Canboğul (45)

Ciharlı köyünde çeşme başı kalabalıktı. Çeşmeden su almaya çoğunlukla kadınlar ve kızlar gelirdi. Çeşme başı dedikodunun yoğunlukla yapıldığı yerdi. Kadınlar, kocalarının tembelliğinden, kızlar ise oğlanlardan konuşurlardı. Bu günkü çeşme başının dedikodusu Ayşe ile Can’ın birbirlerine olan aşkıydı. 

-Çevriye kadın, Ayşe dışarıya gitsin diye yıllardır atalarımızın uyguladığı töreyi kaldırdı kocalarımız.

-Hiç sorma Feride, o kadar kızdım ki benim herife.

-Ben de bastım bağırdım. Töre kalksa da kalkmasa da köyün dışına kız vermem dedim.

-O ne dedi?

-Kim?

-Kim olacak, kocan olacak herif?

-Tek söz söylemeden kapıyı çekip çıktı, doğru kahveye.

-Valla Cevriye benim bir kızım var, Allah’a büyük söz olmasın vermem dışarıya.

-Ben de vermeyeceğim.

-Peki kızlar dışarıdan birini isterlerse ne yapacağız?

-Vermeyeceğiz.

-Seher hatun da kızına çok yüz verdi. Hiç kız kısmı katırcılık yapar mı?

-De de onu de. 

-Ben acından ölsem, kızımı katırcılarla yollamam.

-Ben de.

-Yolladı da ne oldu, dünyanın bir ucundaki adama gönül verdi.

-Hiç sorma, onun yüzünden de töreyi kaldırdılar. 

-Uşak uyanmıştır, ben gidiyorum.

-Ben de.

Çeşmenin kenarında oturan kızlar Cevriye ile Feride’yi söze girmeden dinlediler. Onlar gidince bu kez kendi aralarında başladılar konuşmaya.

-Bunlar hala ne kafadalar. Ben Zigana’dan birini seveceğim de anam babam vermeyecek, kaçarım valla.

-Ben de kaçarım.

-İyi ki töreyi kaldırdılar. Yaylada gördüğüm oğlanla bu yıl görürsem artık konuşurum.

-Unutamadın yayladaki oğlanı?

-Öyle deme kız, yakışıklı oğlandı.

-İçi yakışıklı olsun.

-Orası da öyle Fadime.

-Ne diyeceğim biliyor musun?

-Bizim köyde de yakışıklı oğlanlar var.

-Yoksa birine gönlünü mü kaptırdın?

-Yok ama her an olabilir.

-Kimmiş söylesene?

-Yok söylemem.

-Söyle kız, bizden söz çıkmaz.

-Yok yok söylemem. 

-Ben de birine dikkatli bakıyorum.

-Bak sen kapı komşumuzun kızı Hacer aşık olmuş da bizim haberimiz olmadı.

-Yok kız, aşık değilim ama, oğlan hoşuma gidiyor.

-Kimmiş peki?

-Sen söylemedin, ben de söylemem.

-Sen söyle Hacer ben de söyleyeceğim.

-Söz mü?

-Söz.

-Ayşe var ya.

-Hangi Ayşe?

-Hani şu Meryem ananın kızı Ayşe.

-Eee.

-Onun kardeşi Ömer.

-Ömer mi? diye sordu Fadime kaşlarını çatarak.

-Evet ne oldu?

-Bir şey yok. Anam bekler gideyim.

-Hani söz verdin söyleyecektin oğlanın adını.

-Sen söyledin ya.

-Ne?

