Muzaffer ARSLAN (Gezi Yazısı)
Çanakkale’de Türk milleti, sömürgelerden toplanan savaşçıların yanında en üst tabakadan insanlarla savaşmıştır. Batı, varını yoğunu buraya dökmüştür. En gelişmiş silahlarını bizim üzerimizde deniyordular. Bugün Irak’ta, dün Japonya’da olduğu gibi yedi düvel toplanmıştı. Öyle ki İngiliz başkanının oğlu bile Çanakkale’de bulunuyordu çünkü İstanbul yarası vardı içlerinde…
Topçu bataryalarından korunmak için gemilerinde ne kadar top varsa kıyılara yağdırdılar ama yine de hüsrana uğradılar.
Batılıların bu hayâsızca saldırıları nice Türk bilgesinin, gencinin hayatına mal olmuştur. Dünya’nın başka neresinde böylesi bir vatan savunması var doğrusu merak ediyorum. Kaldı ki 1m si için 6 bin şehit vermişiz Gelibolu’nun. Yaşları 15’den başlayan Türk yiğitlerini şehit vermiş azîz Türk milleti, yine böyle bir saldırıya maruz kalsa gözünü kırpmadan koşar, koşarım. İstanbul Lisesi, Kayseri Lisesi öğrencilerinin yaptığını biz de yaparız.
Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın kardeşi bu cephede Şahadet şerbetini içmiş ve soylu bir aileden geldiğini bir kez daha belgelemiştir. Üsteğmen Nazif Çakmak’ın ruhu şâd olsun!
Ruslara yardım etmek için Çanakkale’ye gelen batılı devletler, yaşadıkları ve gördükleri hezimet sonrasında hüsrana uğramışlardır. İngiliz generalinin aklî dengesini bozması kaçınılmaz olmuştur. Çanakkale öyle bir çıkmazdı ki aklını kaybetmesinde ne yapsın zavallılar…
İşgal bütün hayâsızlığıyla sürerken içimizdeki bazı Rum ve Yunanlıların da casusluk yaptığını unutmamalıyız…
Ölüm Koyu (Morto Koyu) düşman için adeta mezar olmuştur. Fransızlar hayatları boyunca unutmayacakları dersi alıyorlardı. Ne yazık ki ilk şehitlerimizi burada Seddülbahir’de veririz. 3 Subay 82 Er gemilerden gelen toplarla şehitlik mertebesine eriyordu.
Dünya bir ilke şahit oluyordu. Denizaltılar ilk kez Çanakkale’de görücüye çıkmıştı. Ertuğrul Koyu’ndaki 63 askerimiz şerefli bir şekilde direniyor, korudukları hâkim tepeyi terk etmiyorlardı. İşte Yahya Çavuş burada ayağından yaralanır. Onlardan bize kalan asırlık borç vatandır, bayraktır, dindir. 41 m 70 cm yüksekliğindeki şehitler abidesi şan ve şeref timsalimizdir.
İçi ve dışıyla şerefli bir büyüğümüz olan Salim Mutlu adlı bir köylü, ömrünü Gelibolu Yarımada’sındaki destana adamış, kendi çapında çalışmalar yapmış güzel bir müze oluşturmuştur. Ne yazık ki herkes onun gibi bilinçli olmamış bu yarımada da tarihî kalıntılar yok edilmiştir.
Zığın Dere ve Sargı Yeri’nde bir savaş ihlali yaparak yaralı Türk askerlerini muayene yerini ateşe tutan medenî Batı. Mehmet Akif’in değimiyle: ”Tek dişi kalmış canavar.” olmanın gereğini yerine getiriyordu.
İngilizler için en iyi Türk: “Beş vakit namazını kılan; her şeyini İngiliz’den umandır.” Osmanlı’daki ve Türkiye Cumhuriyet’indeki isyanlara, ajanlara bakıp bunu anlayabiliriz.
Türk milleti, tarih yapmaktan yazmaya vakit bulamamıştır. Tarih yazmak yapmak kadar zordur diyen büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, bizleri bilmeye ve tedbirli olmaya davet ediyor. Bu iletiyi iyi kavramış insanlardan biri olan Nuri Yamut Paşa, 6 yıl boyunca Şehit kemiklerini toplatmış ve toplu mezar yapmıştır. 1943’te de “Anıt Mezar” inşa edilmiştir.
