Canboğul (40)

Tam Şekerin dönemecini dönecekti ki karşı taraftan dört tane kurdun gideceği yoldan doğru geldiğini gördü. Arap şaha kalktı, Oğuz ise havlamaya başladı. Kurtlar olduğu yerde çakılı kalmışlardı. Ne kendisine doğru geliyor ne de gidiyorlardı. Tüfeğini kurtlara doğru çevirdi, ateşledi. Kurtlar bağırarak ormanın içerisinde kayboldular.

-Sus Oğuz kaçtılar, daha havlamana gerek yok. 

İki el daha ateş etti. İçi rahatlamıştı. Arap huysuzluğundan Oğuz da havlamasından vazgeçince yoluna devam etti. Zigana köyüne yaklaştıkça kar kalınlığı inceliyordu hatta yolun bazı yerlerinde karlar erimiş, çıplak toprak görülüyordu. Köye hakim dönemece gelince yeniden durdu. Atının başını geldiği yöne çevirdi. Bir süre yola ve ormana baktı.

-Akşam olmak üzere, Lütfi ağayı görüp anahtarı vereyim, dedi ve bu kez atını tırısa kaldırdı. Köye girdiği sırada akşam ezanı okunuyordu. Doğruca Lütfi ağanın gittiği kahvehanenin önünde durdu. Atını kapıdaki çam ağacına bağladı. İçeri girdi, “selam” verdi. Kahvehaneye göz gezdirdi, Lütfi ağa yoktu. Çay getiren Servet’e, Lütfi ağayı sordu. Camiye gitti cevabını aldı.

Akşam namazını kılanlar kahvehaneye geliyorlardı. Lütfi dayı ve arkasından birkaç kişi ile içeri girdi. Can’ı görünce ona yöneldi. Can ayağa kalkarak, Lütfi dayının elini öptü. Kahvehaneye gelenlere çay veren Servet, Lütfi ağaya da getirdi.

-Servet bana açık çay ver.

-Açık çay yok emmi.

-Nasıl açık çay yok?

-Açık çay satmıyorum.

-Ben açık çay içeceğim.

-O zaman başka kahveye gideceksin.

-Bana açık çay ver, yoksa boşaltırım kahveyi.

-Boşaltırsan boşalt ben açık çay satmıyorum.

-Nasıl satmıyorsun, ben mecbur muyum demli çay içmeye?

-İçmeyebilirsin, dedi Servet ve getirdiği çayı tam alacaktı ki:

-Bırak kalsın.

-Neden açık çay vermiyor emmi, diye merakla sordu Can.

-Servet öyle, ‘açık çay’ dediğin zaman hem kızıyor hem de ‘başka kahveye git, bende açık çay yok’ diyor. 

-Yeni bir şey daha öğrendim emmi.

-Şimdi sen onu bunu bırak da ne yaptın?

-İyi ki gitmişim emmi, yoksa katırcılar dağda donarak öleceklerdi.

-Deme?

-Akşam senin malikanende kaldılar. Çığ geldi, kendilerini çığdan zor kurtardılar. Yük getirmeden önce kar kütüklerinin kapattığı yolu açmaya geldiler.

Can, olanları anlattıkça çevresi daha da kalabalıklaşıyordu. Herkes Can’ı can kulağı ile dinliyorlardı. Kendisinin de köye kadar nasıl geldiğini anlattı.

-İyi kurtarmışsın kurtlardan Can, dikkatli davranmasaydın seni de atını da köpeğini de parçalardılar. 

-Öyle emmi. Belirli aralıklarla havaya ateş ederek geldim.

-İyi ettin.

-Ben anahtarını vereyim. Karanlık bastırıyor, kasabaya varayım emmi.

-Olsun Can, selametle. Mayısın on beşinde gideceğiz kız istemeye haberin olsun.

-Biliyorum emmi, kalın sağlıcakla.

-Selametle yiğidim.

Can, dışarı çıktı, atını bağladığı çam ağacından çözdü, bindi ve Ardasa’ya giden yola dönerek, Arap’a “deh” dedi.

