Canboğul (6)

Kervandakiler rampayı çıkışın mutluluğunu yaşarken Ayşe ise karşılaştığı manzara karşısında şaşırıp kaldı. Uzun süre zirveye yakın yerdeki gölün güzelliği karşısında adeta büyülenmişti. Mahmut Emminin gözünden Ayşe’nin şaşkınlığı kaçmadı:

-Gel hele kızım daha çok şaşıracaksın.

-Bu ne güzellik Mahmut Emmi, nerede ise dağın tepesinde göl.

-Evet kızım hem bir tane değil tamı tamına yedi göl var burada. Bu göl ilki.

 -Daha da mı var Mahmut Emmi?

-Var ya kızım var. Gel, yıkalım yükümüzü, kuralım çadırlarımızı.

-Tamam emmi.

Çadırlar kuruldu. Bu kez yükler için iki çadır kuruldu. Bir tanesi şeker, diğeri ise basma ve kumaşlar içindi. Akşama doğru kuvvetli rüzgarın çıkacağı düşünülerek, çadırların kurulmasına büyük özen gösteriliyordu. Yükler yıkıldı, yükler iki çadıra birlikte yerleştirildi. 

-Bu gölün suyu içilir mi Mahmut Emmi?

-İçilmez mi kızım hem de kana kana içilir.

Ayşe, çadırların kurulmasının hemen ardından gölün kenarına geldi. Önce elini yüzünü yıkadı, daha sonra gölün buz gibi suyundan doya doya içti.

Mahmut Emmi de yanına geldi. O da elini yüzünü yıkayıp gölün berrak suyundan içti.

-Akşama balık ziyafeti var.

-Nasıl yani Mahmut Emmi? Günlerdir yoldayız, kimde balık varsa kokmuşlardır.

-Yok kızım taze balık yiyeceğiz hem de hiç görmediğin balıklardan.

-Balıkların hemen hemen hepsini bilirim Mahmut Emmi.

-Bu balığı ilk kez göreceksin.

-İlk kez mi?

-Evet. Akşama kadar sabret. Çadır sağlam kuruldu mu?

-Sağlam kuruldu emmim.

-İyi, yoksa burada çıkacak rüzgar çadır madır dinlemez hepsini uçurur.

-Her zaman oluyor mu?

-Oluyor, bazen bir saat sürüyor bazen de sabaha kadar devam ediyor. Haydi gel bakalım çay demlenmiştir, bana sıcak bir çay ver de içeyim. Yemeği daha sonra yeriz.

-Olur emmi.

Bardağı Mahmut Emmiye veren Ayşe, gölün kenarına geldi. Zirvenin yamacındaki gölün mavi suyunun dalgalanması Ayşe’ye annesini anımsattı. İçi burkuldu, bir hoş oldu. Güllerce yollardaydı, özlemişti annesini ve kardeşlerini. Yolculuğun bir an önce bitmesini ve annesi ile kardeşlerine kavuşmayı istiyordu. 

Hava serindi ama güneş yakıyordu. Zirveye yakın oldukları için güneşin batmasına çok daha vardı. Kervandakiler de gölün kenarında buldukları bir taşın üzerinde oturuyordu. Yerden küçük bir taş aldı, göle atacak oldu, berrak suda balığı görünce atmaktan vazgeçti. Şimdi anlaşılıyordu Mahmut Emminin neden akşam balık ziyafeti var dediği. Güzel iyi de bu gölde nasıl balık tutulur ki? Rehber Can, yanına yaklaştı, o da göl kenarındaki bir taşın üzerine oturdu. 

-Göldeki balıkları görüyor musun Ayşe.

Can’ın yanına gelmesini pek hoş karşılamasa da sorduğu soruya yanıt verdi:

-Gördüm.

-Balıkları tutmak benden, temizlemek senden, pişirmesi de Mahmut Emmiden.

-Olur temizlerim de nasıl tutulur bu gölde balık?

-Akşam olsun görürsün.

