Canboğul (2)

Sabah namazını camide kılanlar Ali Osman’ın kahvehanesinde toplanıp çaylarını içiyorlardı. Camiye gitmeden önce çayı demleyen Ali Osman, namaz sonrası kahvehaneye gelenlere ilk çaylarını veriyordu. Kervancı Mahmut’a çayı veren Ali Osman:

-Hoş geldin kervancı başı. Bakıyorum yine yollardasın.

-Ne yaparsın ekmeğimizin peşindeyiz.

-Herkesin çayını verdim, hele dur ben de kendime bir çay alıp geleyim, birlikte içelim.

-Olur.

Çay ocağından çayını alıp gelen Ali Osman, Mahmut’un karşısına oturdu.

-Hele anlat bakalım kervancı başı, kaç günde geldin Trabzon’dan?

-Tam tamına on dört günde geldik.

-Kaç yerde konakladınız?

-Üç yerde.

-Nasıl söyleyeyim, gerçekten sizin işiniz zor.

-Öyle, ne yaparsın rızık meselesi.

-Yaşına rağmen maşallah hala dinçsin kervancı başı.

-Bu yollar eskitti beni Ali Osman, artık eskisi gibi yol alamıyoruz.

-Ne kadar kalacaksınız burada.

-Bir hafta kadar kalırız. 

-Benim anlamadığım, ha kumaşlar ıslansa bir şey olmaz da yağmur yağdığında şekeri nasıl koruyorsunuz?

-Hemen konaklıyor, çadırı kurup şeker yükünü çadırın içerisine yerleştiriyoruz.

-Allah yardımcınız olsun, gerçekten işiniz zor.

-Zor Ali Osman Zor.

Sohbetin uzayıp gitmesi kahvede bulunanların da dikkatlice dinlemesine neden oldu. Kervancı Mahmut, kasabada kalacakları süre içerisinde camide namazını kılmayı ihmal etmiyordu. Ali Osman iki çay daha getirerek, az önce kalktığı yere oturdu.

-Ali Osman, çok güzel bir caminiz var, ne zaman yapıldı bu cami?

-Yapılışını ben bilmem kervancı başı ama Ermeni şerefsizlerinin camimizi ahır yaptıklarını bilirim.

-Nasıl yani?

-O şerefsiz Ermeniler, Rusların bu bölgeyi işgalinde çok şımardılar. Nice canlara kıydılar. Şerefsiz Ermeni çeteleri, atlarını camimize çekerek ahır olarak kullandılar.

-Vay şerefsiz oğlu şerefsizler. 

-Hem de ne şerefsizler kervancı başı. Camiyi sonradan cami haline çevirmek için çok emek harcadık. Savaş yıllarıydı. Ruslar çekildikten sonra Ermeniler yalnız kaldı. Daha sonra çekip gittiler. Kimsede para pul yoktu. Tırnaklarımızla camimizi bugünkü haline getirdik kervancı başı.

-Emeğinize sağlık, çok güzel yapmışsınız. İnsan bu camide namaz kılmaktan büyük haz alıyor. Hele sabah namazından sonra senin bu güzel çayını içmenin verdiği haz da ayrı Ali Osman. 

Cebinden para çıkardı Ali Osman’a uzattı. 

-Olmaz kervancı başı bugünkü çaylar benden olsun. Her zaman beklerim.

-Sağol Ali Osman, bizimkiler uyanmışlardır.

-Tamam kervancı başı.

Xxx

-Ana ben kasabaya gidiyorum. Kervan gelmiş, bir konuşalım bakayım ne zaman yola çıkacağız.

-Tamam oğul, selametle git.

-Bir isteğin var mı ana?

-Yok oğul, çok şükür şu anda bir şeye ihtiyacımız yok.

-Kal sağlıcakla ana.

-Git selametle oğul.

Can, kapı önündeki Arap’ı sevdi okşadı. Kulübesinin önündeki Oğuz, durmadan kuyruğunu sallıyor, adeta beni de götür kasabaya der gibiydi.

-Anladık, sensiz ben bir yere gider miyim?

Oğuz’u çözdü, atına atladı. ‘Deh’ deyip sürdü. Önce tırısa giden Arap, daha sonra ikinci bir ‘Deh’ ile dörtnala gitmeye başladı. Avliyana’dan Ardasa kasabasına iki saatlik yol vardı ama bir saatte kasabanın girişine vardı. Atından inmedi. Toprak ve çakılla kaplı kasabanın içerisindeki yolda giderken çevresine bakmayı da ihmal etmiyordu. Atın ayak seslerini duyan Fatma kız, hemen cama koştu. Can’a sevgiyle bakıyordu. Yakışıklı, kara yağız delikanlıydı. Kara kaş, kara gözleriyle her geç kızın hayal edeceği gençti. Hele atın üzerinde bir başka görünüyordu. Hafif öne eğilmesi Fatma kızın çok hoşuna gidiyordu. Böyle yağız delikanlının atının terkisinde gitmeyi çok isterdi ama Can, Fatma kıza hiç bakmıyordu. Üç kemerli taş köprünün üzerine gelince Arap’ın başını geldiği yöne çevirdi, durakladı. Üç beş kişi ancak görebildi. Kasap Cemal, sandalyesini kapının önüne atmış, sigarasını içiyordu. Fırıncı Garson Ali ise ekmek almaya gelecek müşterileri için kapının önünde dikleniyordu. Burhan Usta’nın üç katlı konağının en alt katında Çapulacı Hüseyin’e ilişti gözleri. Köylülerin getirdiği yırtık lastik ayakkabılara yama vurmakla meşguldü. Hüseyin, yırtık yere yapıştırdığı parçayı sağlam olsun diye dövdüğü çekicin sesi geliyordu. Köprünün orta yerinde ise iki tane köpek birbirleriyle oynuyordu. 

