Canboğul (53)

Yüklerden küreğini çeken katırcılar, mağaraya koşuyordular. Cılga yoldaki tehlike onları ilgilendirmiyor, bir an önce Can ile Ayşe’yi kurtarmak istiyorlardı, düşe kalka kapanan mağaraya kadar geldiler. Mağara ağzındaki kara küreği öyle daldırıyorlardı ki, nefes almayı bile düşünmüyorlardı. Deli Osman bir kez daha seslendi:

-Can abi, Ayşe abla duyuyorsanız ses verin.

Osman’ın sesini alan Can:

-Buradayız Osman, acele etmeyin, dikkatli olun bizim bir şeyimiz yok.

-Bizi düşünme sen Can abi.

Yarım saatte mağaranın ağzı kardan temizlendi, çığın kapattığı yol temizlendi. Can ve Ayşe’yi mağaradan çıkarırken sevinçlerine diyecek yoktu. Can’a, Ayşe’ye sarılıp sarılıyorlardı. Yavaş yavaş mağaradan çıkan Can ile Ayşe, temizlenen yoldan Mahmut emminin yanına geldiler. Abdullah ile Temel de katırı getirdiler. Mahmut emmi, Can ile Ayşe’ye ayrı ayrı sarıldı.

-Çok korktuk Can, bir şeyiniz yok ya?

-Yok Mahmut emmi, iyiyiz. Son anda mağaraya girdik. Çığ, katırın yarısını kar altında bıraktı ama, onu da temizledik.

-Çok şükür, size bir şey olmadı ya, neyimize minnet.

-Yola çıkabiliriz Mahmut emmi.

-Biraz dinlensen Can.

-Yok emmi geç kalmayalım, bir an önce Şeyran’a varalım.

Gerşud köyüne kadar ata Ayşe bindi. Gerşud köyüne gelince attan inen Ayşe:

-Mahmut emmi, ben yürüyeceğim, Arap’a sen bin.

-Yok Ayşe, Can binsin.

-Olmaz Mahmut emmi, dedi Can, Ayşe iyi düşünmüş, yoruldun, biniver ata.

-Peki Can, sağ olun.

Deli Osman, kavalını cebinden çıkardı, yol havası çalmaya başladı. Kimse konuşmuyor, Osman’ın kavalını dinliyordu Şeyran yolunda. Gece yarısına doğru Şeyran’a vardılar. Toptancı Kurt İsmail, katırcıları dükkanının kapısında görünce, hızla dışarı çıktı. Katırcılara “Hoş geldiniz” dedikten sonra:

-Mahmut Ağa, yükleri yıkıp içeriye alalım.

Yükler yıkıldı, dükkanda istif edildi. Kurt İsmail, katırcıların parasını verdi. 

-Otelde yer ayırttırdım size, dedi. 

-Sağol İsmail, haydin bakalım, otele gidip, karnımızı doyuralım.

Katırları, otelin bahçesindeki ağaçlara bağladılar, içeri girdiler. “Hoş geldiniz” diyen otelci Akif:

-Yerleriniz ayırtılmış, tek kişilik oda da hanım kızımız için ayrıldı.

Otelin girişindeki salona oturdular. Azık çantalarını açtılar, birleştirdikleri üç ağaç masanın üzerine koydular yiyeceklerini. Otelci Akif, çaylarını getirdi. Bir güzelce gelen çaylarla birlikte karınlarını doyurdular. Abdullah sık sık esnemeye başladı.

-Mahmut emmi, ben Abdullah’ın yattığı odada yatmam.

-Ben de.

-Ben de.

“Bendeler” uzayıp gidince:

-Nedenmiş o?

-Çok horluyor.

-Evet çok horluyor.

-Yengemiz nasıl koyuyor onu yanına anlamak mümkün değil.

-Ayrı odada yatıyormuş.

-Deme?

-Evet.

-Hatta bir seferinde öyle horluyormuş ki, odadan odaya horlama sesi gidince, yengem bir kova su dökmüş başına.

-Öyle mi Abdullah?

-Yok emmi, abartıyorlar.

-Odalar ikişer kişilik. Ayşe tek odada yatacak. Kim yatacak Abdullah ile?

-Kimse yatmaz emmi.

-Benim otel paramı verirse ben yatarım, dedi Dursun.

-Ben kendi paramı zor veriyorum bir de senin yatak paranı mı vereceğim.

-O zaman iki kişilik odada tek yatar iki kişinin parasını ödersin.

