Canboğul (16)

Maçka’nın en güzel ve en büyük köylerindendi Ciharlı köyü. Zigana’nın kuzeyinde kalan köy sonbaharın son ayı kasım bile hala yeşilliğini koruyordu. Sararan gürgen ağaçlarının yaprakları altın sarısı ile ayrı bir güzellik veriyordu köye. Ayşe, annesine ve kardeşlerine kavuşmaktan mutluydu ama içi buruk buruktu. O, sürekli evinin penceresinden boş gözlerle dışarıyı seyrediyordu. Kazma kürekle Maçka’dan başlayıp köylerine kadar gelen yol çalışmaları sürüyordu. Köylerinin içerisindeki yol genişti ama elliden fazla işçi ellerinde kazma kürekle yol genişleme çalışması yapıyordu.  Araba diye bir şey çıkmış, bu yolu da yapacaklar ki arabalar rahat rahat bu yoldan gitsin. 

Köyün çıkışındaydı evleri. Yolda çalışanlar Zigana Dağını aşıp Ardasa kasabasına inecekmiş. Nasıl biter bu kadar uzun yol kazma kürekle. Yol yapılınca kervan işi de kalkacak, taşıdıkları yükler arabalarla götürülecekmiş. Ne kadar iyi olacak. Günlerce yol almaktan kurtulacaklardı. Mahmut emmi ile kervan olup yollara düşmeyeceklerdi. Rehbere de ihtiyaç olmayacak. 

Rehber deyince içerisi “cızz” etti. Geleli bir hafta olmuştu ama Can’ı bir türlü unutamıyordu. Yüzündeki, kollarında, bacaklarındaki yaralar savmıştır şimdi. O nerede, ben nerede? Zigana’dan aşacaksın, Ardasa kasabasına ineceksin ve dağın yamacındaki köye çıkacaksın. Bir anası bir de kendisi. Ne olurdu bizim köyden olsaydı. 

Ne dedi Ayşegül, “Ben Can’ımı kaybettim, sen Can’ını kaybetme.” Tanımaz olaydım keşke, hep aklım onda. Daha bir hafta oldu, özledim onu. Böyle giderse bu özlem bitmeyecek. 

-Kızım, sabahtan beri pencerenin önündesin, doğru dürüst de bir şey yemedin, dedi anası Seher.

-Yok ana bir şeyim yok, öylesine bakıyorum dışarıya, çalışan işçileri seyrediyorum.

-Geldiğin günden beri yüzün doğru dürüst gülmüyor kızım, bir şey varsa söyle ben de bileyim, ben senin ananım kızım.

-Yok bir şeyim ana olsa sana söylemeyip de kime söyleyeyim.

-Selim diyor ki, ablam ne zaman gidecek Maçka’ya?

-Yarın giderim ana, alınacakları alırım.

-Olur kızım. Hadi gel, kardeşlerin de soruyor, ablamızın bir şeyi mi var diye.

-Tamam ana geliyorum.

Köyün içerisinden kemençe çalıp türkü söyleyen gençlere takıldı gözleri. Söylenen türküye kulak kabarttı: 

“Gelemedim güzelim 

Bu sene memlekete

Allah kısmet ederse

Gelirim öbür sene

Kınalı parmağıma

Altın yüzük takayım

Nereden geleceksin

Yollarına bakayım.”

Gençleri söylediği türkünün son kıtası sanki kendisi için söylenmişti. “Kınalı parmağıma altın yüzük takayım, nereden geleceksin yollarına bakayım.” Parmaklarına baktı. Hem yüzük yoktu hem de kınalı değildi. Nereden geleceksin Can, yollarına bakayım. Yollarına bakıyorum Can. Beni unutmuş olamazsın. Gelecek misin? Eğer seviyorsan, dağ, taş demeden aşar gelirsin. Hep yolunu gözleyeceğim. Ayşegül abla Can’ını yitirdi, ben seni yitirmeyeceğim. Sen gelmezsen ben geleceğim.

-Kızım gelsene…

-Geldim ana.

