Gelincik Taşları Efsanesi (16)

Gün yaklaştıkça her iki köyü de inanılmaz bir heyecan sarıyordu. Gülşah ve Çoban Ali’den başka sürünün Çit Deresinin berrak akan suyundan içmeden karşıya geçeceğine inanmıyorlardı. Çoban Ali, sürüyü otlatacağı günlerin sona ermesini dört gözle beklerken babası Topal Ömer, oğlunun mahcup duruma düşeceğini ve bu durumu hazmedemeyeceğini düşünüyordu. Birkaç kez oğlunun vazgeçmesini istediyse de Ali, vazgeçmiyor, daha da ısrarcı oluyordu.

Tuz yalatılmış sürüyü su içirmeden Çit Deresinde karşıdan karşıya geçireceğini duyan çevre köyler de bunun imkansız olduğunu söylüyorlardı. Ardasa kasabasında da konu yine aynıydı. Kahvehanelerde başka konu yoktu. Konu hep aynıydı. Bu nasıl aşktı ki sürüye su içirmeyecekti?

Topal Ömer’i tanıyan kasaba halkı sık sık onu ziyarete gidiyor, çay üstüne çay içiyorlardı. Topal Ömer, çay parası ödemekten cebinde para kalmıyordu. Yazdığı istidaların parası ancak ısmarladığı çayları karşılıyordu. 

Haviyana köyünde genç kızlar koyunların su içmeden dereden karşıya geçmesinden yanaydı. Koyunlar su içmeden geçerse Gülşah Çitikebir’e gelin gidecek, köyün bekar gençleri onlara kalacaktı. Köyün bekar erkekleri ise koyunların su içmesinden yanaydı. Koyunlar su içerse Gülşah Çitikebir’e gelin gitmeyecek köyde kalacaktı. Onlardan birisiyle evlenmese de böyle güzel bir kızı her gün göreceklerdi.

Çitikebir köyünde ise Avliyana’nın tam tersiydi. Bekar kızlar, koyunların su içmesinden yanaydılar. Koyunlar su içerse Çoban Ali, Gülşah’la evlenmeyecek, kendi içlerinden birisiyle evlenmek zorunda kalacaktı. Bekar erkekler ise koyunların su içmeden karşıya geçmesinden yanaydı. O zaman Çoban Ali, Gülşah’la evlenecek, köyün bekar kızları kendilerine kalacaktı. Ali’den umudunu kesen kızlar kendileriyle evlenecekti. Koyunların en çok da sudan karşıya içmeden geçmesini Kamil, Hüsnü, Hilmi ve Celal çok istiyordu. Celal, çok sevdiği Cevriye kıza kavuşmanın hayalini kuruyordu.

Koyunları otlatmanın son günüydü. Çoban Ali, sürüyü Kankana Yaylası’na yukarı sürdü. Bugünden sonra herkes kendi koyununu havalar iyi giderse yaylıma götürecekti. Ekim ayının son günleri olmasına karşın hala yazdan kalma günler yaşanıyordu. Muhtar İhsan, Ali’nin sürüyü bir süre daha otlatmasını istiyordu ama ikinci uzatmayı Ali’nin kabul edip etmeyeceğini tahmin edemiyordu. Hele yarın şu dereden sürünün karşıdan karşıya geçirilme işi sona ersin, oturup hem Topal Ömer ile hem de Ali ile konuşacaktı.

Heyecan doruktaydı. Yarın büyük gün olacaktı. Sürüyü evlere teslim eden Ali, Kel Celal’in kahvehanesine uğradı. Son gün yormuştu onu. Kankana Yaylasında sürü otlatmak zordu. Arka kırandaki Herek köyü ormanına saklanan kurtlar her an sürüye saldırır endişesiyle hiç oturmamış, sürekli ayaktaydı. Ama her neyse sürü otlatma işi bitti, rahatlamıştı. O moralle, kahvehanenin kapısındaki alçak iskemleye oturdu. 

-Çay vereyim mi Ali?

-Ver Celal abi.

Kel Celal her zamanki gibi iki çay ile geldi. O da karşısına oturdu.

-Bugün bitti çobanlık?

-Bitti.

-Helal olsun sana, hiç kimsenin hayvanına zayiat vermeden aldığın gibi teslim ettin.

-Öyle oldu Celal abi.

