Ayşe, Mahmut Emminin çayını getirir ve yanı başına çimlerin üzerine oturur.
-Merak ediyorsun değil mi?
-Hem de nasıl emmi?
-Anlatayım kızım. Bizim oturduğumuz bu yerde çadırlarını sökmüşler, yüklerini yüklemişler ve Can önde yola çıkmışlar. Oldukça dondurucu bir soğuk varmış. Ama onlar soğuğu değil, Gavur Geçidi’nden nasıl geçeceklerini düşünüyordular. Gavur Geçidi’ne gelince dururlar. Can, konuşmadan, eli ile ‘ben gidip geleceğim’ işaretini yapmış. Kervandakiler pürdikkat Can’ı izlerler. Hepsinin elleri eşeklerinin çenesindeymiş. Anırmamaları için de önlem almışlardı. Can, atının dizginleri bir elinde, diğer elinde ise ağaçtan yaptığı baston varmış. Karın kalınlığı hemen hemen yirmi santime yakınmış. Bastonla yolu kontrol ediyor, sonra adım atıyormuş. Aşağısı büyük bir uçurumdu. Yaklaşık üç yüz metrelik uçurumu karşıya geçen Can, biraz dinlendikten sonra aynı uçurumdan yeniden geri döner. Kervanın yanına gelir. Kervanda ilk eşek sahibi, hayvanının yuları elinde arkada ise başka bir kervancı ile geçitten geçer. Kervan bu şekilde karşıya geçirilir. Sıra Can’ın karşıya geçmesine gelmişti. Yolu daha önce geçen Can, atının dizgini elinde tam geçidin ortasına geldiğinde bir silah sesi duyulur. Silah, yaban keçisi avına gelen bir avcı tarafından atılmış. Silah sesi ile birlikte büyük bir gürültü kopar. Kervandakiler:
-Cannnn, çığ geliyor çabuk ol, diye bağırırlar. Can, atı ile hızla geçidi geçmek isterse de çığ onu atı ile birlikte önüne katar altına alır ve uçurumdan aşağıya sürükler. Can ve atı çığın altında kaybolmuştu. Can ve atının çığ altında kaybolmasını korku dolu gözlerle izleyen kervandakiler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ne Can ne de atı görünüyordu. Üç aylık evli Can, çığın altında kalmıştı.
-Kervandakiler koşup yardım etselerdi, karı tırnaklarıyla kazıp arasalardı.
-Nasıl arasınlar kızım, uçuruma inme inilmez, çıksa çıkılmazdı.
-Ne yaptılar peki?
-Bir süre beklediler.
-E, emmi, sonra?
-Sonrası kızım, kervan yoluna devam eder.
-Yanlış duymadım değil mi emmi, yola mı devam ettiler?
-Evet kızım.
-Nasıl olur emmi?
-Kurtarma ya da arama imkanları yoktu kervandakilerin.
-Yani öylece bırakıp gittiler mi?
-Gittiler kızım. Kar yağışı hızını gittikçe artırıyordu. Dondurucu soğuk altında biraz daha bekleselerdi ya donarak ölecekler ya da yollarını kaybedeceklerdi.
-Sonra emmi?
-Devamını son olarak konaklayacağımız yerde anlatırım kızım. Akşam oluyor. Sen ateşe bak, çayı koy, Can birazdan balık tutacak.
-Tamam emmi, ama anlatacaksın.
-Anlatacağım kızım merak etme.
Xxx
Can, atının terkisindeki ağı çıkardı. Yırtık yeri olup olmadığını kontrol etti. Ayşe, uzaktan göz ucuyla onları izliyordu. Böyle bir ağı ilk kez görüyordu. Yaklaşan Mahmut Emmi:
-İlk kez görüyorsun değil mi kızım?
-Evet Mahmut Emmi.
