşi olarak bunu bizzat görüyor ve yaşıyoruz.
Aylardır izin kullanamıyorlar. Çalışma periyodunda on dört gün evlerine gelemiyor çocuklarını göremiyorlar.
Bitmedi.
Günü dolan emekli olamıyor. İstifa etmesi gerekenler edemiyorlar.
Böylesi çetin ve zor bir dönemden geçiyor sağlık emekçilerimiz. Hepsine minnettarız.
Öyle zorluklarla mücadele ediyorlar ki öğrendikçe insanın yüreği sızlıyor.
Hastanelerde yaşadıkları yetmezmiş gibi sivil yaşamda da mağdur ediliyorlar. Örnek mi istersiniz. Cemile Deniz. Bir ebe hanım. Görevli olduğu hastanede korona mücadelesine katıldığından “yüksek riskli” denilerek çocuğunun velayet hakkını kaybetti.
Ebelikten öte bir anne olarak kalbini yaralayan bu kararın düzeltilmesini ve adaletin sağlanmasını istiyor.
Evet…
Dedik ya tablo ağırlaşıyor. Geç ve eksik alınan her önlemden dolayı kaybedilen vatandaşın sorumluluğu kime ait olacak? Bilmiyoruz.
Henüz kış mevsimine girmedik. Etkili tedbirler alınmazsa sayının çok artacağını söylüyor uzmanlar.
Günlük açıklanan verilere bakıldığında etrafımızdaki çemberin iyice daraldığını virüsün kapımıza dayandığını görmekteyiz.
Sayın cumhurbaşkanı bile toplumun büyük kesiminin kurallara uymadığını maske takmadığını ifade etti.
Toplumdaki bu gevşeklik ile vurdumduymazlık kendine saygısı olmayanın aylardır bu savaşın ön cephesinde mücadele eden sağlık çalışanlarının emeklerine saygısızlık değil mi?
Yetkililer tarafından alınan tedbirler var.
Özellikle hafta sonlarında gece uygulanan sokağa çıkma yasağı neden gündüz yapılmıyor diyenlerin oranı azımsanmayacak ölçüde.
Gece kulüplerini kapattınız, restoranları kapattınız ama insanların virüslü zihniyetini değiştirmediğiniz sürece bu böyle devam edecektir.
Suçu devlet erkini elinde bulunduranlara atalım ama biraz da kendimizde arayalım diyoruz.
Ana haber bültenlerinde görüyoruz değişik illerde “skandal partiler” yapıyorlar,” “doğum günü” kutluyorlar, mahzenlerde kumar oynatmalar daha neler var neler.
Toplumun hali bu işte…Korona kimsenin umurunda değil!
Çin’de virüs ilk görüldüğünde kapanma yasağına uymayan vatandaşları güvenlik görevlileri ellerinde sopayla evlerine gönderdiklerini televizyonlardan izlediğimizde garipsemiştik.
Eğer o etkili yöntemler olmasaydı bugün Çin vaka sayılarını sıfırlama noktasına gelemezdi.
Demem o ki, maske ve mesafenin çok önemli olduğunun farkında olmayanlar var aramızda maalesef. Gerçekten hala maskeyi doğru dürüst takmayan insanları gördükçe şok geçiriyorum.
Ağızdan aldığımız virüsün miktarı, hastalığın seyrini ve hayatta kalma olasılığımızı etkiliyor.
Biz değil uzmanlar söylüyor. “İki tarafın da maske taktığı ve mesafeli durduğu durumlarda hastalığın bulaşma riski neredeyse sıfır. Elinizi maskenize, yüzünüze, ağzınıza, gözünüze sürmeyin. Evinize gidip iyice dezenfektan… Gibi temizlik ürünlerini kullanmadan, elinizi iyice yıkamadan gözünüze, ağzınıza sakın dokunmayın…”
Netice olarak daha sıkı ve ciddi önlemler alınmaz ise bu kışı çok zor geçireceğiz. Belki de bu zamana kadar yaşadıklarımızı mumla arayacağız.
İşin kötüsü sağlık personeli de bıkmış durumda...
Henüz yakalanmadığımız ancak virüsün kapımıza dayandığı, çemberin daraldığı günlerden geçiyoruz. Allah halimizi ve sonumuzu hayreylesin…
Sağlıklı günlerde görüşmek üzere...