Kahveci Ali Osman ile vedalaşan Can, Arap’ı bağladığı ağaçtan çözdü, eyeri kontrol etti. Kolanı sağlam olduğunu görünce, dizginleri eline alarak fırıncı Mehmet’in fırını önünde durdu. Fırından yeni çıkarılan ekmeklerin kokusu insanın iştahını kabartıyordu. İki tane ekmek alıp terkisine yerleştirdi. Zermutlu Ahmet’ten de anasına akide ve helva aldı. Hayri Ağanın hanının önüne gelince atına bindi.
Akşam karanlığı basmak üzereydi. Çit Deresine sapan yol ayrımına gelince, “Arap oldukça uzun bir yolumuz var. Karanlık bastırıyor. Umarım ayı ya da kurtlarla karşılaşmayız. Hiçbir yerde karşılaşmazsak Yazılıtaş Geçidinde karşılaşacağımızı tahmin ediyorum, şansımıza.” Atının başını Çit yoluna çevirdi. Tahtaları çürümüş ağaç köprüden dikkatlice karşıya geçince “deh” dedi. Oğuz da arkalarından koşuyordu.
Gökyüzünde yıldızlar tek tük görünüyordu ama ay ışığı yoktu. Patika yolu dikkatli bakınca görüyordu. Arap, karanlık gecelerde bu yoldan çok gidip gelmişti, ona güveniyordu. Çevrede Çit Deresinde akan su sesinden başka bir şey duymuyordu. “Bu dere de olmazsa ses duyamayacağız Arap.”
Şeytan Kayalıklarına gelince durdu. Atından indi. Dizginler elinde karşıya geçince yeniden bindi. Polat Mahmut’un evini geçince oldukça keskin dönemeç olan kuru dere içerisine girdi. Burada da ayıya rastladığını anımsadı. Tüfeğini omuzundan indirdi. İki domuz dolusu fişeği yerleştirdi. Terkinin içinden baba yadigarı parabellumu çıkardı. Beline soktu. Tüfeğini önünde dolaysına uzattı. Oğuz da Arap da sakindi. Bu da çevrede vahşi hayvanın olmadığına işaretti.
Zermut yol ayrımını geçince kayalıkların altındaki oldukça dar yola girdi. Karanlıkta tehlikeli olduğunu biliyordu. Karşı yakadan giden patika yola geçmek mümkündü ama yol uzayacaktı. Paşanın Yolu denilen yerde yine indi atından. Yüz metreye yakın yolu dikkatli geçmek zorundaydı. Ayağının kayması ile birlikte elli metre yükseklikten Çit Deresine düşebilirdi. Arkadaki sadık dostu Oğuz’a seslendi:
-Oğuz gel yanıma.
Sahibin çağrısı üzerine yanına gelen Oğuz’a sarılan Can:
-Hadi önden sen git. Sen yolu daha iyi seçersin. Biz de senin arkandan geliriz, diyerek serbest bıraktı. Oğuz yavaş yavaş yürüyordu. Can da onu takip ediyor, sadık dostunun gittiği çizgiden gidiyordu. Uçurumu geçince rahatladı. Yeniden atına bindi. Haviyana Deresindeki kemer köprüyü geçince de atını mahmuzladı. Çit yol ayrımına kadar yol oldukça genişti. Çit’in altındaki kayalıkları da geçerse Adisa’ya kadar bir sorun yoktu.
Filerin Deresine az mesafe kala karşıdan bir karartının geldiğinin farkına vardı. Tabancasını çıkarıp hazneye mermiyi sürdü. O gidiyor, karşıda ki de geliyordu. Ne kendisi duruyor ne de karşıdan gelen. Oğuz, havlamaya başlayınca, “Sus Oğuz, hele gelenin ne olduğunu iyice görelim.” Tam derenin içine gelince karşı karşıya geldiler. Gelen Salihin Mehmet’ti. Mehmet, “Selam” verdi. Can, “Aleyküm selam” dedi ve:
-Hayırdır, Mehmet abi, ne arıyorsun gece vakti?
