-Ana, dedi Salih Bey, bugün Avliyana’ya gideceğiz, kahya ve seyis ile.
-Hayırdır oğul?
-Bir yıldan fazladır karın altında kalan Can adında bir kervan rehberi var, çıkarılıp çıkarılmadığına bakacağım. Çığın altında kaldığı yere yol yaptırıyorum, bakacağım ne yaptılar.
-Olur oğlum, iyi edersin.
Salih Bey, anasından sonra kahya Kerim’e:
-Kahya, kahveci Pırpır Ali’ye git, atını istediğimi söyle, akşama kadar lazım bize de.
-Hemen beyim.
Yarım saat sonra kahya at ile geri döner.
-Heybelere yiyecekleri doldurdunuz mu?
-Doldurduk beyim, dedi seyis Murat.
-Tamam, eyerlere yerleştirin. Biraz hızlı gideceğiz, sağlam olsun.
-Emredersin beyim.
Terkiler, eyerlere sağlam bir şekilde yerleştirildi. Salih Bey, önde kahya Kerim ve Seyis Murat arkada Zermut’tan çıktılar. Çit yol kavşağına gelince Salih Bey, Şah’ıma “deh” dedi. Tırısa kalkan atlar peş peşe gidiyordu. Hiç durmadan bir saat içerisinde Avliyana’ya gelen Salih Bey, atını Dulağası Yaylası’na sürdü.
Dulağası Yaylası’nda Çakır’ın Ahmet ile Zazal Ömer kalmıştı. Salih beyin yaylaya geldiğini görünce yola çıktılar. Yanlarına gelen Salih Bey, “selam” verdikten sonra:
-Mustafa amca ile Zülfiye ana hala kulübedeler mi?
-Evet, beyim, dedi Zazal Ömer.
Atını kulübeye doğru sürdü Salih Bey, Kahya Kerim ile seyis Murat da onu takip ettiler. Kulübenin önüne gelince atından inen Salih Bey:
-Zülfiye ana, Mustafa amca, ben geldim. Asım Çavuş’un oğlu Salih.
Sesi alan Zülfiye ana, hemen kapıya koştu, açtı:
-Hoş geldin beyim.
-Durmayacağız ana, Mustafa amca nerede?
-İçeride beyim.
-Buyur beyim, diyen Partal Mustafa, el yordamı ile kapıya çıktı.
-Mustafa amca, Allah’ın izniyle Can kardeşimizi bugün alıp geleceğiz. Bir ihtiyacınız var mı?
-Sağol, dedi Zülfiye ana.
-Burada durmayın, toparlanın köye dönün.
-Döneceğiz Salih Bey oğlum ama Can’ımı bekliyorum.
-Siz dönün Mustafa amca, akşama kalmaz oğlunu sana ölü ya da sağ getireceğim.
-Sağ getiremezsin ama oğul, hiç değilse ölüsünü getir, toprağa verelim, mezarını bilelim.
-Siz dönün, beklemeyin, geldiğimde sizi köyde görmek istiyorum.
-Tamam Bey oğlum.
Kahya ve seyise dönen Salih Bey:
-Yola düşelim, yeni yaptıkları yoldan gideceğiz. Hem bakalım yol nasıl oldu hem de nereye kadar yaptılar bakalım. Yiyecekleri de tükenmiş olabilir, bir an önce yetiştirelim.
-Olur beyim, dedi kahya ile seyis.
Salih Bey, yirmi kadar köylünün yolu yaptığını görünce hepsine ayrı ayrı “teşekkür” etti. Köylülerden Bayramın Cemil:
-Beyim, gördüğünüz gibi atı çıkardık, ancak Can’a henüz ulaşamadık. Kar yaz kış kaldığı için kazma ile de zor kırılıyor. Can’a da kısa zamanda ulaşacağımızı sanıyoruz.
-Bir an önce ulaşın Cemil usta. Ana ve babasına söz verdik, bugün oğlunuzu getireceğim diye. Ancak, önce oturun karnınızı bir güzelce doyurun. Kahya, sen terkileri getir, seyis sen de ateş yak çayı demle.
Her ikisi de “olur” dedi.