-Ne diyor bunlar Mahmut emmi?

-Ne desinler, tek de yatsan iki kişi parası vereceksin, iki kişi de yatsan iki kişi parası vereceksin.

-İki kişilik odada tek yatar iki kişilik oda parası veririm.

-Öyle daha iyi.

Kilometrelerce kat ettikleri yol yorgunluğuna bir de uyku karışınca daha duramadılar. Merdivenden yatacakları kata çıktılar. Geçen sefer geldiklerinde yattığı odaya geçmeden önce Can ile göz göze gelen Ayşe:

-İyi geceler.

-İyi geceler Ayşe.

Xxx

Sabah güneşi bugün bir başka doğuyordu Avliyana köyüne. Masmavi gökyüzünden ışıklarıyla köyü kapsayan güneş hem ısıtıyor hem de bir müjde verir gibiydi evlerinin kapısını açanlara. Kapıyı açan Seher Ana, 

-İnşallah sağ selim geçmişlerdir Canboğul Geçidini.

O da alışmıştı “Canboğul” demeye. Gavur Geçidi adını bir daha kullanmak istemiyordu. Köydeki iki Can’dan biri boğulmuştu Gavur Geçidi’nde. Canboğul dedikçe komşusu Zülfiye kadının oğlu Can’ı hatırlayacaktı köylüler. Salih Bey, şu yolu bitirse de bir daha o geçitten geçilmeseydi. Önce Kartal Mustafa, arkasından Zülfiye kadın çıktı evin önüne. Seher anayı gören Kartal Mustafa,

-Erkencisin sen de komşu.

-Öyle komşu, sabahı zor ettim. Aklımda hep katırcılar, Can ve Ayşe vardı, bir türlü uyku tutmadı.

-Korkma, onlar çoktan Şeyran’a varmışlardır. Herhangi bir şey olsaydı çoktan haber gelirdi, meraklanma, onlar şimdi dönüş yolundadırlar. 

-İnşallah komşu inşallah.

-Bak ne diyeceğim, güneşi görünce kapıda kahvaltı yapalım dedik, sen de gel birlikte yapalım.

-Olur, ben de kahvaltı yapmadım.

-Gel gel baksana güneş bir başka doğdu sanki bugün. Canlandı tabiat, her taraf yemyeşil. Masmavi gökyüzünde güneş ne güzel de ısıtıyor. Çit deresi coştu eriyen kar sularıyla, sesi ta buraya kadar geliyor Seher hatun.

-Öyle komşu, ölmeyenin yazı geldi.

-Öyle öyle, hadi gel Zülfiye kurdu sofrayı.

Xxx

-Selim oğlum Ayşeler varmış mıdırlar Şeyran’a?

-Çoktan ana çoktan.

-Sen de bir şey bilmiyorsun ya, atıyorsun, sanki Şeyran’a gitmişliğin varmış gibi.

-Gitmedim ama babamdan, ablamdan hep dinledim nasıl gidip geldiklerini.

-İnşallah Gavur Dağı Geçidini geçmişlerdir.

-Çoktan ana çoktan.

-Bir şey bilmiş gibi ‘çoktan ana çoktan’ diyorsun. 

-Ömer de her sabah erkenden kalkıyor, yemeden işe gidiyor. Bir şeyler hazırlayayım da götür ona, yumurta da haşlayayım. 

-Olur ana. Gelip inekleri de çıkarayım, etraf güzel yeşerdi.

-Bugün ben gideceğim. 

-Ben ne yapacağım peki ana?

-Abine yardım edersin.

-Hasan emmi kabul etmez ki.

-Ne bileyim, bir şeyler yaparsın, bahçede kurumuş meyve dalları vardı, onları güzelce doğra ve bir kenara yığarsın.

-Tamam ana.

Xxx

Şeyran çıkışına kadar katırlarına binmediler. Çıkışta:

-Mahmut emmi, biraz uzun olacak ama Tersun Dağından gidersek herhangi bir sorunla karşılaşmayız. 

-Çok mu fark eder Can?

-İki-üç saat gibi emmi.

-Bir şey değil, Tersun’dan gidelim.

Can Arap’a, diğerleri de katırlara bindiler, tek sıra halinde yola çıktılar. Osman’ın bineceği olmadığı için yürüyordu. Can, atını duraklattı.

-Atla Osman.

-İkimizi götürmez Can abi.

-Bunun adı Arap Osman, hadi atla.

