Akşamın ilerleyen saatlerinde Ardasa kasabasına vardı katırcılar. Hükümet konağından çarşı içerisine geçecektiler ki, iki tane jandarma eri karşılarına çıktı. Silahları omuzlarında, belli ki, gece nöbetçisiydiler. Jandarma erlerinden biri:
-Durun bakalım.
-Buyur aslanım?
-Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?
-Biz Maçka’nın Ciharlı köyünden gelip, Şeyran’a gidiyoruz.
-Ne var yüklerinizde.
-Sevkiyatçıyız, yıllarca şeker, urba götürürüz Şeyran’a. Zaman zaman da buraya getiririz. Urba var.
-Devam edecek misiniz, kalacak mısınız?
-Bu akşam burada kalacak, sabah kalkıp yolumuza devam edeceğiz.
-Nerede kalacaksınız?
-Ali Osman’ın otelinde.
-Çarşının başında?
-Evet.
-Katırları ve yükleri ne yapacaksınız?
-Yükleri otelin kahvehanesine yıkacağız, katırlarımızı da Hayri Ağanın hanına çekeceğiz.
-Tamam emmi. Sormak zorundayız.
-Biliyorum aslanım, göreviniz, benim oğlum da asker.
-Allah kavuştursun.
-Sağ olun aslan parçaları, sizleri de.
Yanan meşalenin ışığı ile çarşı içerisine doğru ilerlediler loş karanlıkta. Çarşının sağında ve solunda hartama çatılı evlerden, işyerlerinden gaz lambalarının ışıkları sarkıyordu ıssız caddeye katırların nal sesleri arasında.
-Emmi, cadde çok ıssız bir şey mi oldu acaba?
-Ne olacak Dursun, belli ki zaman epey ilerlemiş.
On beş katır Ali Osman’ın kahvehanesinin önünde durdu. Kahvehanede yanan lüks ışığı altında üç-beş kişi oturuyordu. Dışarıda katırların durduğunu gören Ali Osman, dışarı çıktı:
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk Ali Osman Efendi. İznin olursa yüklerimizi kahvehanene yıkıp, bu gece otelinde kalıp, yarın yolumuza devam edeceğiz.
-Ne demek Mahmut emmi, elbette.
Urba yüklü torbalar yıkıldı, kahvehanenin bir kenarında istif edildi.
-Katırları Hayri Ağanın hanına çekip geleceğiz Ali Osman.
-Olsun emmi. Açsınızdır, ben de masaları birleştireyim.
-Doğru söylersin açız.
Katırlarını hana yerleştirdikten sonra azıkları olan çantaları ile kahvehaneye geldiler. Azıkların bir kısmı birleştirilen masanın üzerine konuldu, gelen çaylarla birlikte karınlarını güzelce doyurdular.
-Ali Osman, hele birer çay daha ver, içelim, yorgunuz, yatacağız.
-Geldim Mahmut emmi.
-Yerlerimiz boş mu?
-Boş emmi. Otel boş. Ayşe için de tek kişilik odamız var her zamanki gibi.
-Sağol Ali Osman.
Sabah kalktılar. Azıklarından kahvaltılarını yaptılar. İçilen çayların ardından Hayri Ağanın hanından katırlarını aldılar, yüklerini yüklediler, kahveci Ali Osman’a ücretini ödeyip, tozlu, topraklı Ardasa caddesinden yola çıktılar.
Avliyana da Can annesi ile evin kapısı önünde oturuyordu. Seher hatun oğlunun rehberlik etmesini istemiyordu gelecek olan katırcılara. Birkaç gündür gördüğü rüyaları oğluna anlatmak istemiyor ama içini sıkıntı basıyordu. Gördüğü rüyaları “hayra” yoruyordu ama bir türlü içi rahat etmiyordu.
-Ana, çok düşüncelisin, hayırdır?
Dalıp gitmişti, oğlunun seslenişini duymamıştı. Gözleri, köyün karşı yamacındaydı. Sürüye bakıyor bakıyordu. Koyunlar birbirlerinin ardında yeni yeni boy atmaya başlayan çimlerde yaylımdaydılar. “Keşke çoban olaydın Can. Rehberlik senin neyine? İyi kötü geçinip gidiyoruz. Alırdık beş-on koyun, birkaç inek, çıkardık yaylaya, sütümüzü sağar, yağımızı, çökeleğimizi yapar satar, geçinir giderdik. Ben seni nelerle büyüttüm? Yemedim sana yedirdim, uyumadım, seni uyuttum. Babasız bir çocuğu büyütmek ne kadar zordur bilir misin Can oğlum? Seni Gavur Geçidine kurban vermek istemiyorum. Benim gözümsün, canımsın. Aç değiliz, açıkta değiliz. Gördüğüm rüyaları hayra yoruyorum ama, olmuyor Can oğlum, içim daralıyor, boğulacak gibi oluyorum.”