Xxx

Köyün çıkışında Celal, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Çok öfkeli olduğu attığı her adımdan belli oluyor, kendi kendine söyleniyordu. “Sen kalk dünyanın ucundan, benim sevdiğim kızı sev. Reva mı bu? Bizim köylülerin de aklı yok, töreyi kaldırıyorlar. Sana Ayşe’yi yar etmeyeceğim Allah’ın dağlısı. Ayşe’nin dağ başına gitmesine asla izin vermeyeceğim. Ayşe ya bana yar olacak ya da toprağa. Bekleyeceksin Zigana’da yolunu, hiç kimsenin olmadığı bir anda sıkacaksın kurşunu, olduğu yerde kalacak Allah’ın dağlısı. Allah’ın dağlısının suçu yok, suç Ayşe’nin anasında. Sen kalk erkeklerle kızını kat. Neymiş efendim, para kazanacakmış da evi geçindirecekmiş de. Kız kısmı erkeklerle dağlara yollanır mı? Elin oğlu, Allah’ın dağlısı kızı görünce gönlünü kaptırmış. Sen benim sevdiğim kızı nasıl seversin Allah’ın dağlısı? Sana yar etmem ben Ayşe’yi. Çok çok bir mermiye bakıyor. Kim bilecek benim yaptığı mı? Yatacaksın Zigana yolunda pusuya, baktın geliyor, çamların arasından veryansın edeceksin mermileri, olduğu yere yığılacak, sen de dağlardan aşıp evine geleceksin. Yapmayacaktın Allah’ın dağlısı, benim sevdiğim kıza sevdalanmayacaktın. Sevdanı boğazında bırakmasam bana da Ormancı Celal demesinler. Bu ormanlar, bu dağlar benden sorulur Allah’ın dağlısı. Güya bu ayın on beşinde istemeye geleceklermiş. Gelsinler, istesinler bakalım. İstesinler… Ben seni bu köyden çıkartmam Ayşe. Ya bana varacaksın ya varacaksın. Başka yolu yok.”

Elindeki tespihi sallaya sallaya Laz Hasan’ın kahvesine geldi. Kapının önündeki oturağa oturdu:

-Garson Ömer bana bir çay getir.

Ömer, az sonra çay ile geldi:

-Buyur Celal abi.

Çayı alan Celal:

-Ne var ne yok Ömer?

-Ne olsun Celal abi, çalışıyoruz.

-Onu sormadım, ne zaman gelecekler ablanı istemeye? 

-Bir hafta sonra.

-Sen ne diyorsun?

-Neye abi?

-Dünyanın bir ucundaki Allah’ın dağlısına ablanın verilmesine gönlün nasıl razı oldu aslanım?

-Anlamadım?

-Anlamayacak bir şey yok, Allah’ın dağlısına ablanın varmasına gönlün nasıl razı olacak, onu demek istedim.

-Benim gönlümün razı olmasının ne önemi var, önemli olan onların gönüllerinin bir olması.

-Lafa bak lafa… Demek razısın ablanın Allah’ın dağlısına varmaya?

-Razıyım tabi… O Allah’ın dağlısı değil, Can abidir o.

-Ne zamandan beri elin adamı abin oldu?

-Bana baksana sen, ne demek istiyorsun, açık konuşsana.

-Açık konuşuyorum, anlayışın kıt mı senin?

-Benim anlayışım kıt değil ama, sen kaşınıyorsun herhalde. Sana abi dedik, saygı duyduk. Sen ne yapıyorsun? Sonra sana ne benim ablam kimi ister, kimle evlenir, sana ne. Seni ne ilgilendirir?

-Aynı köylü değil miyiz? İlgilendirir.

-Seni hiç ama hiç ilgilendirmez. Bir daha ablamı ağzına alırsan, inan yaşına bakmam, kırarım kemiklerini.

Laz Hasan, konuşulanları duyunca dışarı çıktı:

-Ne oluyor burada?

-Ne olacak çırağın adam olmuş da bana kafa tutuyor.

-Benim çırağım adamların hasıdır, delikanlıdır. Damarına bastın ki, sana karşı geldi. Hadi Ömer, sen içeri gir, masalardaki bardakları topla.

Ömer, Celal’e ters ters bakarak içeri girdi. Laz Hasan, Celal’in içtiği çayın bardağı ile uzattığı parayı aldı:

-Bir daha garsonumla tartışmanı istemiyorum.

-Ne yani, konuşmayalım mı?

-Ne konuştuklarınızı duydum, konuşacaksan adam gibi konuş. Kimin kimi istediği ne seni ne de beni ilgilendirir.

-Seni ilgilendirmez ama beni ilgilendirir.

Celal’in son söylediğini duyan Ömer, hışımla kahvehaneden çıktı:

-Seni niye ilgilendiriyor ulan? dedi ve çenesine sertçe bir yumruk vurdu. Celal sendeledi, kendine gelemeden bir kez daha yumruk sallayınca Laz Hasan araya girdi.

-Tamam Ömer, tamam.

-Bunun hesabını çok ağır ödeyeceksin garson Ömer.