Can, kahvehaneden ayrıldıktan sonra, masada oturan ak sakallı Hacı Yusuf, Lütfi ağaya seslenerek:

-Ağa, giden Baloğlu Hikmet’in oğlu muydu?

-Evet Hacı emmi.

-Çok iyi tanırım Baloğlu Hikmet’i, mert, babayiğitti.

-Öyle Hacı emmi öyle.

-Allah rahmet eylesin.

-Amin.

Akşam vaktinin ilerleyen saatinde kasabaya vardı Can. Bazı kahvehaneler lüks ışığıyla bazıları da gaz lambası ile aydınlatılıyordu. Taş kemer köprüde atının nal seslerinden başka Harşit Çayı’ının sesi vardı kasaba sokaklarında. Burhan usta çoktan çilingir dükkanını kapatmıştı. “Yarın uğrayıp fişek alayım Burhan ustadan” dedi Can. Atının köprüde çıkardığı nal seslerini duyan Fatma, yine pencereye çıktı. Karanlık sokakta Can’ı zor görüyordu ama “O Can” dedi içinden. 

Hayri ağanın hanının önüne gelince atından indi. Hanın anahtarını aldı. Atını yemliğe çekti, önüne yemini koydu. Eyerini söktü, tahta bölmenin üzerine koydu. “Oğuz sen de bu akşam burada kalacaksın” diyerek handan çıktı. Hancıya ücreti ödeyip Ali Osman’ın kahvehanesinin yolunu tuttu. 

Kahvehanede Ali Osman’dan başka kimse yoktu. İçeri girince Ali Osman’ın yüzü güldü.

-Yalnızlıktan ölecektim neredeyse. Kahvehaneyi kapatmayı düşünüyordum. İyi ki geldin, hemen birer çay içelim. 

Çayları doldurup Can’ın yanına geldi.

-Sakın Ciharlı’dan geliyorum demeyesin?

-Aynen öyle Ali Osman emmi. 

-Bu karda kışta canından mı bezdin a yavrum?

-Ne yapayım rehberlik kolay değil. Yarın on beş katır gelecek şeker için.

-Daha on gün önce şeker gelmedi mi Can?

-Geldi de Şişman Mahmut’un ardiyesine su doldu, on beş çuval şeker erimiş.

-Deme, yazık oldu.

-Öyle emmi.

-Bu akşam buradasın değil mi?

-Evet.

-Otel boş, istediğin odada yatarsın.

-Sağol emmi.

-Ben gidiyorum, işte anahtar. 

-Tamam emmi, ben de çok yorgunum, yatıp dinleneyim.

-O zaman iyi geceler Can.

-İyi geceler emmi.

Kahveci Ali Osman çıktıktan sonra kendisi de otele çıktı. Bulduğu tek yataklı odaya kendini attı. Duvarda asılı olan gaz lambasını yaktı. Fazla ışık olmasın diye lambanın fitilini yarıya indirdi. Loş bir ışık vardı şimdi odada. Lastik çizmelerini çıkarıp boylu boyunca yatağa uzandı. Ayşe ile el ele tutuştuğu o saatleri anımsadı. Sıcacık parmaklarını tutar gibiydi. Sıktığı avucunu ağzına götürdü açtı, öptü. Şunun şurasında Mayıs on beşine ne kaldı ki, sayılı günler tez geçer. Yarın akşam nasıl olsa burada olacak. Yine göreceğim, kara kaşlı, kara gözlümü. Çok seviyorum seni Laz kızı çoook. Zigana’dan Ciharlı yol ayrımına kadar hiç elimi bırakmadı. Eli bana adeta “Beni bırakma” diyordu. Nasıl bırakırım ki, bir kere tutmuşum elini bırakmam mümkün mü benim gözümün nuru? 