-Ana dedim… Ana…
Kalktı, iyice anasına yaklaştı, sarıldı, elini alıp öptü.
-Duymuyorsun beni güzel anam ne oldu ne düşünüyorsun?
-Bir şey düşünmüyorum Can, öylesine dalıp gittim.
-Yoksa Ayşe’yi istemeye gitmemizi mi istemiyorsun?
-Yok oğul.
-Gelinin olacak anam, artık eskisi kadar yorulmayacaksın.
-Bilirim oğul da…
-Da ne ana, sen bir şey söyleyeceksin de söylemiyorsun?
-Bu rehberliği bıraksan diyorum can oğul, onu düşünürüm.
-Bu son olacak ana, ben de bırakmaya karar verdim.
-Bu sefer de gitmesen?
-Olmaz ana, Lütfi Ağanın yanında söz verdim Mahmut emmiye.
-Ne bileyim oğul, içimi sıkıntı basıyor, bir şey olacak korkusu var içimde.
-Bir şey olmaz ana. Bilirsin ben tedbirliyimdir.
-Bilirim de ne bileyim, içimden bir his yollama diyor.
-Merak etme, bu sefer uzun sürmeyecek. Akşama kadar köye gelirler, onlar Dulağası Yaylası’ndaki keliflerde kalacaklar. Bir akşam kaldıktan sonra durmaksızın yola devam edeceğiz. Bu sefer erken döneriz ana.
-İnşallah oğul da… Pisik Ali’yle gittiğinde de çığ geldi. O Gavur Geçidi’nin çığı eksik olmuyor oğul.
-Merak etme benim güzel anam, sen dua et, o yeter bize.
-Etme oğul, gel bu sefer gitme… Buraya yağmur yağar Gavur Dağına kar. Bilirsin eksik olmaz Gavur Dağındaki kar. Kurtlanır o dağdaki kar. Karı da eksik olmaz, çığı da. Çok canlar aldı o geçit. Kartal Mustafa’nın, Zülfiye kadının Can’ını alalı daha bir yıl oldu. Buz tutan karın altından bir yıl sonra çıkarıldı.
-Bilirim ana, hepsini bilirim. Gavur Geçidinin de çok canlar aldığını bilirim. Bilirim de ana söz verdim rehberlik edeceğim diye. Hem Ayşe de gelecek, gitmem lazım katırcılarla.
-O Nasıl ana ki, kızını salıyor böyle tehlikeli yolculuğa. O kadar erkeğin içinde bir kız kısmının ne işi var oğul? Nerede yatar, nerede kalır o kadar erkeğin içinde?
-Ne yapsınlar ana, köylerinde arazileri az, ekmek parasının peşindeler benim güzel anam. Hem kervanda Mahmut emmi var. Kendi kızından ayırt etmiyor Ayşe’yi.
-Bu sefer korkuyorum oğul… Bir korku var içimde… Bir şey gelip boğazıma düğümleniyor.
-Sen gönlünü ferah tut anam. Sen sağlıklı gidip sağlıklı gelmemiz için dua et o yeter bize canım anam.
Ayşegül, kapıya çıkınca Seher hatun ile Can’ı gördü:
-Seher ana, çayı daha yeni demledim, içer misiniz?
-Olur kızım.
-Gördün bak oğul, daha ömrünün baharında dul kaldı kızcağız.
-Benim anam niye bu kadar büyütüyorsun, yeni gitmiyorum ki?
Çayları veren Ayşegül:
-Baş başa vermiş ana-oğul ne konuşuyorsunuz Seher ana?
-Ne olsun kızım, yine sevkiyat varmış.
-Sen mi rehberlik edeceksin Can?
-Evet.
-Ayşe de geliyor mu?
-Geliyor.
-Gözün aydın desene.
-Gitmesini istemiyorum Ayşegül.
-Olmaz Seher ana, Ayşe geliyorsa Can gitmeli.
-Öyle de ne bileyim.
-Bu sefer son olsun Can.
-Öyle olacak Ayşegül. Artık yollar yapılıyor, rehbere de ihtiyaç kalmayacak.
