Can’ın da yardımıyla şeker çuvalları yıkıldı, Şişman Mahmut’un ardiyesine taşındı. Mahmut emmi:
-Çok yorulduk Can, sadece dağda bir saatlik mola verdik. Hayvanları Hayri Ağanın hanına çekelim de Ali Osman’ın kahvesinde çay içelim.
-Olur Mahmut emmi, benim at da orada. Birlikte gidelim.
Can, Ayşe’den katırının yularını aldı. Ardasa’nın topraklı caddesinden, kemer köprüyü geçtiler. Sokak boyu fırıncılar ile kahvehanelerin ışıkları yanıyordu. Oğuz, Ayşe’nin çevresinde dönüp duruyor, yürümesine adeta engel oluyordu. Karanlık sokağı geçtiler Hayri Ağanın hanının önüne geldiler. Han, köylerden gelen hayvanların çekilmesi içindi. Ayrı ayrı yemlikler vardı. Çekilen hayvanlar birbirlerine zarar vermesin diye aralara tahtadan bölmeler yapılmıştı. Hanın sahibinden anahtarı alıp katırları birer birer yemliklere bağladılar. Hayri Ağanın hazırladığı yemlerden yemlikleri doldurdular ve dışarı çıktılar. Mahmut emmi, Hayri Ağaya hayvanlarını geceleme ve yem ücretini verdi. Ali Osman’ın kahvehanesine yöneldiler. Sokakta yürüyen birkaç kişiden başka kimseler yoktu.
Mahmut emmi önde, arkada Ayşe, Can ve diğerleri kahvehaneye girdiler. Ali Osman hemen yanlarına geldi. “Hoş geldiniz, hemen çaylarınızı getiriyorum” dedi.
-E, anlat bakalım Can, ne yapıyorsun?
-Bir şey yaptığım yok emmi. Dün de gelmiştim, Şişman Mahmut şekerin bugün geleceğini söyleyince, ben de almak için bugün bir kez daha geldim kasabaya.
-Sırf şeker için mi geldin?
-He emmi.
-Başka bir şey için de gelmiş olmayasın Can?
-Sizleri de göreyim dedim emmi.
-Ha, anladım, bizleri de göresin geldi öyle mi?
-Öyle emmi.
-İyi iyi.
Karşıda kurulu olan ve birleştirilmiş masa Mahmut emminin gözüne ilişti:
-Gelecek olanlar mı var? Yemek için hazırlıklar yapılmış. Kimler gelecek acaba?
-Sizler için kendi ellerimle hazırladım Mahmut emmi, yorgunsunuz diye bir şey söylemedim. Azıcık soluklanın dedim.
-Olur mu Can, madem bizim için hazırladın, yiyelim öyleyse.
-Olur emmim buyurun.
Can hem yiyor hem de Ayşe’ye bakıyordu. Ayşe, çok acıkmış olacak ki, Can’ın bakışlarına karşılık vermiyordu. Nice sonra Can ile göz göze geldi.
-Çok sağ ol Can, babana rahmet, mahcup ettin bizi.
-Olur mu öyle şey emmi, ne mahcubu, bizler artık birbirimize yabancı değiliz.
-Öyle öyle, dedi Abdullah.
-Öyle.
-Öyle.
Kahveci Ali Osman çayları yeniden doldurdu getirdi, masaya bıraktı.
-Bize yer var mı Ali Osman?
-Var Mahmut ağa. Otel boş, sizin emrinizde.
-Ayşe kızımız için tek kişilik odan da vardır?
-Tek kişilik bir odam vardı, Can da bu akşam burada kalacağı için ona ayırmıştım Mahmut Ağa.
-Ayşe’ye verebilirsin emmi.
-Sen nerede kalacaksın peki?
-Ben Kambur Cemal’in oteline giderim, burada kalmam yakışık almaz.
-Aferin Can, çok iyi düşündün.
-Ben kalkayım Mahmut emmi, sizler de uzun yoldan geldiniz yorgunsunuzdur, yatıp dinlenin.
-Öyle yapalım Can.
-Sabah görüşürüz.
-Erken gideceğiz Can.
-Ben kalkarım emmi, siz merak etmeyin.
Can, kalktı, çay ocağında Ali Osman’ın yanına kadar giderek, duyulacak bir sesle, “Emmi sakın para almayasın onlardan, ben yarın sana öderim.” – “Olur Can”
Döndü, masaya kadar geldi:
-Hepinize iyi geceler, dedi ve Ayşe ile göz göze geldi. Bir süre gözlerini birbirlerinden ayıramadılar. Mahmut emminin:
-Sana da iyi geceler Can, deyince gözlerini onlara çevirdi, “İyi geceler” diyerek kahvehaneden çıktı, Kambur Cemal’in otelinin yolunu tuttu. Köprünün üzerine gelince durdu. Fırıncı Garson Ali’nin fırınından başka hiçbir yerde ışık yanmıyordu. Garson Cemal, fırınını temizliyordu. Sabah tahta raflara dizeceği ekmek için hazırlık yapıyordu.
Köprünün üzerine gelince durdu. Bayraktaroğlu Mehmet’in bahçesinde havlayan köpeğinin sesi, bulunduğu köprünün altından geçen Harşit Çayı’nın sesine karışıyordu. Gözü hala Ali Osman’ın kahvehanesindeydi. Köprünün taş korkuluklarına sırtını dayadı. Cebinden çıkardığı tabakası ile sigarasını sardı, yaktı. Dumanını az önce çıktığı kahveye doğru üfledi. “Acaba hangi odada yatacak Ayşe, göz göze gelmenin dışında bir kelime bile konuşamadık. Konuşamadık ama bakışlarıma cevap veriyordu. Seviyorum seni Laz kızı, hem de çok.” Sevdiğini haykırmak istiyordu. Biten sigarasını köprüden Harşit Çayı’na attı, Kambur Cemal’in otelinin yolunu tuttu.
