“Yastadır ey deli gönül yastadır, Gelir diye kulaklarım sestedir, Yağmur yağar zülüflerin ıslanır, Var git duman şu yaylanın üstünden. Duman senin pare pare karın var, Şu benim gönlümde ahu zarım var, Benim o yaylada nazlı yârim var, Var git duman şu yaylanın üstünden.”
Bir yayla köyü olan Avliyana köyü bugün yasta. Gelinini mezarlıktan alan Kartal Mustafa, gözyaşlarını tutamıyordu. Gözlerinden akan yaşlar, Ayşegül’ün cansız bedenine damlıyordu. Kimseye vermiyordu gelinini. Evin kapısına kadar geldi. Zülfiye kadın dizlerini dövüyor, ağlıyor ağlıyordu. Köylü ağlıyor, çocuklar ağlıyor.
Bayram’ın Cemil, kapıyı açtı. Kartal Mustafa, Ayşegül’ün cansız bedenini odasına götürdü. Yatağına yatırdı. Gelininin yüzünü kapatan ıslak saçlarını geriye attı, eğildi, alnından öptü.
-Oğlum Can’a selam söyle Ayşegül, dedi ve oraya çömelip kaldı. Cemil bir süre sonra koluna girdi, kaldırdı:
-Hadi gel, Mustafa abi, bundan sonrası hoca kadına kaldı. Bizler çıkalım, onlar işini yapsın.
Köyden köye haber uçuruldu. Öğlene doğru köy gittikçe kalabalıklaşıyordu. Acı herkesi sarmıştı.
-Bu nasıl sevgi ki ölümü göze aldı.
-Donarak öldü diyorlar.
-Can’ın mezarının başında donmuş.
-Sevginin böylesi.
-Can kaybolduğunda da kendini dağlara vurmuştu.
-Can bulunana kadar eve dönmemişti.
-Kurtlarla kuşlarla yaşadı dağlarda.
-Soğukta, yağmurda, çamurda.
-Ne yemiş ne içmişti?
-Şimdi de gidiyor Can’ının yanına.
-İnşallah o dünyada bir araya gelirler.
-İnşallah.
Zülfiye kadın kapının önünde durmadan dizlerini dövüyor. Ateş, ikinci kez düşmüştü böğrüne. Ağıtlar diziyordu, oğluna, gelinine. Kartal Mustafa, evinin duvarına yaslanmış, sessiz sessiz ağlıyordu. Bir yanında Bayranın Cemil, diğer yanında köyün muhtarı Bekir Hoca vardı. Teselli etmeye çalışıyorlardı Kartal Mustafa’yı.
Hoca kadın, kapıya çıktı:
-Komşular evin önünü boşaltın, dedi.
Kapının önü boşaltıldı. Ayşegül’ün cenazesi yıkandı. Tabuta konuldu. Zülfiye kadın, hala duran al renkli gelinliğini getirdi tabutun üzerine serdi. Helallik alındı. Cenaze namazı kılınmak üzere caminin önüne getirilerek musalla taşına konuldu.
Xxx
-Ana, duydun mu Ayşegül abla ölmüş?
-Hangi Ayşegül?
-Anlatmıştım sana ya, şu kocası bir yıl sonra karın altından çıkarılan Ayşegül.
-Nasıl ölmüş?
-Dün gece kocasının mezarına gitmiş, orada donarak ölmüş, sabah donmuş olarak buldular onu.
-Hatırladım, kocasının adı Can’dı değil mi?
-Evet ana.
-Yazık etmiş kendine, ölenle ölünmez.
-Sevdiğin insan ölünce dünyanın tadı olmaz ana.
-Kızım, zamanı gelince hepimiz öleceğiz. Kimin ne zaman öleceğini Allah’tan başka bilen olmaz.
-Öyle de ana…
Kendi Can’ı geldi aklına. Onu sefere yollamayacak, azdan az çoktan çok ne varsa onunla kanaat edecekti. Çok canlar aldı o dağlar. Ne insanlar can verdi, canan aldı. Ben Can’ımı bir daha o dağlara göndermeyeceğim. Ekeceğiz, biçeceğiz, gül gibi geçinip gideceğiz. Allah korusun benim Can’ımın da başına bir şey gelirse ben de yaşayamam.
Xxx
Ayşegül’ün ölümünün üzerinden on beş gün geçmişti ama Kartal Mustafa ile Zülfiye kadın hala kendilerine gelememişti. Her sabah kalktığında Kartal Mustafa’nın gözleri gelinini arıyordu. Can’ı gitmiş, gelini de gitmişti. İnşallah o dünyada buluşmuşlardır, bu dünyada muratlarına doymadılar, o dünyada muratlarına doyarlar.
Kapıya çıktı. On beş günkü havadan eser yoktu. Güneş yakmaya başlamıştı. Karlar erimiş, kuru dereler coşmuştu. O gece kar yağışı ile dondurucu hava sanki gelini Ayşegül için olmuştu. On beş günde hava nasıl da değişmişti.
Deli Osman’ı kulübesinden çıktığını görünce yanına çağırdı.
-Buyur Mustafa emmi?
-Hele otur Osman, seninle biraz konuşmak istiyorum.
-Söyle emmim.
-Bak Osman, sana deli demelerine bakma. Sen aslında akıllı bir çocuksun.
-Ne bileyim emmi, bir insana kırk gün deli dersen o insan deli olur. Bana da hep Deli Osman dediler, ben de kendimi deliliğe vurdum.
- “Deli” senin lakabın Osman. Bak bana ne diyorlar “Kartal” Mustafa. Benim lakabım da “Kartal”.
-Öyle ya… Şimdi beni dinle… Benim oğlum öldü, gelinim öldü.
-Çok üzüldüm emmi çok.
-Biliyorum Osman, sadece sen değil çoluktan çocuğa herkes üzüldü.
-Evet, evet.
-Diyeceğim o ki Osman, ben de Zülfiye kadın yaşlandık. Yarın öldüğümüzde yerimize yurdumuza sahip çıkacak kimse yok.
-Allah geçinden versin emmi, ben sahip çıkarım.
-Biliyorum Osman… Diyorum ki, gel bizim evladımız ol. Bizim evde yat kalk. Yerimize yurdumuza sahip çık. Sana ayrıca bir ev yaparız. Evlendiririz de… Bize de sahip çıkarsın.
-Ben zaten sizin evladınız sayılırım Mustafa emmi, siz beni bir evlat, Can abi de kardeş gibi baktınız.
-Tamam da artık bizde kal. Benim evim iki katlı ister üst katı sana vereyim ister alt katı. O kulübeden de çık.
-Olur mu emmi?
-Neden olmasın Osman? Bizim acımızı da teselli etmiş olursun.
-Olsun emmi, ver elini öpeyim. Zülfiye anam nerede?
-Mutfakta yemek yapıyor.
-Gideyim onun da elini öpeyim.
-Öp Osman, artık bugünden itibaren bizimle kalacaksın. Git kulübenden alacaklarını al, getir. O kulübede bir daha kalmayacaksın.
-Olsun emmi.
(Devamı var)