Xxx

“Yarın yine sevkiyat var. Can’ı yine görebilecek miyim acaba? Ne yapıyordur şimdi? Tek başına saldık onu Zigana’nın karına, boranına. Varmış mıdır kasabaya? Bu böyle olmayacak, bu dağlar anlatıldığına göre çok canlara mal olmuş. Çok insanlar donarak ölmüş, tipiden boradan ölmüş. Aç kurtlar sürü halinde geziyor Zigana ormanlarında. Ağaçların uğultusu insanı deli ediyormuş. Seni gördüğümde ilk söyleyeceğim bir daha gelmemem olacak Can. Gavur Geçidinde boğulmadı mı Can? Ayşegül abla üç aylık gelin iken dul kalmadı mı?. Aç susuz dururum da Can’ımsız duramam. Rehberliği mutlaka bıraktıracağım sana Can. Başka bir iş bul çalış. Odun sat, meyve sat, bana yeter de artar bile.”

“Dağın boranına, soğuğuna seni kurban edemem. Aç kurtlara seni yem edemem Can. Köyde birlikte çalışır, patates, fasulye yetiştirir pazarda satar yine geçiniriz. Bir Can boğuldu, ikinci Can boğulmayacak. Ben seni canımdan çok seviyorum Can. Ayşegül ablanın gölün başında, o sisli havada bana söylediği ‘Ben Can’ımı kaybettim, sen Can’ını kaybetme’ sözünü unutamam Can. Beynime kazımışımdır onun söylediğini.”

“Nasıl da tutmuştu elimden. Zigana’nın o soğuğunda üşümemem için elinin sıcaklığını verdin bana. Parmaklarım donmasın diye avucunun içine aldın Can. Dönüp de bir söz bile söylemedin bana. ‘Benim ayaklarımı bastığım yere ayaklarını bas Ayşe’ derken ne kadar içten söylediğini unutamıyorum. Bana kem gözle hiç bakmadın. Hep içtendin, dostun, arkadaştın, yarendin. Seni buldum, kaybedemem Can. Bir daha bu dağlara vurma. Beni merakta bırakma. Sensiz yaşayamam.”

Gözleri loş lambanın ışığı altında yavaş yavaş kapanıyordu ki:

-Ayşe kızım, uyudun mu?

-Yok daha ana, hayırdır bir şey mi oldu?

-Yok kızım, uyku tutmadı da biraz konuşayım seninle dedim.

-Gel benim güzel anam, gel.

Meryem ana, kapıyı açtı. Kızının yatağının ucuna oturdu.

-Ne oldu benim güzel anam?

-Bir şey olmadı kızım, uyuyamadım.

-Sen yattığında hemen uyurdun ne oldu ki ana?

-Şimdiden senin yokluğunu hissetmeye başladım canım kızım.

-Ana, ben daha buradayım. Henüz ortada bir şey yok, Can ile birbirimizi sevmenin dışında.

-Öyle de kızım gideceksin daha.

-Benim canım anam, sen anaların en hasısın, sen anaların en güzelisin.

Birbirlerine sarıldılar. Meryem ananın gözleri doldu, lambanın loş ışığı altında yanaklarından aşağıya akan iki damla gözyaşı çenesinden kızının omuzuna damladı. 

-Yapma ana, ben gidersem iki tane aslan gibi oğlun var, benden daha iyi, benden daha güzel iki tane gelinin kaynanası olacaksın.

-Elin kızı, öz kızının yerini tutar mı benim kara gözlüm?

-Tutar ana, niye tutmasın ki? Gel, birbirimize sarılıp birlikte yatalım bu gece. Tıpkı eskiden olduğu gibi göğsünde uyuyayım canım anam.

Bir daha sarıldılar. 

-Sabah yine erken kalkıp yollara düşeceksin.

-Olsun ana ben alışığım.

-Ömer gitsin senin yerine.

-Olmaz ana, Ömer kahvehanede çalışıyor. Zaten kasabaya gideceğiz. Yarın akşama Ardasa’ya varır. Ertesi sabah döner geliriz.

-Nerede yatacaksın.

-Ali Osman emmi var, onun otelinde kalırız. Geçen sefer olduğu gibi. Ben tek kişilik odası var orada kaldım. Yarın akşam da öyle olur.

(Devamı var)

YORUM EKLE