-Tamam, kalktı katırının yularını tutarak otlatan Mahmut Emminin yanına geldi. Can, bir süre arkasından baktı. “Güzel kız. Çok da güzel ahlaklı. Onun için bugün en büyük alabalıkları tutacağım bu gölden. Bu akşamki balıkları Mahmut Emmi değil ben pişireceğim. Balıktan sonra hepsine helva vereceğim ve daha sonra çay. Güzel bir akşam olacak. Olacak da ben galiba Ayşe kıza gönlümü kaptırdım. Hayır, olmaz böyle bir şey. Diğerlerine olduğu gibi ona da rehberlik ediyorum” diye düşündü.

-Gel kızım, dedi Mahmut Emmi, nasıl beğendin mi gölü?

-Beğenmek de ne demek emmim balık bile gördüm gölde.

-O balıklara alabalık derler kızım, eti çok lezzetlidir. Onlardaki lezzeti denizden çıkan balıkların hiçbirinde yoktur. Rengarenktirler.  

-Mahmut Emmi, kulübede gördüğümüz yaşlı nine ile dedeyi anlatacaktın bana.

-Onların çok uzun öyküsü vardır kızım.

-Olsun emmi, akşama daha çok var, dinlerim ben.

-Peki, maden dinleyeceksin anlatayım kızım. O yaşlı dediğin nine ile dedenin yaşı benden çok küçüktür. Elli yaşlarında ya var ya da yoklar. 

-Ama çok yaşlı görünüyorlar emmim.

-Onları yaşadıkları acı çökertti kızım.

-Ne oldu emmi, onları bu kadar çökertecek ne yaşadılar?

-Anlatayım. O ‘Partal’ Mustafa dedikleri adamın lakabı ‘Kartal’ Mustafa’ydı kızım.  Babayiğit bir delikanlıydı. Mertti, fakir, fukara dostuydu. Varlıklıydılar. Bizden önceki kervanlara Kartal Mustafa rehberlik ederdi. Kurtuluş Savaşı sonrası buralarda bazı çeteler türemişti. Kervancıların Şeyran’dan dönüşte yollarını keser ellerindeki paraları alırlardı. Kartal Mustafa ortaya çıkınca, çetelerin korkulu rüyası oldu. Attığını vurur, tuttuğunu kırardı. Onun korkusundan bu dağlarda çete kalmadı. Rehberlik ettiği kervanı sağ selim yerine teslim ederdi. Onunla kervancılar kendini güvende hissederdi. Onun yirmi beş yaşlarında Can isminde de bir oğlu vardı.

-Tesadüfe bak, bizim rehberin adı da can.

-Evet kızım. Kartal Mustafa’nın oğlu Can da babası gibi babayiğitti. Kervana babasıyla birlikte rehberlik ederdi. Kartal Mustafa önden, Can ise kervanın arkasından gelirdi. Avliyana köyünde çok güzel evleri vardı. Köye gelen konuklar onun evinde konuk edilir, yatırılır, yedirilirdi.

-Nasıl oldu da bu duruma düştüler emmi?

-Kartal Mustafa, bir gün hastalanır. Kervana bu kez yalnızca Can rehberlik edecekti. Can ise henüz daha üç aylık evliydi. Köyünden Ayşegül adında bir kız ile evlenmişti. Bizim gibi Trabzon’dan kalkan kervan, günler sonra Avliyana’ya gelmiş, ona rehberlik edecek Kartal Mustafa’nın kapısına dayanmıştı. Ancak hasta yatağında yatan Mustafa, oğlu Can’a ‘Kervana sen rehberlik et’ demişti. Can, babasını kıramamış, kervana, ‘Sizlere ben rehberlik edeceğim, babam hasta yatıyor. Dulağası Yaylası’na çıkın çadırlarınızı kurun, ben arkanızdan geleceğim’ demiş. 