-Öküzün biri kayboldu. Onu arıyorum, yol boyunca rastladın mı?
-Yok rastlamadım da nasıl kayboldu öküz?
-Çocuk su içirmeye götürdü, birden bu tarafa doğru kaçtı, arıyorum.
-Ben görmedim, yol boyu da rastlamadım.
-Sağol, ben biraz daha arayayım.
-İnşallah bulursun Mehmet abi, dedi ve yoluna devam etti.
Ay hilal şeklinde tepeleri aydınlatıyordu ama kendisine pek yararı yoktu. Rok Osman’ın bahçesinin karşısından geçerken bahçe içerisinde hareket eden bir karalığın farkına vardı. Arap, şaha kalktı, Oğuz ise havlamaya başladı. Belli ki ayıydı. Tüfeğini havaya kaldırdı. Çiftedeki mermileri ateşledi. Bahçe içerisinde karalık bu kez böğürmeye başladı. Ayı olduğunu kesin anladı. Anladı da dereden karşıya geçip kendi tarafına gelirse ne yapacağını düşünmeye zamanı yoktu. Bu kez tüfeğini karartıya doğru çevirdi ve iki el daha ateş etti. Ayı, böğürtüyle bahçeden hızla çıktı, Gelincik Taşlarına çıkan yamaca doğru hızla koşmaya başladı. “Sus Oğuz, artık gidiyor, haydi biz yolumuza devam edelim.”
Makrel’den sonra Adisa köyüne girdi. Karanlıkta üç dört kişinin gideceği yolda diklendiğinin farkına vardı. Arap’ı yavaşlattı. Yavaş yavaş yaklaştı. Diklenenlerden birisi:
-Dur bakalım! Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Sesi tanımıştı ama bozuntuya vermedi. Atını durdurdu. Tüfeğini omuzuna astı.
Karşısındaki:
-Cevap versene nereden gelip nereye gidersin be adam? İn atından.
-Neden inecekmişim Balcıoğlu?
-Can!
-Can ya.
-Neden cevap vermiyorsun?
-Biraz meraklanın dedim. Hayırdır, eşkıyalığa mı başladınız?
-Yok Can, ne eşkıyalığı? Yaban keçilerimize dadanan avcılar var. Birkaç tanesini avlayıp kaçtılar. Onları takip ediyoruz. Gördün mü yolda kimseyi.
-Yok görmedim.
-Peki, sen söyle bakalım nereden geliyorsun?
-Ben Maçka’nın Ciharlı köyünden geliyorum.
-Ne işin vardı senin orada?
-Bir arkadaşımı görmeye gittim.
-İn atından istersen biraz konuşalım.
-Yok Balcıoğlu, yolcu yolunda gerek, anam çoktandır yolumu gözlemiştir bile.
-Eh, hadi iyi yolculuklar. Ha, Yazılıtaş Geçidini geçerken dikkatli ol, yolda ayı çıkabilir karşına. İstersen geçirelim seni.
-Çok sağ olun silahım var, bakarım başımın çaresine.
-Selametle.
Xxx
-Allah senden razı olsun Seher hatun, gözlerimi sağlığına kavuşturdun.
-Senden de razı olsun.
-Nereden öğrendin sen bunu?
-Rahmetli nenemden öğrendim. Dedeme yapmıştı. Ama onunkiler senin gözlerin kadar iyi olmamıştı.
-Bir kere daha Allah razı olsun. Partal’ı atıp eski Kartal Mustafa olacağım. Sana da ömrüm boyunca minnettar kalacağım Seher hatun. Bir sıkıntın bir derdin olursa söylemezsen çok darılırım bilesin.
-Ne minneti, bir derdim bir sıkıntım olursa komşumsunuz elbette söylerim, size söylemeyeceğim de kime söyleyeceğim.