Yeniden atının başını çevirdi, köprüyü geçti. Kapıda oturan kahveci Kodalak’a ‘selam’ vererek, her hafta Pazar günleri kurulan semt pazar yerinde konaklayan kervanın yanına gelince atından indi. Dizginlerini eline aldı. Kervancı Mahmut’u genç bir kız ile otururken görünce yanına gitti.

-Hoş geldin Mahmut Amca.

Mahmut ile Ayşe ayağa kalktılar. Mahmut:

-Hoş bulduk Can oğul

Ayşe de “Hoş bulduk” dedi.

-Hayırdır, kervancı başı, kızını da mı getirdin?

-Yok be Can, bu kızın adı Ayşe. Bir ay önce tanırsın babası Dursun’u kaybetti. O da mecbur kalıp babasının yerine geldi.

-Hoş güzel de Mahmut Amca, bu kız, Ayşe mi her ne ise adı, Gavur Dağlarını aşamaz ki.

-Ben de söyledim ama, mecbur geldi. O da ekmeğinin peşinde. 

-Dağı aşarken bize ayak bağı olur Mahmut Amca.

Ayşe, Can’ın gözlerinin içine bakarak:

-Olmam, dedi tok sesle. 

-Bak Ayşe, aşacağımız dağın adı Gavur Dağları. Sisi var, boranı var, karı var, tipisi var. Bu halinle aşamazsın. Çok insan ekmeğinin peşinde iken aşacağımız dağda can verdi.

-Aşamazsan, benden önce ölenler gibi ben de dağda ölürüm, hiç değilse ekmeğinin peşinde iken öldü derler.

-Sen bilirsin.

-Hele gel otur, çayımız var, Ayşe kızımız demledi, bir bardak da sen iç.

-Neden olmasın Mahmut Amca?

Ayşe, çadırın içinden aldığı bardağa çay koyup Can’a uzattı.

-Sağol Ayşe.

Çayını yudumlarken:

-Söyle bakalım Mahmut Amca, ne zaman hareket ediyoruz, iki gün sonra burada semt pazarı kurulacak. Toparlanmanız lazım.

-Yarın sabah toparlanıp yola çıkalım diyoruz Can. 

-Tamam, ben sizi köyde beklesem olur mu, köye kadar herhangi bir sorun yok, yol güzel, her zaman gittiğiniz yol.

-Olur neden olmasın. Sabah yola çıkarsak akşam saatlerinde köyde oluruz. 

-Tamam köyle birleşir, Dulağası Yaylası’nda o gece konaklar, sabahın ilk ışıkları ile yola çıkarız.

-Tamam Can oğlum, köyde buluşuruz. Buluşuruz da kaç para vereceğimizi söylemedin.

-Her zaman kaç para veriyorsan yine aynı parayı verirsin Mahmut Amca.

Can, tam kalkacağı sıradai Ayşe’ye bu kez dikkatlice bakınca, içine ılık ılık bir şeylerin aktığını hissetti. ‘Çok güzel kız, yazık, ölüp kalacak Gavur Dağı Geçidinde’ diye geçirdi içinden. ‘Çok güzel, çemberinin altındaki siyah saçları da ayrı bir güzellik veriyor. Ne yapıyorsun Can, elin garibine bu şekilde bakılır mı, aklını başına al’. 

-Köyde buluşuruz Mahmut Amca.

-Tamam oğul.

Xxx

Şişman Mahmut’un dükkanının önüne gelince durdu. Arap’ın dizginlerine serbest bıraktı. İçeri girdi.

-Selam Şişman amcam.

-O, hoş geldin Can.

-Her zamanki gibi doldur terkimi.

-Ne o yine Gavur Dağını mı aşacaksın.

-Öyle Şişman Amca.

-Başka işe baksan, ne bileyim bağınla, bahçenle uğraşsan, ekip biçsen.

-Senin dediklerinin hepsini yapıyorum Şişman Amca. Ne yapayım, bizi Gavur Dağı’ndan aşır diyenlere yok mu diyeyim?

-Yok deme de benden iyi bilirsin çok tehlikelidir Gavur dağı, yazı kışı belli olmaz. Allah korusun çığ düşer.

-Ekmek peşindeyiz Şişman Amca.

-Benden söylemesi Can oğul, geçen yıl kervanın üzerine çığ düşmüştü de altı kişi o dağda can verdi.

-Biliyorum Şişman Amca, rehberin hatasıydı. Benim gittiğim yerden gitselerdi çığ düşmezdi üzerlerine. 

-Allah seni de kervandakileri de korusun.

-Sağol Şişman Amca. Hadi eyvallah, hakkını helal et.

-Helal olsun Can, dikkatli git, selametle git, selametle gel.

Can, dolu heybeyi atının eyerine yerleştirdi. Tıka basa doluydu heybe. Bu kez binmedi. Dizginleri elinde yavaş yavaş kasabadan çıktı. 

Çıkışta atına bindi yavaşça sürmeye başladı. Çit yol ayrımına saptı. Yine uzunca bir yolu vardı ama akşama daha çok zaman var, dedi kendi kendine. Bana mı öyle geldi, yoksa öyle mi Ayşe kız? Belinde bir kabarıklık vardı. Bana göre bu kızın silahı var. Trabzon kızı bu, onlar tabancasız yola çıkmazlar. Yok yok mutlaka tabancaydı. Benim gözümden kaçmaz. Güzel kız, boyu posu da güzel canım. Yine yanlış düşünmeye başladım. Ben en iyisi Arap’a deh deyip bir an önce köye varayım. Anamı merakta bırakmayayım. 

Öyle de yaptı.

(Devamı var)

YORUM EKLE