Otelde ışığın zerresi görünmüyordu. Alt kısmı kahvehane olan otelin kapısını yumrukladı. Açan olmadı. Biraz durdu bir kez daha hızlı hızlı vurmaya başlayınca, içeriden Kambur Cemal:
-Kim o? diye seslendi.
-Benim Cemal emmi, Can.
-Hangi Can.
-Avliyana’dan Baloğlu Hikmet’in oğlu Can.
-Sen misin Can, geliyorum.
Kapıyı uykulu gözlerle açan Kambur Cemal:
-Hayırdır Can?
-Boş yerin vardır umarım?
-Otel bomboş, çık üste canın hangi odada yatmak isterse o odada yat.
-Sağol Cemal emmi.
Xxx
Sabah kahvaltısını yine hep birlikte Ali Osman’ın kahvehanesinde yaptılar. Can, Ayşe’ye, Ayşe de Can’a bir şeyler söylemek istiyordu ama söylemeye fırsat bulamıyorlardı. Sadece göz göze gelip bakışıyorlardı. Yılların eskitemediği yaşlı kurt Mahmut emmi, onların böyle dalıp gittiklerini görünce araya laf sokuşturup bakışmalarını engelliyordu.
-E, katırcılar kalkın bakalım, yolcu yolunda gerek.
Hesabı ödemek için çay ocağında Ali Osman’ın yanına geldi. Cebinden para çıkarıp, ne kadar borçları olduğunu sordu.
-Hesap ödendi kervancı başı.
-Ödendi mi, kim ödedi?
-Ne yapacaksın, hesap ödendi dedim.
Can:
-Mahmut emmi geç kalıyorsunuz, erken yola çıkın ki, karanlık olmadan köye varasınız. Zigana’nın durumunu biliyorsun.
-Doğru dersin Can, yola çıkmanın zamanıdır.
Hayri Ağanın hanına uğradılar, Can atını, diğerleri de katırlarını çözerek çarşı içerisine aşağı yürümeye başladılar. Toprak sokakta, katırların ayak sesleri sessizliği bozuyordu.
-Vuyyyy, tövbe tövbe, başımıza taş yağacak.
-Ne oldu ula?
-Daha ne olacak, tövbe tövbe, bakamıyorum.
-Neye bakamıyorsun?
-Kıyametin kopması yakındır!
-Ula ne oldu söylesene?
-Daha ne olsun, hiç kadın kısmı pantolon giyer mi? Yok yok, erkekliğin de bir şanı vardır.
-Hangi kadın pantolon giyiyor?
-Ula görmüyor musun, katırcıların arasında giden kız pantolon giyiyor?
-Vayy, doğru dersin, hiç kadın kısmı pantolon giyer mi?
-Ula bizim karılar görmese bari, onlar da pantolon giyeceğim diye tutturursa?
-Yok daha neler, nereden görecekler?
Ayşe, katırların ayak seslerinden konuşulanları duymuyordu. Mahmut emmi önde, arkasında Can, onun arkasında da kendisi, diğerleri ile birlikte köprüyü geçtiler. Hükümet konağının yanına gelince durdular.
-Haydi Can, Allah’a ısmarladık.
-Güle güle Mahmut emmi, isterseniz dağdan aşırayım sizi ne olur ne olmaz.
-Yok Can, dağ iyi görünüyor. Öğlene dağa varırsak akşama yakın köydeyizdir.
-Peki emmi, yolunuz açık olsun.
Can, Mahmut emmi ile diğerlerine sarıldı, Ayşe’ye ise elini uzattı ve:
-Güle güle Ayşe, sözüm söz, mart ayının ilk haftasında görücü yollayacağım. Şimdilik yolun açık olsun.
-Sağol Can, annene selam söyle.
-Söylerim Ayşe.
Mahmut emmi, Ayşe ve diğerleri katırlara binerek Kuru Dereye doğru yola çıktılar. Ayşe bu kez en geride gidiyordu. Sık sık geriye bakıyor, Can’a el sallıyordu, Can da ona. Kuru Dere dönemecini dönünce gözden kayboldular. Can, Arap’a bindi ve dörtnala Kuru Dere’ye doğru sürdü. Dönemeci döndü. Gidenleri şimdi daha rahat görüyordu. Arap’ı şaha kaldırıp kişnetti. At kişnemesine Ayşe geriye baktı. Can’ı görünce başını ikinci dönemeci dönünceye kadar öne çevirmedi. Tam aşacakları sırada el salladı. Can, atını bir kez daha şaha kaldırıp, başını kasabaya doğru çevirdi ve “deh” diyerek dörtnala sürdü. Şişman Mahmut’un dükkanı önüne gelince atından indi.
-Emmi, bana da birkaç kilo şeker ver, ben de köyüme gideyim.
-Olur Can.
Şekeri alan Can, atın terkisine yerleştirdi. Tek sıçramada Arap’a bindi, “deh” dedi. Ardasa sokaklarında Arap’ın dörtnala gidişi tozu dumana katıyordu. Can, atının üzerinde mutluluk ve hüznü bir arada yaşıyordu. Ayşe’yi görmekten çok mutlu, ayrılmaktan ise çok hüzünlüydü. Çit yol ayrımına saptı. Atının dörtnala koşmasını engellemedi. Arap, koştukça o da atının üzerinde kalkıp iniyordu.
Akşam saatlerinde köyüne varan Can, kapıda bekleyen anası Seher hatuna sarıldı, yanaklarından öptü.
-Gördüm ana gördüm, gelinini gördüm.
(Devamı var)