Köylüler, terkileri açtılar, Salih beyin getirdikleri ile bir güzelce karınlarını doyurdular. Seyis Murat’ın demlediği çaydan içtiler. Bir süre dinlendikten sonra yeniden buz tutmuş karı kırmaya başladılar. Çavuş Hasan ise sürekli uçuruma bakmak üzere görevlendirdiler. Uçurumdan ne zaman taşın kopacağını bilmeyen köylüler, kendilerini güvende hissetmek için uçurumu gözetleyen nöbetçi koyuyorlardı.
Buz tutmuş karın sonlarına doğru yaklaştıkça Can’ı bulma umutlarını da yitiriyorlardı. Salih Bey ise köylülerin çalışmasını çay içerek izliyordu. Cemil’in Bayram, arkadaşından kazmayı aldı. Kalın buzu kırmaya başladı. Kopardığı parçanın ardından urba görmesi üzerine:
-Bulduk galiba.
Herkes oraya pür dikkat bakmaya başladı. Bayramın Cemil, elindeki kazmayı daha dikkatli vurmaya başladı. Buzlar kırıldıkça, urbanın bir kişiye ait olduğunu fark ettiler. Daha dikkatli çalışmaları sonrası Can’ın cansız cesedini buzlar arasından incitmeden aldılar.
-Hiç bozulmamış beyim.
-Bu kadar zaman buzun altında kaldı nasıl bozulmaz?
-Bozulmadı.
Herkes birbirine bakarak “bozulmadı” diyerek hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Çıkarılan cesedi daha önce yapıp hazır beklettikleri sala koydular. Üzerini örterek sıkıca bağladılar.
-Sağ olun arkadaşlar, dönelim, bekletmeye gelmez.
Xxx
Göz kırpmadan sabaha kadar Can ile Ayşe nöbet tuttular. Sabahın ilk ışıklarıyla hiç söndürmedikleri ateşe yeni çalılar attı Ayşe.
-Ben, çaydanlığı su doldurup geleyim Ayşe.
-İyi olur Can, çayı demleyelim Mahmut emmim şimdi uyanır.
Dediği gibi de oldu, kaldığı çadırdan ilk çıkan Mahmut Emmi oldu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hava oldukça soğuktu. Ateşin yanına geldi, ellerini ateşe uzatarak ısınmaya çalıştı.
-Üşüdün mü emmim.
-Biraz Ayşe. Ne de olsa önümüz kış, havalar artık soğuyor.
-Öyle emmim.
Kara çaydanlığı su doldurup getiren Can, yanan ateşin üzerine koydu.
-Emmim erken kalktın.
-Bu sabah öyle oldu Can. Siz hiç uyumadınız mı?
-Yok emmim, dedi Ayşe.
-Sana helal olsun kız, babanı hiç aratmadın.
-O da nöbette hiç uyumazdı değil mi emmim?
-Uyumazdı.
-Sen de uyumadın mı Can?
-Yok emmim. Hem uyusam Ayşe gülerdi beni.
-Başı çok sağa sola devrildi ama uyumadı emmim.
-O kadarcık olur kızım.
-Su kaynadı, ben çayı demleyeyim.
-Çok iyi edersin Ayşe, sabah sabah iyi olur çay, içimiz de ısınır.
Kervandakiler de yavaş yavaş uyanarak çadırdan dışarı çıkıyorlardı. Çadırdan çıkan ateşin başına koşuyordu. Ellerini ateşe tutup ovuşturuyorlardı.
-Çok soğuk var.
-Soğuk.
-Ben bu gece üşüdüm.
-Ben de.
-Daha sefere gelemeyiz.
-Kış erken gelecek.
-Yolda kalırız.
-Aldığımız yükü yerine teslim edemeyiz.
-Ne dersin Mahmut Emmi, yeni bir sefere çıkabilir miyiz?
-Çıkacağımızı sanmıyorum.
-Zigana’yı zor aşarız. Zigana’yı aşsak da buralarda takılır kalırız.
-Ardasa’ya belki bir sefer yapabiliriz. Hele bir memlekete dönelim, bakarız.
-Toptancı Hakkı, yeni sipariş vermedi mi emmi?
-Vermedi.
-Öyleyse sefer yok demektir.
-İyi. Çoluğumuzun çocuğumuzun yanında kalırız. Kısmet olursa baharın çıkarız.
Ayşe, kül üstündeki demliğin kapağını açtı:
-Çay demlendi emmim.
-Haydin herkes bir şeyler getirsin, kahvaltımızı yapıp yola çıkalım.