Bir ara denizden vazgeçip karadan saldırıya geçen düşman birlikleri Soğanlı Tepe’de Türk askerlerine teknolojik imkânlar sayesinde darbe vururlar. Burada Soğanlı Tepe Şehitliği vardır. 6 tümenle dünyanın her yerinden toplanan ve kandırılan düşmana karşı kahramanca savaşılmıştır. Batılının gözünde bu olay şöyle aktarılıyor: ”Türkler, o kadar güzel savaşıyorlar ki adeta uçuyorlar.” Halbuki karanlıkta uçuruma atladıklarını fark edemiyorlar Türk yiğitleri..
57. Alay düşman kuvvetlerinin baskınına uğramış ve tamamı şehit olmuştur. Bu olay bir Alay askerin şehit olmasıyla sonuçlanınca derin yaralar açmış ve hafızalara kazınmıştır. Günümüzde TSK’de 57. Alay yoktur. Bu bir vefâdır.
Anzak koyu’na hareket edince Mehmet Akif’in “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!” mısraı tekrar aklıma geldi. Deniz kenarındaki kale görünümlü toprak yığınları Anzaklar tarafından ürküntü vericiydi. Ama bana ihtişamlı bir sur gibi gelmiştiler. Anafartalar ve Conkbayırı’ndaki siperleri büyük bir hayranlıkla seyrettik. Şehitliklerde duâlar edip fotoğraf çekildik. Atatürk’ün Anıtı yarımadaya hâkim bir tepede olanca ihtişamıyla duruyordu. Rüzgâra meydan okurcasına denizi gözetleyen bu tepeden ayrılıp kalacağımız otele doğru yola çıktık. Eceabat’ta yakın bir yerde “Engin Otel’de” geceyi geçirecektik. Öncelikle yemek yendi yatak yerleri ayarlandı. Sayımız fazla gelince bir grup öğrenci Müdür Bey ile birlikte başka bir otele gitti. Unutmadan Hatice Hanım’ın odası en güzel odaydı bu durum doğal olarak kıskanıldı!.
Dolu dolu geçen bir günün akşamında herkes istirahat etti. Sabah 7.00’de kalkıp kahvaltı yaptık. 8.00’de de gemi ile Çanakkale’ye geçtik. Bu kısa yolculukta yunus balıkları bize eşlik etti.
Şehre inince öncelikle Nusrat Mayın Gemisi ve Askerî Müzeyi gezdik. Nusrat Mayın Gemisi’nde TSK’nin hazırladığı bir gösteri ile “Çanakkale Savunması” konulu bir sunum; Türk Milletini varoluş ve yakarış mücadelesini en güzel biçimde yansıtıyordu.
Boğazın en dar kısmında Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan kale, zamanın özellikleriyle donatılmış buram buram tarih kokan bir eserdir. Güvenliği TSK tarafından sağlanmaktadır. Boğaz kuşatma altına alınınca Kuin Elizabet’ten atılan top mermisi kaleye isabet etmiş; ama yıkamamıştır. Patlamayan top mermisinin içi boşaltılmış sur içerisinden çıkarılmamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in bu emaneti, emin ellerde olduğu için gönlümüzdeki neşeyle buradan ayrıldık. Divan Lokanta’sındaki ziyafetten sonra Turuva’ya yöneldik. Çanakkale’de son gezilecek yer “ Turuva” şehriydi. Rehberimizin bütün ayrıntısıyla bu şehrin tarihini anlattı. Bizimle birlikte burasını gezen turistler de vardı. Öğrencilerimiz İngiliz ve Japon turistlerle iletişim kurmaya çalıştı. İşte bu noktada İngiliz soğukluğu ile Japon sıcakkanlılığı devreye girdi. Buradan ayrıldık. Bursa’ya gitmek üzere yola koyulduk. Yol boyunca deniz bize arkadaşlık etti. Yamaçlara kurulan köylerin minareleri ve yemyeşil arazisi Cennet vatanın nişaneleriydi
Güneş batmak üzereydi. Deniz Kent’te durup birer çay içtik. Yeniden yola koyulduk Son durak Bursa Ulu Camii’ydi. Buraya ancak yatsı namazı saatinde ulaşabildik. Bu ulu mabette huşu içinde kılınan namazdan sonra yola çıktık. Herkes yorucu 2 günü arkada bırakmıştı.
Taşı toprağı altın olan Fatih’in emaneti İstanbul’u, Buram buram tarih kokan Çanakkale’yi, her haliyle Türk olan yeşil Bursa’yı güzel vatanımın Türkiye’min her köşesini seviyoruz. Seveceğiz de…
Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.
Çanakkaledeki manevi huzur çok farklı