Canboğul (11)

Gersud köyü çıkışında çadırlarını kurdular. Hayvanlarını yaylıma bıraktılar. Ayşe’nin aklı kar altında kalan Can ile yırtık entarili eşi Ayşegül’deydi. Ne yapıyordu Ayşegül? Üç aylık evliyken Can’ını kaybetmek. Allah düşmanımın da başına vermesin. Kim bilir nasıl birbirlerini severek evlenmişlerdi? Çok zor… Daha muradının başında muratsız kalmak. Dağlara taşlara vurmak. Mağarada yaşamak. Ölü de olsa Can’ını bulmak için kara, soğuğa, yağmura, çamura katlanmak. 

Can, düşünceli olan Ayşe’ye bakıyordu. Hamamdan sonra giydiği yeni urbası ile bir başka güzel olmuştu. Çemberini arkaya bağlamasıyla at kuyruğuna dönen saçları beline kadar iniyordu. Ne düşünüyordu acaba? Beni mi, yoksa çığ altında kalan Can ile dağlarda yaşayan Ayşegül’ü mü? Sorsam ayıp olur, bana “Ne diye soruyorsun?” derse. Ama mutlaka bir şey düşünüyor. 

-Mahmut emmin senin kızın yine daldı gitti.

-Var bir bildiği yeğenim, sor bakalım niye daldı gitti.

-Ya kızarsa emmim.

-O da şansına kalmış.

-Kızmaz değil mi?

-Bilmem.

-Kızmaz, kızmaz?

-Sor istersen.

-Ayşe, çay içmeyeceğiz mi?

Başını kaldırdı, Can’ın gözlerinin içine baktı. Can’ın yüzü kızardı, utanır gibi oldu.

-Hani çay içelim dedim ama istersen ben demlerim, ateş boşuna geçmesin.

-Ben demlerim Can, sen demliği su doldur getir.

-Olur Ayşe, dedi ve demliği kapar kapmaz koşarak Gerşud Deresi’nden doldurup getirdi.

-Ne çabuk gittin geldin?

-Sen dersin de ben yapmaz mıyım?

-Her dediğimi yapar mısın?

-Yaparım Ayşe.

-Mahmut emmimi ikna et, Can’ın kar altından çıkarılmasına biz de katılalım.

-Zor ama şansımı denerim. Sonra annen merak etmez mi benim ‘güzel’ kızım nerede kaldı diye?

Ayşe, Can’ın ağzından “güzel” sözcüğünü duyunca ılık ılık oldu içi. Bana “güzel” dedi. Güzel miyim, hiç farkında değilim. Aklına yine yırtık entarili Ayşegül’ün “Ben Can’ımı yitirdim, sen yitirme” sözü geldi. Yoksa bu Can benim kısmetim mi? Bakışlarından, konuşmalarından bana karşı bir sevgisi var, var ama bir şey söyleyemiyor. Sanki benim de ona karşı bir şeyler hissediyor gibi halim var. Var ama anamı, kardeşlerimi bırakamam. Her genç kız gibi ben de iyi huylu biriyle evlenme hakkım var. Ama nasıl olacak? Babam sağ iken isteyenler oldu ama ben yok dedim. Babam da beni kırmadı. 

-Merak etmez. Biraz merak eder ama o bana güvenir. Sonra herhangi bir şey olsa acı haber tez yayılır. Anam da kardeşlerim de bana güvenir.

-Güvenirler yani?

-Güvenirler.

-Benim anam da bana çok güvenir.

-Nasıl yani?

-Bir anam bir de ben varım.

-Baban?

-Senin baban gibi rahmetli oldu.

-Kardeşin yok mu?

-Yok.

-Yani teksin.

-Tekim.

-Anan var?

-Var.

Ayşe, demlenen çaydan herkese birer bardak verdikten sonra en son Can’a verdi. 

-Çayın rengi de çok güzel görünüyor.

-Kim demledi?

-İyi çay demliyorsun. Ben böyle çay demleyemiyorum.

-Herkes demleyemez. Anam da beğenir benim çay demlememi. Rahmetli babam da çayı hep bana demletirdi.

-Ne kadar güzel.

-Güzel olan ne?

-Çay demlemen.

-He… 

Mahmut emmi, Ayşe ile Can’ın konuşmalarını bir şey söylemeden kulak kabartıyordu “Sular ısınıyor” diye geçirdi içinden. Güzel de neye varacak bunun sonu? Ayşe Trabzonlu, Can Ardasalı. Hem de Ardasa’nın köyünden. Sonu iyi biter inşallah.

Akşam karanlığı basmadan katır ve eşekleri yaylımdan aldılar. Sağlam olarak çadırların yakınındaki ağaçlara bağladılar.

-Bu akşam kimler nöbet tutacak?

-Ben tutarım, dedi Ayşe.

-Ben de tutmadım, Ayşe ile birlikte tutarız Mahmut emmim.