Karanlık bastırmıştı. Temel ile Dursun ellerinde alev alev yanan iki çalıyı gölün kenarına hiç kıpırdamadan tutmaya başladılar. Can, yavaş yavaş, bir kısmı ağzında bir kısmı da omuzunda olan ağı gölün üzerine attı. Batmasını bekledi. Yavaş yavaş çekmeye başladı. Çektikçe ağın içindeki balıklar çırpınıyordu. Can, ağı iyice kenara çekince büyük balıkları ağdan çıkarıp İsmail’e veriyordu, ağdaki küçük balıkları ise tekrar göle atıyordu. Temel ile Dursun, yanan ateşten yeniden alevleri çıkan iki çalıyı daha alarak gölün bir başka yerinde kıpırdamadan ayakta durmaya başladılar. Can, buraya da yeniden ağ attı. Birkaç kez atılan ağlarla birlikte kervandakilere yetecek hatta fazla gelecek alabalıklar tutuldu. Sıra temizlenmesine gelmişti. Kemal balıkları bıçakla kesiyor, Ayşe ise gölün suyunda temizliyordu. İyice temizlenen balıklar bir kaba konularak ateşin yanına getirildi.
-Mahmut Emmi, bu kez balıkları ben pişireceğim.
-Olsun Can oğul.
Can, yanan ateşten köz haline gelen kömürleri çekerek yaydı. Ayşe, eliyle hem balıkları tuzluyor hem de Can’a veriyordu. Havayı balık kokusu sardı.
-Çok güzel koktu Mahmut Emmi, aylardır balık yememiştik, dedi Ayşe.
-Öyle kızım biz de.
Kızaran balıkları afiyetle yediler. Can’ın getirdiği helva çay eşliğinde yenildi. Yanan ateşe yeni çalılar atıldı. Bir süre kızaran çalılar büyük bir alevle yanmaya başladılar.
-Temel kemençenin telleri soğuktan kesilecek.
-Haklısın emmi, hemen.
Çadırından kemençesini alan Temel, az önce kalktığı yere oturdu. Bir süre akort verdikten sonra Mahmut Emminin çok sevdiği oturak havasını çalmaya başladı. Kemençe eşliğinde sırasıyla türkü söylüyorlardı. Ayşe’ye sıra gelince kemençe çalıyor, onlar susuyorlardı.
-Haydi kızım bir türkü de sen söyle.
-Olur mu emmi? Bu kadar erkeğin içinde ben nasıl türkü söylerim?
-Biz şu anda bir aileyiz. Ben senin amcan, senden büyükler ağabeyin, diğerleri kardeşin kızım.
-Tamam da emmi ben bizim yörenin türkülerini hiç söyleyemem.
-Başka söyle kızım, temel sana ayak uydurur.
-Ayıp olmasın emmi, bu kadar erkeğin içerisinde bir kızın türkü söylemesi?
-Ne ayıbı kızım, dedim ya bizler bu yolda bir aileyiz. Haydi bildiğin bir türküyü söyle, diye ısrar etti Mahmut Emmi.
-O zaman becerebilirsem, rahmetli babamın söylediği ve ondan öğrendiğim türküyü söyleyeyim.
-Olur kızım.
Ayşe, kemençe çalan Temel’e baktı ve:
“Biz kuzu da taş dibinde meliyor,
Firkati da dağı taşı deliyor.
Komşular da bulamamış geliyor
Yitirdim yavrumu yol kenarında.
Xxx
Dağlara saldırdım seyipler gibi
Anası ağlıyor geyikler gibi
Ne dereler koydum ne de taş dibi
Yitirdim yavrumu yol kenarında.”
-Aman kızım nereden buldun bu havayı, çok güzel de sesin var. Bula bula Can için de söylenen havayı bulmuşsun.
-Benim için mi emmi?
-Yok oğlum, iki yıl önce çığ altında kalan Can için de söylenir bu hava.
-Çok acı olmuş adaşımın ölümü Mahmut Emmi.
-Öyle Can oğul öyle, Allah hiçbir aileye öyle ölümü vermesin.
Hepsi birden:
-Amin, dediler.
-Mahmut Emmi, birer çay daha içer miyiz gölün suyundan?
-Neden olmasın?
-Ben koyarım çayı, dedi Ayşe, su alıp geleyim.
-Ben getiririm bacı, dedi Dursun.
Mustafa, birkaç çalı daha attı ateşe. Ayşe, Dursun’un getirdiği demliği ateşin üzerine koydu. Kısa sürede kaynayan suya çayı attı. Temel, kemençesi ile hem çalıyor hem de söylüyordu. Ayşe, çektiği küllerin üzerine kara demliği koydu. Başını kaldırdı. Ateşin aydınlattığı kadarıyla üstü başı yırtık elbiseli bir kadın görür gibi oldu. Ellerini gözlerine götürdü, ovaladı, bir daha baktı. Kadın kaybolmuştu.