Can’ın karısı Ayşegül, Can’ın gitmesine gönlü razı gelmez. “Bak Can, yüksekler kar, bu kervan bu geçitten geçemez, çığ gelir, Allah korusun altında kalırsınız, ben ne yaparım, baban anan ne yapar?’ diyerek gitmesine karşı çıkar. Can ise, ‘Olmaz benim gözümün nuru, kervan gelmiş kapıya dayanmış, onlara rehberlik etmezsem bu dağı aşamazlar, çolukları var, çocukları var, ekmek peşindeler, olmaz benim canım, ciğerim” der ve hazırlığını yapar, atına biner, kervanın arkasından yola çıkar. Tıpkı bizim geldiğimiz gibi aynı yolu takip ederler. Rampadan şu anda bulunduğumuz yere gelir, mola verirler. Bir fark vardır bizim içinde bulunduğumuz ay ekim, onların ise kasım ayıdır. Hava daha soğuktur. Can’ın yeni evli eşi Ayşegül’ün dediği gibi geçeceğimiz geçidin üzeri karla kaplıdır. Hava buz gibidir. Ara ara kar da serpelemektedir. Sabah kalktıklarında yerde beş santim karın yağdığını görürler. Can, babası ile böyle bir havada Gavur Geçidi’nden geçmemişti. Kara kara düşünür, geri dönseler olmayacak, ileri gitseler olmayacak. Çevrede ne kadar çalı varsa toplanır büyük bir ateş yakılır. On beş eşekten oluşan kervanda tamamıyla basma, keten ve kumaş yükü vardı. 

Can, kervandaki hayvan sahiplerini yanan ateşin etrafında toplar ve:

-Arkadaşlar, geçeceğimiz Gavur Geçidi tamamıyla karla kaplı. Görünen o ki geçeceğimiz yol da kardan kapanmıştır. Yolda iki tehlike var, biri kapalı yol diğeri ise çığ tehlikesi. O Bölgeden her zaman çığ gelir. Babam çok söylemişti. Sizleri tehlikeye atmak istemem. Allah korusun, çığın altında kalabiliriz. Babam ile buraları çok gezdim, çok iyi bilirim. İki seçeneğimiz var, ya bütün tehlikeyi göze alıp yola devam edeceğiz ya da geriye döneceğiz. Tercihi sizlere bırakıyorum. 

-Çok doğru dersin de Can, yüklerimizi teslim etmemiz şart, dedi Osman, başka geçit yok mu?

-Yok, bu yol güzergahında başka geçit yok.

-Kervandaki arkadaşlar ne derse ben onlara katılırım.

-Yükleri teslim etmeliyiz.

-Etmeliyiz.

-Geri dönemeyiz.

-Korkup döndüler derler ve bir daha bize yük vermezler.

-Dönemeyiz.

-Anlaşıldı, dedi Can, tehlikeyi göze alıyorsunuz, ben elimden gelen dikkati göstereceğim, sizler de dikkatli olacaksınız. Gavur Geçidini gelince herkes nefesini tutacak, kimse konuşmayacak. Ben atımla yolu açacağım, tekrar geri döneceğim. Yol bu şekilde açılmış olacak. Yalnız ben hem giderken hem de gelirken kimse ses çıkarmayacak. Hayvanlarınızın ağzını tutacaksınız, sakın ola ki bir tanesi anırmasın. Kar yağışı durdu. Yola çıkalım, bir saat sonra geçitte oluruz. Ben gidip geldikten sonra teker teker karşıya geçilecek. Herkes geçtikten sonra da ben geleceğim. Şimdi yola çıkıyoruz.

Kervandakiler:

-Tamam, dediler.

Ayşe, büyük bir merakla Mahmut Emmiyi dinliyordu. 

-Niye durdun emmim.

-Kızım hele bir bardak daha çay getir bana, sen de al.

-Hemen emmi.

Ayşe koşarak iki bardak çayı kara demlikten alarak geldi.

-Şekerini atıp karıştırdım emmi.

-Sağol kızım.

-E, emmim sonra ne oldu? Geçebildiler mi Gavur Geçidini?

-Anlatacağım kızım, hele çayımı içeyim.

-Çok merak ettim emmi.

-Merak etmekte haklısın, ben de olanı bilmesem merak ederim senin gibi.

Bu arada Oğuz, kuyruğunu sallaya sallaya Ayşe’nin yanına kadar geldi. Ayşe, elini uzattı, sevince Oğuz daha da yaklaştı.

-Nereden geldi bu sevgi?

-Hayvanlar dostlarını çok iyi tanırlar kızım. Bak seni de çok sevdi. Bunun adı Oğuz’dur.

-Oğuz mu, Oğuz erkek adıdır emmi.

-Can öyle koydu adını.

-Haydi Mahmut Emmi, yarım kaldı.

-Tamam kızım, sen hele bir çay daha getir bana, ondan sonra durmaksızın anlatacağım

(Devamı var)

YORUM EKLE