Seher ana, “Yok yok, bu kızda bir şey var. Bu böyle değildi. Benden bugüne kadar hiçbir şey gizlemedi. Gizlediği bir şey mi var acaba? Olabilir, genç kız. Birine gönlünü kaptırmış olabilir. Helal süt emmiş biri olsa bari” diye geçirdi içinden.

Xxx

Can da Ayşe’den farklı değildi. Ayşe’nin dönemeci aşıncaya kadar el sallaması hep gözlerinin önüne geliyordu. Hele uçurumdan kurtardıktan sonra dizlerinin üzerine yatırmasını anımsadıkça içi içine sığmıyordu. Cebinden çıkardığı kanlı yazmayı kokladı. Yıkamamıştı kanlı yazmayı. Ayşe’nin kokusu gitmesin diye kanlı saklıyordu. Bir daha kokladı cebine koydu. 

Ne yapsam, nasıl etsem? Aklım diyor ki,  sür atını, aş Zigana’yı in Ciharlı köyüne. Çal kapıyı, “Ben geldim Ayşe de.” Sarılır mı boynuma? Seviyorsa sarılır. Beni sevmese neden köyün dönemecini dönünceye, gözden kayboluncaya kadar neden el sallasın? Ayşe de beni seviyor. 

Oğlunun kara kara düşündüğünü bir süre izleyen Meryem ana, “Bu oğlanda bir şey var. Onu hiç böyle düşünceli görmedim. Yoksa eve gelin gelecek de bana mı söylemiyor? Sorsam mı acaba? Benden başka konuşacak kimi kimsesi de yok. Bana söylemeyecek de kime söyleyecek? Söyler, söyler. O da mutlaka sormamı bekliyor” diye düşündü ve sonunda sordu:

-Can?

Taştan ses geldi, Can’dan ses gelmedi. “Bu oğlan aşık, yoksa bu kadar dalıp gitmez.” 

-Can, diye bir kez daha seslendi.

-Ha, buyur ana?

-Oğlum ne bu halin, dalmış gitmişsin. Sesleniyor, sesleniyorum, ses vermiyorsun. Nedir seni bu kadar kara kara düşündüren?

-Bir şey yok ana.

-Yok deme, ben seni bu halde hiç görmedim. Söyle yavrum. Ben senin ananım, derdini, sıkıntını bana açmayacak da kime açacaksın?

Can, oturduğu yerden kalktı, geldi anasının yanına oturdu. Başını omuzuna yasladı.

-Aslında var ana ama…

-Aması ne benim yakışıklı, kara gözlüm, söyle canımın içi.

-Bir kız var ana.

-Anlamıştım ben. O, kervandaki kız değil mi?

-Evet ana, o kız.

-Güzel kız da.

-Güzel kız da söz mü ana, dünya güzeli. Ama ne yapacağımı bilmiyorum.

-Niye ki oğlum?

-Çok uzaktalar ana.

-Çok uzak da nereden Can’ım.

-Maçka’nın Ciharlı köyünden ana. Zigana’yı aştın mı ilk köy.

-Uzak değil ki oğlum, dağı aştık mı oradayız.

-Babası ölünce o geldi kervanla.

-Vah kızım. Ailesini o mu geçindiriyor.

-Evet ana.

-Zor olacak ailesini bırakmak ama onunda sevmek, sevilmek, evlenmek hakkıdır oğlum.

-Doğru dersin de ana…

-Doğru derim tabi. 

-Ne diyorum ana, ben gidip bir görsem mi onu? Ailesini, anasını, kardeşlerini tanırım.

-Anlamadım… Kar yağdı yağacak, sen kalkıp Zigana’yı aşayım mı diyorsun?

-Şu anda kar yok ana.

-Zigana’yı benden iyi bilmem lazım oğul, bu mevsimde Zigana’yı çok baba yiğitler aşamadan ya geri döndüler ya da kimisi donarak kimisi de boğularak ölmüştür. Yok oğul izin veremem.