-Çıkalım.
Kervancılar, çadırlarından peynir, ekmek, zeytin getirdiler. Hep Birlikte kahvaltılarını yaptılar. Sigaracılar, tütünlerini sardı, yaktılar.
-Sabah sabah yine kokuttunuz, dedi Mahmut Emmi, bari biraz uzakta için. Haydi toplayın çadırlarınızı, yola çıkacağız.
Çadırlarını topladılar, herkes kendi hayvanına bağladı. Can Arap atına, katırı olanlar katırlara, eşeği olanlar ise eşeklere binerek tek sıra halinde yola koyuldular. Oldukça keyifli bir yolculuğa başladılar. Yükler teslim edilmiş, yollar kapanmadan memleketlerine dönme huzuru vardı yüzlerinde. Mahmut emminin hemen arkasından gelen Ayşe:
-Emmim, mağarada duracağız değil mi?
-Neden duralım kızım? O uçurumda durulmaz Ayşe.
-Ayşegül’e aldığım entariyi vereceğim emmim.
-O mağaradan çoktan çıkmıştır kızım.
-Olsun emmim, ne olur duralım, mağarada yoksa da ben entariyi oraya bırakırım.
-Öyle olsun Ayşe.
İki saat hiç durmadan yol aldılar. Gavur Geçidi’ne gelince Can durdu. Atından indi. Onu diğerleri izledi.
-Mahmut Emmi, buradan hayvan üstünde geçmemiz tehlikeli olur. Ben önden gideyim, yolu kontrol edeyim, taş kaya var mı bir bakayım. Karşıya geçince ben sizlere seslenirim.
-Tamam Can.
Can’ın sadık dostu Oğuz önde, kendisi atının dizginleri elinde Gavur Geçidi’nde ilerlemeye başladı. Mağaraya az bir mesafe kalınca Oğuz, havlayarak koşmaya başladı. Can’ın arkadan “Oğuz dur, Oğuz dur” çağrısına kulak asmıyordu.
Mağaranın girişine gelince biraz ilerledikten sonra havlamasını sürdürdü. Mağaranın içinden gelen silah sesiyle kendini can havliyle dışarı attı. Koşması ile uçuruma düşen Oğuz durmayı başardı.
Silah sesi ile birlikte Can’ın Arap atı şaha kalktı. Dizginleri elinde tutan Can, Arap’ın şaha kalkması ile dengesini kaybederek uçuruma yuvarlandı. Yirmi-otuz metre uçuruma yuvarlanan Can, bir ağacın kütüğüne zorla tutundu.
Olanları hayretle izleyen Mahmut Emmi, Ayşe ve diğerleri “Cannn!” diye bağırdılar. Akıllı davranan Mahmut Emmi:
-Hayvanların iplerini getirin, durmayın, çabuk olun.
Aceleyle getirilen ipleri birbirine bağladıktan sonra Gavur Geçidi’ne doğru koştular. İpin birini beline bağlayan Mahmut emmi, diğer ipi de eline aldı:
-Ben şimdi bu iple Can’ın yanına iniyorum. Onu bu ipe bağlayacağım, yukarı çekeceksiniz. Daha sonra da beni çekeceksiniz, anladınız mı?
-Ben ineyim, dedi Dursun.
-Konuşmayla zaman geçirecek değiliz. Benim ipi sıkı tutun iniyorum, yavaş yavaş ipi bırakın.
Ayşe, Can’a bir şey olacak diye korkuyordu. Bacakları titriyordu, zorla ayakta duruyordu. Mahmut Emmi, kah dengesini kaybederek kah sürünerek taş yuvarlamadan Can’ın yanına indi.
-Can, sıkı tutun, ipi beline bağlayacağım, seni yavaş yavaş yukarıya çekecekler. Herhangi bir yerinde bir şeyin var mı?
-Yok emmi, diyebildi güçlükle.
-Merak etme, ben yanındayım, ipi sağlam bağladım, dedi ve yoldakilere, ipi gerin, diye seslendi.
Yoldakiler ipi gerdiler. Mahmut Emmi Can’a:
-Can, şimdi ellerini teker teker kütükten al ipi tut, ben yukarıya sesleneceğim ve seni çekecekler.
-Tamam Mahmut Emmi.
-İpi yavaş yavaş çekin.
(Devamı var)