-Ayşe, çok dürüst bir kız. Benim mağaradan çıkmama o sebep oldu. Yoksa ben ölünceye kadar o mağarada kalmaya karar vermiştim.
-Yaylada kalacaklar diyorsun oğul, Ayşe, tek başına kelifte nasıl kalacak?
-Ayşe kelifte kalmayacak ana.
-Anlamadım, nasıl yani?
-Bizde kalacak.
-Bizde mi?
-Evet ana.
-Nereden çıktı şimdi bu?
-Onun yerine ben yaylada kalacağım.
-Sen mi?
-Evet, o burada seninle kalacak, sabah erkenden Arap’ı alıp yaylaya gelip bize katılacak.
-Tövbe tövbe. Oğlum el alem ne der?
-Ne diyecek ki ana gelin kaynana beraber kalacaksınız.
-Doğru düşündün Can, dedi Ayşegül.
-Sen de hep Can’dan yana olma.
-Gelin, kaynana. O ne güzel.
Gülüştüler.
-Ben birer çay daha alıp geleyim.
İkindiye doğru Mahmut emminin önderliğinde katırcılar Avliyana köyündeydi. Katırcıları gören Deli Osman, koşarak Can’ın evine geldi.
-Katırcılar katar katar geliyorlar Can abi.
-Ne taraftalar?
-Bak aha geliyorlar.
Önde Mahmut emmi, her zamanki gibi arkasında Ayşe ve diğerleri Can’ın evine sapan yola gelince durdular. Can, Mahmut emmi ve diğerlerine “Hoş geldiniz” dedikten sonra:
-Ben de sizinle geleceğim Mahmut emmi, Ayşe burada kalacak.
-Burada mı kalacağım?
-Evet, bu akşam anamla kalacak, yarın sabah benim Arap’ı alıp erkenden yaylaya gelirsin.
Ayşe, önce Mahmut emmiye daha sonra da diğerlerine baktı. Mahmut emmi, başını sallayarak kalmasını onayladı.
Ayşe’ye dikkatli bakan Seher hatun:
-Gel kızım, sen katırını Can’a teslim et. Bu akşam benim konuğum ol, yarın kalkar kervana katılırsın.
-Kal Ayşe abla, nasıl olsa bu eve gelin geleceksin, dedi Deli Osman.
Can, Deli Osman’a ters ters bakarak, kızgın bir sesle:
-Osman! Yarın sen de Ayşe ile yaylaya geleceksin.
-Ben de mi Can abi?
-Evet, sen de.
-Şeyran’a da gidecek miyim?
-Gideceksin.
-Yaşa Can abi.
-Hadi kızım gel, katırını Can’a teslim et. Onlar yaylaya varıp dinlensinler, sen de yorgunsundur, gel dinlen.
Ayşe, söyleneni yaptı, katırın yularını Can’a verdi. Göz göze geldiler.
-Haydi Ayşe, bu gece rahat uyu yarın uzun bir yolculuk olacak. Kahvaltı yapmadan gel. Yaylada birlikte kahvaltı yapacağız.
Katırcılar Can ile Dulağası Yaylasına yol alırken Ayşe de gelip Seher hatunun elini öptü, kucaklaştılar.
-Hoş geldin kızım.
-Hoş bulduk ana.
-Açsındır, yemek var, hemen sofrayı kurayım, önce karnını güzelce doyur.
-Yok ana aç değilim, gelirken yolda bir şeyler atıştırdık.
Ayşegül’ü evlerinin önünde diklenirken gördü, koşarak boynuna sarıldı.
-Nasılsın Ayşegül abla.
-İyiyim Ayşe, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.
-Can, tembihlemişti, taze çay demledim, sen Seher ananın yanına git ben alıp geleyim.
-Olur Ayşegül abla.
Seher hatunun yanına gitti. Boş olan iskemleye oturdu. Bir süre konuşmadılar. Dikkatlice Ayşe’ye bakan Seher hatun, “Çok da güzel. Yüce Rabbim özenmiş de yaratmış. E, oğlum da yakışıklı. Can Ayşe’yi, Ayşe de Can’ı seviyor. Allah’ım mutluluklarını daim etsin. Hayırlısıyla bir gidip gelseler” diye geçirdi içinden.
-Kaynana- gelin küs müsünüz de konuşmuyorsunuz?
-Yok kızım, Ayşe yorgun, otursun soluklansın diye bir şey sormadım.
-Sorarsın anam, ileride uzun yıllarınız olacak.
-İnşallah kızım inşallah.
(Devamı var)