Bu arada Ayşegül de sofrayı kurdu. Kuru fasulyenin kokusu iştahlarını kabarttı.
-Haydi baba buyurun sofraya.
-Şu fasulyenin yanında bol soğanlı bir de bulgur pilavı olsaydı.
-Onu da yaptım baba, sevdiğini biliyorum.
-Sen gelinlerin en hasısın, kadersiz kızım.
-Allah’tan geldi herif. Allah verdi, Allah aldı. Ya o karın altında kalsaydı da bulamasaydık nice olurdu halimiz?
-Orası da öyle Zülfiye, haydi yiyelim soğutmayalım fasulyeyi.
İştahla kuru fasulye ve bulgur pilavını yediler. Ayşegül, sofrayı topladı, sobanın üzerinde ibrikte kaynayan su ile çayı demledi.
-Hayırlısı ile şu oğlan gelseydi.
-Gelir Seher hatun, Can, akıllıdır. Nereden ne tehlikenin geleceğini bilir. Yahu, niye gitti ki Ciharlı’ya?
-Ah ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Ayşe diye bir kız varmış onu görmeye gitti.
-Hayal meyal hatırlıyorum, şu kervandaki kız mı?
-He o.
-Ciharlı’dan mı?
-Evet.
-Başka bulaşacak yer bulamadı mı Seher hatun?
-Ben ne bileyim, gönül işte…
-Seher hatun, Ciharlı’dan kız almak çok zordur, bunu canın bilmesi lazım.
-Niye zor ki baba? Ayşe de seviyor onu.
-Sen nereden biliyorsun?
-Konuşurlarken duydum baba, birbirlerini çok seviyorlar.
-Kızım birbirlerini sevmeye bir şey demiyorum da Ciharlı’dan dışarıya kız vermiyorlar.
-Nasıl yani? diye sordu Seher hatun.
-Vermiyorlar.
-Yani şimdi seni de önümüze katıp kızı istemeye gitsek, bize, ‘Köy dışına kız vermiyoruz mu?’ diyecekler.
-He, aynen öyle diyecekler.
-Allah Allah, bu nasıl adet?
-O köyün adedi öyle Seher hatun.
-Vermezlerse Can oğlum kaçırır, diyerek söze girdi Zülfiye kadın.
-O daha kötü.
-Kötü mü, niye ki?
-Bütün köyü karşısına alır.
-Desene bizim oğlan kötü yere çadır kurdu.
-Öyle Seher hatun. Allah yardımcısı olsun Can’ın.
-Hayırlısı ile gelse bir an önce.
Ayşegül, çayları doldurdu. Çayından bir yudum alan Mustafa:
-Atımı çok özledim. Ne oldu, duruyor mu?
-Duruyor baba, sağ olsun Seher anam biz yokken yemini hiç eksik etmemiş.
-Çok sağ ol Seher hatun. Yarından tezi yok onu alıp biraz gezdireyim. O şimdi yürümeyi de unutmuştur.
-Onu da Can halletti. Hatta bir sefer de kervana onunla rehberlik etti. Zaman zaman yürüttü, zaman zaman da koşturdu, dedi Seher hatun.
-Sizi gibi komşusu olan az insan vardır Seher hatun. Ne diyeceğimi bilemiyorum.
-Komşuluk hakkı var Mustafa ağa, biz komşuyuz, bu günlerde birbirimize destek olmayacağız da ne zaman destek olacağız?
-Doğru dersin Seher hatun. Gözlerim senin sayende iyileşti. Atımızı baktınız, evimize barkımıza sahip oldun. Allah, oğlunu sana bağışlasın, burnunu kanatmasın.
-Amin Mustafa ağa, hayırlısı ile bir gelse, aklım hep onda. Deli doludur, gece gündüz demez, gözünü hiçbir şeyden sakınmaz.
-Merak etme, o ne yapacağını bilir Seher hatun.
(Devamı var)