-Bildiğinden geri kalma.

-İçeri gir Ömer, sen de evine git Celal ve bir daha kahvehaneme gelme.

-Öyle olsun.

Xxx

Avliyana’da da bağ, bahçe ve bostan işleri tamamlanmıştı. Sebze tohumları toprakla buluşturmanın rahatlığı vardı köyde. Köylüler az bir toprağı dahi değerlendiriyor, kazılmamış ekilmemiş arazi parçası bırakmıyorlardı. 

Can ile anası Seher hatun, evin kapısının önüne attıkları oturakta oturuyorlardı. Can, oğuz ile oynuyor, Seher Hatun ise yün çorap örüyordu. Deli Osman Şeyran’dan alınan yeni urbalarını giymiş, köy yukarı geliyordu. Can ile anasını kapının önünde oturur halde görünce, geldi yanlarında oturdu.

-Hayırdır Osman, bu ne şıklık, çok yakışıklı oldun.

-Doğru mu dersin Seher ana?

-Benim yalan söylediğimi hiç duydun mu şimdiye kadar?

-Yok ana duymadım.

-Kavalın nerede Osman?

-Cebimde Can abi.

-Senin çok güzel havalar çaldığını biliyorum, bize bu güzel güneş altında bir hava çalsan da dinlesek Osman.

-Çalayım mı Seher ana?

-Çal Osman.

Osman, Seher hatundan izin alınca cebinden kavalını çıkardı. Kılığını açtı. Kavalı aldı, kılığı yeniden cebine koydu. Önce deneme amaçlı birkaç kez üfledikten sonra hüzün dolu bir hava çalmaya başladı. Seher hatun örgü örmeyi, Can ise Oğuz’u sevmeyi bıraktı, Osman’ı dinliyorlardı. Hüzünlü kaval sesini duyan köylüler, bir bir Baloğlu Hikmet’in evinin önündeki alanda toplanmaya başladılar. Ayşegül ise Kartal Mustafa ve Zülfiye kadınla birlikte kapının önüne çıktılar.

Hüzünlü hava Ayşegül’ün yarasını tazeledi. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Kartal Mustafa ile Zülfiye kadın da gözlerinden akan yaşları siliyorlardı. Osman, hüzünlü havanın birini bırakıyor, diğerine başlıyordu. Baloğlu Hikmet’in evinin önünde toplanmıştı neredeyse köyün tamamı. Genç kızlar, “deli” olarak bildikleri Osman’ın bu kadar güzel kaval çalmasına hayran olmuşlardı. Pür dikkat Osman’ı dinliyorlar kendi aralarında fısıldayarak konuşuyorlardı:

-Osman ne kadar da yakışıklıymış, kız?

-Evet, hiç dikkatli bakmamıştık ona.

-Saçını sakalını düzeltmiş, yeni urbalar içerisinde.

-Ben galiba Osman’ı sevmeye başladım.

-Ben de kız.

-Ben de.

-Ben de.

-Eee, hangimize yar olacak.

-Kısmet kimeyse ona.

-Ben Osman’ı bundan sonra bırakmam.

-Ben de.

-Ben de.

-Osman kimi severse razı gelecek miyiz?

-Evet.

-Evet.

Birbiri arkasına “evetler” artıp gidiyordu. Osman, gözlerini yummuş, yanık havaların birini bırakıp birini alıyordu. Yorulmak nedir bilmiyordu, çalıyor, çalıyordu.

-Kızlar bu Osman deli değil.

-Değil tabi.

-Kim “deli” demiş ona.

-Kim dememiş ki?

-Seher hatun Kartal Mustafa’dan sonra Osman’ı da mı tedavi etti kızlar?

-Olabilir.

-Olabilir.

-Helal olsun Seher hatuna.

-Öyle öyle.

Sonunda Osman, kaval çalmayı bıraktı. Kılıfı cebinden çıkardı. Kavalını öperek kılıfına yerleştirip cebine koydu. Başını kaldırıp kalabalığı görünce:

-Can abi, Seher ana bunlar niye toplanmışlar ki?

-Seni dinlemeye gelmişler Osman.

-Baksana kızlar nasıl bakıyorlar sana Osman? Beğen içlerinden bir tanesini.

-Zamanı var Seher anam.

(Devamı var)

YORUM EKLE