-Böyle binemem, bir duvar kenarına yanaş da öyle bineyim. 

Osman da binince yaya kimse kalmamıştı. Ortada giden Dursun, katırın yularını semerin kaşına bağladı. Çantadan kemençesini çıkardı, çalmaya başladı. Yol onlar için zor değildi artık. Yaylaya çıkar gibiydiler. 

Akşam’a Ardasa kasabasındaydılar. Katırlarını pazar yerine bağladılar, Ali Osman’ın kahvehanesine geldiler. Ali Osman sormadan çayları getirdi ve masanın üzerine bıraktı.

-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk.

-Var mıydı bir sorununuz? Nasıl geçti yolculuk?

-Hiç sorma az kalsın Can ile Ayşe…

Mahmut emmi, Abdullah’ın ayağına bastı. 

-Sorunumuz olmadı, şimdi tek sorunumuz Can ile Ayşe’nin nişanı onu da hayırlısıyla yaparsak, güzel olacak.

-İnşallah o da olur, dedi Ali Osman.

Birer çay daha içtiler, Mahmut emmi çayların parasını ödedikten sonra dışarı çıktılar. 

-Bu akşam da kalsaydınız Mahmut emmi.

-Kalmayalım Can, gece de olsa bir an önce köyümüze varalım, ancak o zaman rahat ederiz. Sen ne yapacaksın, köye mi döneceksin, yoksa burada kalıp yarın mı gideceksin?

-Henüz karar vermedim emmi, ben de gitmeyi düşünüyorum.

-Yalnız gitme Can, dedi Ayşe.

-Bir şey olmaz Ayşe, çok gittim geldim bu yolları, yollar beni, ben de yolları tanırım. Hem yalnız da değilim, Osman var yanımda.

-Doğru söylersin onu unuttum.

-Mayıs ayının on beşinde geleceğiz Ayşe.

-Tamam Can, kendine iyi bak, annenin ellerinden öpüyorum, selam söyle.

-Sen de Ayşe selam söyle.

Can ve Osman, Harşit Çayı’nın iki yakasını birbirine bağlayan köprüyü aşıncaya kadar baktılar katırcıların arkasından. 

-E, Osman kaldık baş başa, ne yapalım, kalalım mı gidelim mi?

-Sen bilirsin amma, nasıl olsa gideceğiz, en iyi yatak evde yattığın yataktır.

-Bak sen neler de biliyorsun.

-Sen bakma benim deli olduğuma, bende akıl çoktur. Akıl çok olduğu için deli oldum.

-Bir şeyler alıp yiyelim, birer çay daha içip öyle koyulalım yola. 

-Benim param yok Can abi.

-Sana para soran oldu mu?

-Olmadı da hani delilerde zaten para olmaz.

-Abuk sabuk konuşma, haydi gel.

Ali Osman’ın kahvesinde zeytin, peynir ile karınlarını doyurdular. Son çayları da içtikten sonra, pazar yerinde bağlı olan Arap’ı alıp yola koyuldular.

-Osman biraz ben bineceğim Arap’a biraz sen.

-Olmaz Can abi. At senin.

-Kızdırma beni, haydi ilk defa sen bineceksin, in dediğim yerde ineceksin.

-Sen nasıl istersen, ya atını alır kaçarsam.

-Yapar mısın o deliliği?

-Ben deli değil miyim, yapabilirim.

-Çok konuştun, haydi bin atla.

Çarşı çıkışında, Deli Osman ata bindi, yola çıktılar. Karanlık iyice bastırmıştı. Zermut’un tepelerini ay ışığı aydınlatıyordu.

-Birazdan yolumuza da iner, rahat rahat gideriz.

-Can abi sen atın dizginlerini tut, ben şu kavalımdan çalayım da akşamın karanlığını böleyim.

-İyi olur, ver dizginleri.

Osman, kavalını kılıfından çıkardı. Her zamanki gibi yine yanık hava çalmaya başladı. Kavalın sesi karların erimesiyle coşan Çit Deresinin sesine karışıyordu. Osman, yanık havanın birini bırakıyor diğerine başlıyordu. Çitikebir köyü yol ayrımına gelince:

-Haydi bakalım Osman, yolu yarıladık, şimdi de sıra bende, in bakayım Arap’tan.

-Hemen Can abi, kavalını kılıfına koydu, cebine yerleştirdi, Arap’tan indi.

(Devamı var)

YORUM EKLE