-Ne dersin Ayşe?

Ayşe önce şaşırdı ama karşı çıkacak hali de yoktu çünkü Can da nöbet tutmamıştı.

-Olur emmim.

-Tamam o zaman, bir şeyler hazırlayıp yemeğimizi yiyelim. 

Şeyran’da bir fırından aldığı fıranzaları ile helva, peynir getirdi Can. Herkes çıkınında ne varsa geniş bileği taşının üzerine koydu. Hepsi mutluydu. Yükler sağlıklı teslim edildi, paralarını aldılar. Artık sağlıklı bir şekilde memlekete dönmenin hasreti başlamıştı.

Yemekten sonra bir süre daha sohbet edip çadırlarına çekildiler. Can ve Ayşe dışında herkes girdiği çuldan yatağın içinde memlekete varacakları günü hayal ederek uyudular. 

Ayşe, yanan ateşin ışığında derede demliği çalkalayıp su doldurdu. Oğuz da onunla gitti geldi.

-Ayşe, çay mı demleyeceksin?

-Evet, içer misin?

-Elbette, uzun bir gece olacak. Ama benim bir teklifim var sana.

-Neymiş?

-Çaylarımızı içelim, daha sonra sen çadırına git, yat uyu, dinlen. Ben tek başıma nöbeti tutarım. 

-Olmaz, ben de nöbet tutacağım. Sen benimle nöbet tutmak istemiyorsan yatıp uyuyabilirsin.

-Yok canım, ben onu demek istemedim. Sabaha kadar nöbet tutmak zor olur senin için.

-Senle benim ne farkım var? Sen tutabiliyorsun da ben niye tutamıyorum?

-Tamam, anlaşıldı, sana söz yetiştirmek zor. Sözümü geri aldım.

-Geri alacağın sözü söyleme Can.

-Tamam tamam.

Bir süre yanan ateşin verdiği ışıkla göz göze geldiler. Can, Ayşe’den, Ayşe de Can’dan gözlerini ayıramıyordu. Yaşanan sessizliği bozan Ayşe oldu:

-Çay demlenmiştir!... Doldurayım…

-Olur Ayşe!...

Ayşe, doldurduğu çayı Can’a uzattı. Can, aldığı çayı önce kokladı, içmeden önce:

-Çok güzel de koktu.  Eline sağlık.

-Afiyet olsun.

Araya mesafe koyarak yanan ateşin karşısına oturdular. Durmadan çay içiyorlardı. Konuşmuyor, yanan ateşi seyrediyorlardı. Oğuz ise ateşin karşısında başını yine kuyruğunun üzerine koyarak uykuya daldı. 

-Biliyor musun Ayşe, ben babana da rehberlik ettim.

-Öyle mi?

-Evet.

-Babanı göremeyince kervanda, demek ki gelmeyecek dedim kendi kendime. 

-Nasıl iyi yürüyor muydu?

-Hem de nasıl, Temel, Dursun onlar tıkanıyor, baban tıkanmıyordu, sigara içmesine rağmen.

-Çok iyi bakardı kendine babacığım, erken ayrıldı aramızdan.

-Allah rahmet eylesin.

-Amin.

Gece ilerledikçe hava gitgide soğuyordu. Ay, buluta bir giriyor, bir çıkıyordu. Çadırların yakınına bağlı olan eşek ve katırlar da oturdular. Üşümesinler diye hepsinin üzerine eski kilim parçaları atılmıştı. Ayşe ile Can, bir süre yanan ateşe baktılar. 

-Ayşe.

-Efendim?

-Bir şey soracağım.

-Buyur sor.

-Kaç kardeşsiniz?

-Benimle beş.

-En büyükleri sen misin?

-Evet ama niye sordun?

-Hiç… Öylesine sordum. Trabzon’un neresindensin?

-Maçka’yı bilir misin?

-Bilirim.

-Zigana’yı geçtin mi bir köy vardır o köydenim.

-Yani?

-Ciharlı köyündenim.

-Yakınmış.

-Evet.

-Annen ve kardeşlerin orada duruyorsunuz?

-Evet, başka nerede duralım ki?

-Doğru ya…

-Can, neden benim aslımı astarımı sorup soruşturuyorsun?

-Hiç, yolum düşerse uğrar bir çayını içerim. Çok güzel çay demliyorsun. Sana bir şey sormak istiyorum.

-Sor.

-Dur hele ben bir çay daha doldurayım.

-Ver bana ben doldurayım, demliğe yakınım.

-Sağol, ben doldururum.

Çayı doldurduktan sonra yerine oturan Can’a:

-Ne soracaktın?

-Ben mi?

-Evet.

-Yok… Öylesine dedim.

-Peki, benim sırtım üşüdü içeriden bir şey alıp omuzlarıma atayım, sen de ister misin?

-Sağol Ayşe.

(Devamı var)

YORUM EKLE