KÜLTÜREL MİRASIMIZ RAMAZAN GELENEKLERİ

Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye kültür ve medeniyetiyle  dünyaya damgasını vurmuş bir cihan devletiydi. Kendi kaynaklarımızda olduğu gibi batılı kaynaklarda da bir sürü methiye bulabilirsiniz ecdadımızın âdetleri, kültürü, insanlara karşı muameleleri ile ilgili.

Bu yazımızda Osmanlı’da Ramazan mevzuunu kısaca anlatacağım. Ecdâdımızın bizlere ne kadar büyük bir kültür ve medeniyet mirası bıraktığının bir nebze dahi olsa şuuruna varabilelim diye.

Ramazan ayı girmezden evvel  önce Padişah tarafından ‘’Tembihnâmeler’’ yani normal günlerden daha bir titizlikle üzerinde durulması lazım gelen hususların yazılı olduğu nameler halka tebliğ edilirdi. Bunlara bir kaç misal verecek olursam;
Yemekler israf edilmesin,
Yemekler dikkatle yapılsın,
Açıkta (ulu orta yerde) oruç yenilmesin,
Kılık kıyafete dikkat edilsin,
Din-i mübin-i islâm’a daha da bir kuvvetli bağlanılsın,
Mesai saatleri iftara ve namaz vakitleri göz önünde bulundurularak ayarlansın,
Gayr-i Müslim teba rahatsız olmasın diye davulcular onların mahallelerinde, köylerinde davullar çalmasın vs.
Ramazan ayında yapılan hayır işleri aleni bir şekilde yapılmazdı. En sık yapılan hayırlar arasında şunlar sayılabilir:
Garibanlara iftar sofraları kurmak,
Esnafların veresiye defterlerindeki halkın yazılı bütün borçlarını kapatmak
İhtiyaç sahibi hanelere kumanya yardımı yapmak
Meslek erbaplarıma önden veya sonradan parası ödenmesi şartıyla onları bilâ-bedel ihtiyaç sahiplerine hizmet ettirmek (Örn: Berberler parası olmayanları traş ederlerdi.

Bayram yaklaştıkça ‘’Arife Çiçekleri’’ yani çocuklara bayramlık alınırdı. Çocuklara; Arife Çiçekleri denilmesinin sebebi Bayramdan önceki gün yani Arife günü çocukların bayramlık kıyafetlerini giyip sokaklarda dolaşmalarındandır.
Ramazan ayının en önemli Geleneklerinden biride darü’l-tabak (ziyafet evi) geleneklerimiz. En güzel ifade ile yedi akşam üç sofra geleneği.  Nedir bu  yedi akşam üç  sofra geleneği? Bu geleneğimiz bilhassa İstanbul’daki zenginler tarafından icra edilirdi. Sadece zenginler değil insanlar gücü nispetinde bu güzel geleneği her Ramazanda  icra ediyorlardı. Ev sahibi, bir hafta boyunca her akşam üç ayrı sofra kurdurturdu. Biri erkekler için, diğeri hanımlar için ve son olanı da uşaklar, çocuklar ve davetsiz misafirler (tanrı misafirleri) için. Darü’l-Tabakların kapıları her daim açık bırakılırdı ki ihtiyaç sahibi kimseler karınlarını doyurabilsinler.

Ecdad sofrasında zengin, fakir ayrımı olmaması için bir uygulama geliştirmiştir. Eve gelen misafir zengin, fakir fark etmez girişteki küfeden üzerinde bir ayet adı yazılı (Yasin Sofrası, Tebareke Sofrası, Bakara Sofrası vs.) olan tahta kaşıktan alır ve aynı ayet adının yazılı olduğu masaya otururdu. Bu sayede zengin fakir herkes kısmetince tanımadığı birilerinin yanına oturtulur ve yeni muhabbetler, dostluklar kurulurdu. Misafirler uğurlanırken ise ‘’Bu akşam sizi soframızda yedirdik, içirdik. Dişinizi eskittik’’ denilerek avucuna para konularak ‘’İşte bu da dişinizin kirası.’’ Denir ve misafirler yolcu edilirdi.

Burada davulcuların çiçeklerle muhabbetinden bahsetmeden geçemeyeceğim.

Ramazan davulcuları davullarına tokmakları vurmazdan evvel önce pencereleri süzerdi eğer bir pencere kenarında sarıçiçekler varsa orada davulunu çalmazdı. Pencere kenarındaki sarı çiçeklerin manası ‘’Bu evde hasta var, bu sokakta ses yapmayın’’ idi. Hastaları rahatsız etmemek adına davulcular ve Sarı Çiçekler arasında bir görünmez anlaşma vardı. Yazılı olmayan bu anlaşmaya bütün davulcular uyardı.

Osmanlı döneminde   berberler gün boyu Ramazan’da insanların temiz gezmeleri için ücretsiz tıraş ederler. Yine insanlar evlerine misafir almadan önce tüm kap kaçaklarını kalaylatırlar  ki gelen misafirlere yeni kalaylanmış kaplarda yemeklerini pişirip sunsunlar. Bu nedenle berberler ve kalaycılar Ramazan ayında en çok çalışan mesleklerin başında gelirdi.

Osmanlıda Ramazan’da sosyal aktiviteler de oldukça renkli idi. Bunlarda birkaçı şunlardı.

Ramazan ayında bilhassa erkekler Kıraathanelerde, Camilerde, Tekkelerde vakit geçirirlerdi. Herkes meşrebine göre intisab ettiği, muhabbet duyduğu kimselerle hemhal olup bu ortamlarda yapılan sohbetlerden, anlatılan hikayelerden, verilen nasihatlerden istifade etmeye çalışırdı. Teravih namazları hep birlikte kılınır.Hanımlar evlerinde sohbetler yapar, Kur’an-ı Kerim tilaveti ile uğraşırdı.Çocuklar da çarşı, pazarda Hacıvat ile Karagöz’ü temaşa ederlerdi.

Bu kültürel mirası yaşayacak ve  yaşatacak bir anlayışa en kısa zamanda ulaşmak dileğiyle hoşçakalın.

YORUM EKLE