-Etme ana, dayanamıyorum hasretine.

-Hasret etmek iyidir oğul, sevgiyi güçlendirir, kuvvetlendirir.

-Güç ve kuvvet kalmadı ana, onu mutlaka görmeliyim, yoksa bu hasret beni bitirecek.

-Daha bir hafta oldu oğul gideli. Kaç günde gitmiştir köyüne, bırak anasıyla kardeşleriyle dursun hele biraz.

-O da mutlaka beni düşünüyordur ana. Onu düşünmekten gözlerime geceleri uyku girmiyor.

-Olur oğul, ben de rahmetli babanla evlenmeden önce hep onu düşünürdüm.

-Bak gördün mü ana sen de hasrete dayanamıyordun.

-Hiç ısrar etme, kar kapıda yağdı yağacak, aşamazsın Zigana’yı.

-Aşamazsam döner gelirim.

-Dönmezsin oğul, dönmezsin. Sen de baban gibi inatsın. Huyu aynen sana da geçmiş. Sen gidersen ben ne yaparım burada oğul?

-Gider görür, hemen dönerim ana.

-Yapma oğul, aklım hep sende kalacak. 

-Kalmasın ana, sen oğlunu çok iyi tanırsın, seni merakta bırakmam.

-Hadi giderken kar yağmadı, aştın Zigana’yı. Ya dönerken kar yağarsa, o tipide, o siste, o karda nasıl aşıp da bu tarafa geleceksin.

-Ben gelirim ana, sen yeter ki he de. Seni merakta komam.

-Köyden arkadaş al yanına, öyle izin veririm, başka da vermem.

-Etme benim güzel anam, arkadaşla olmaz. Bilirsin Arap sağlam attır, kar da olsa, tipi de olsa yolu bulur. Hem Oğuz’u da alırım yanıma. Bir haftaya kalmaz döner gelirim.

-Bir hafta ben senin hasretine nasıl dayanırım oğul?

-Analar sabırlıdır, benim güzel anam.

-Anlaşıldı, ne desem faydasın. Sen ananı değil Ayşe’yi seviyorsun.

-Güzel anam, ana sevgisi ayrı, yar sevgisi ayrı.

-Tamam Can oğlum, bir haftaya gelmezsen ben yollara düşerim. 

-Benim bir tanecik anam, sarıldı, öptü anasını. 

-Tamam tamam. Bir şeyler hazırlayım terkine korsun, acıktığın yerde yersin.

-Olsun benim güzel anam, nasıl da düşünür beni.

Can, sabaha kadar Ayşe’yi göreceği umuduyla gözlerine uyku girmedi. Sabah erkenden kalktı. Meryem ana, oğlunun erkenden yola çıkacağını düşünerek, kahvaltı sofrasını çoktan hazırlamıştı. 

-O, benim güzel anam, ne güzel de sofra hazırlamış bu sabah.

-Ne yapayım bir hafta yoksun, bari dedim, Can’ım bu sabah güzel bir kahvaltı yapsın.

-Sağol anam, anasının yanaklarından öptü, sen bir tanesin.

-Bırak şimdi yağ yakmayı da karnını iyice doyur, kim bilir bir daha nerede yersin?

-Bilirsin anam, ben açlığa dayanamam. Acıktığım zaman karnımı mutlaka doyururum.

-Bırak konuşmayı da karnını doyur. Ben de terkiye bir şeyler koyum.

-Kim bilir ne güzel şeyler yapmışsındır.

Can, güzelce kahvaltısını yaptı. Anası ile birlikte dışarı çıktılar. Heybeyi, Arap’ın eyerine güzelce yerleştirdi. 

-Oğuz’u almıyorum ana.

-Olmaz, al. Oğuz sadık dosttur.

-Peki ana.

Can, anasına sarıldı, elini öptü, vedalaştılar. Arap’ın dizginlerini eline aldı. El sallayarak yola çıktı. Meryem ana, sağlıklı ve erken dönsün diye arkasından bir kova su döktü.

(Devamı var)

YORUM EKLE