-Ne oldu Ayşe kızım duman mı kaçtı gözlerine?
Ayşe, biraz duraksadıktan sonra:
-Öyle oldu Mahmut Emmi.
-İsmail, bardakları yıkayın.
-Tamam emmi.
Can, Ayşe’nin her hareketini göz ucu ile izliyordu. Her ona baktıkça içi alev alev oluyordu. Boğazına bir şeyler düğümleniyordu. Ayşe, Can’ın göz ucuyla kendisine baktığını her fark edişte gözlerini kaçırıyordu.
Can, “Biraz utangaç, belli ki bir arkadaşı yok. Kim bilir belki de memleketinde bir sevgilisi vardır. Varsa yanlış yapıyorum. Ama bana yok gibi geliyor.” diye geçirdi içinden.
Ayşe, yıkanan bardaklardan herkesin çayını doldurup verdi. Can’a çayını verirken parmakları birbirine değince hemen elini çekti, çay az kalsın dökülecekti. Kendine de çay koyup içmeye başladı. Kadını gördüğü karanlığa doğru bir kez daha baktı, kimseyi göremedi.
Çay molası bitti, kemençe sustu. Sönmek üzere olan ateşe bu kez topladıkları kalın odunlardan attılar. Mahmut Emmi, ayağa kalktı:
-Arkadaşlar çadırlara, bu gece ikişer ikişer nöbet tutulacak. Ayşe’nin de nöbet akşamı.
-Ben Ayşe’nin yerine tutarım, dedi Abdullah.
-Olmaz Abdullah abi, ben tutarım nöbetimi.
-Yok bacım, sen yat dinlen, ben hem çayı çok içtim hem de uykum yok, sen rahat ol, ben tutarım.
-Tamam o zaman nöbet tutacaklar aralarında paylaşsınlar, diğerleri çadırlara, yarın zor bir gün olacak.
Can, çadırına girerken de Ayşe’ye baktı, göz göze geldiler. Ayşe yine gözlerini kaçırarak çadıra girdi. Çadırın içi karanlıktı, ancak dışarıda yanan ateşin az bir ışığı alıyordu çadırına. İçerisi dışarıdan biraz da olsa sıcaktı. Daha önce yatak olarak serdiği çulların içerisine adeta kendini gömdü. Boğazına kadar örtündü. Uyumak için gözlerini yumdu. Yumar yummaz açtı. Karanlıkta gördüğü kadın geldi gözlerinin önüne. Korktu. Korkudan gözlerini yumamıyordu, kadın bir daha gözlerinin önüne gelir diye. “Ben hayal görmedim. Üstü başı yırtık elbiseli kadını gördüm. Peki diğerleri neden görmedi. Ha arkası dönük olanlar görmedi Mahmut Emmi de mi görmedi? Yoksa gördü de görmemezlikten mi geldi? Hayır… Hayır… Ben hayal görmedim… Bir kadın gördüm… Elbisesi yırtık… Kim bu kadın? Bu dağ başında ne arıyor?” Soruları sordukça uykusu kaçıyordu. Çadırının etrafında bir şeyin döndüğünü fark etti. Korkusu iyice artarken ne yapacağını bilemedi. Dikkat edince bir hayvan olduğunu anladı. “Mahmut Emmiye seslensem mi acaba? Yok olmaz, uyumuştur.” Tabancasını belinden çıkardı, hazneye mermiyi yavaşça aldı. Her ne ise, çadırın etrafında dönen çadıra girmek için boşluk arıyor, bazı yerlere burnunu sokup girmeye çalışıyordu, başaramayınca da döndükçe dönüyordu. Çadırın girişini azıcık araladı. Elinde tabanca dışarıya baktı. Oğuz koşarak yanına geldi. Az kalsın ateş edecekti. “Sen miydin” dedi korkuyla. “Az kalsın vuracaktım seni, gel içeri gel, belli ki sen de uyuyamadın benim gibi.”
(Devamı var)