-Ne yapacaksın bundan sonra?

-Yarından sonra bir süre dinleneceğim.

-Yarın zor gün olacak?

-Yok Celal abi, size zor geliyor benim için zor değil.

-Yapma Ali, geçiremezsin sürüyü de rezil olursun iki köye.

-O sürü geçecek abi sen merak etme.

-Köylüler merak içerisinde. Bayram varmış gibi herkes hazırlandı. Benim kız da yeni entarisini çıkardı sandıktan.

-Niye ki?

-Yarın bütün genç kızlar ve bekar oğlanlar en yeni elbiselerini giyeceklermiş.

-Neden?

-Bilmem, seni seyretmeye geleceklermiş.

-Orası öyle de yeni elbiselerini giymeleriyle ne alakası var?

-Orasını ben de anlamadım. Yarın sürüyü toplayıp çevirmeye mi götüreceksin?

-Son kez olacak. Sağ olsunlar Kamil onlar yaptılar çevirmeyi. Şişman Mahmut’tan bir çuval da kalın tuz alıp gelmişler. 

-Aran iyi onlarla.

-İyi, benim onlarla bir kavgam yoktu, onlar sataştı bana.

-Aranızın düzeldiğine sevindim. Köylü hep orada olacak. Çoluk çocuk. Ben de kahvehaneyi kapatıp geleceğim.

Çayını içtikten sonra kalktı. 

-Gideyim, babam da gelmiştir.

-Geldi gördüm, kahvehanenin önünden geçerken selam verdi, çay içmeye davet ettim ama, ‘bacağım çok ağrıyor’ dedi. 

-Son günlerde bacağının ağrısı iyice arttı. Yarın geçsin alıp onu doktora götüreceğim.

-İyi bir doktor varmış Gümüşhane’de.

-Evet. İyi akşamlar.

-İyi akşamlar Ali, selam söyle.

Xxx

Gülşah da koyunlarını çevirmeden içeri kodu. Anası kapıda ineği sağıyordu. Elif ile Sümbül, kapının önündeki çardağın altında oturuyorlardı.

-Oh ne güzel, anam süt sağsın siz oturun.

-Ne yapalım abla, bir türlü bizim inek sağmamıza razı gelmiyor anam, dedi Elif.

-Öğren kızım öğrenin, orada oturacağınıza anamı seyredin ve inek nasıl sağılır öğrenin.

İneğin sağım işini bitiren Feride kadın:

-Kızım onlar inek sağmasını öğrenmek için daha on fırın ekmek yemeleri lazım. Sen ne yaptın, nerelere gittin?

-Ormana çıkmadım ana, dere boyu yaylıma götürdüm.

-İyi ettin. Elif, al bu helkeyi de içeri götür. Dikkatli götür dökmeyesin.

-Aman ana o kadar da çocuk değilim.

-Şimdiki kızların gözleri hep havada, önlerine bir türlü bakmıyor.

Gitti, çardağın altındaki setin üzerine oturdu. Derin bir “ohh” çekti.

-Bugün bayağı yoruldum. Gel otur yanıma bakayım Gülşah. 

-Buyur ana.

-Hele otur bakayım. 

Yanına oturan kızının gözlerinin içine baktı. Gülşah ile bir süre göz göze geldiler. Elini kızının omuzuna attı. Çemberinin altından kızının görünen ve beline kadar inen saçlarını okşadı. Gülşah, başını anasının dizi üzerine koydu. 

-Şartından vazgeçmedin değil mi?

Başını çevirip anasının yüzüne baktı:

-Ana bu çocuk oyuncağı değil ki vazgeçeyim. Yarın sabah kalkıyoruz. Hayvanları ahırda yemliyoruz, koyunlar da dahil. Sen, Elif ve Sümbül birlikte gidiyoruz. Köprünün yanına Ali iki çevirme yaptırmış.

-Neden iki çevirme?

-Ağzına tuz verdiğim koyunlar ikinci çevirmeye alınacak ve daha sonra kapısı açılıp Çit Deresine yönlendirilecek. Gerçi yönlendirmeye gerek yok. Onlar suyun sesine nasıl olsa koşacaklar.

-Koşar koşmaz da su içmeye başlayacaklar tabi.

-İçmeyecekler. 

-Bir avuç tuzu yiyen hayvan susamaz mı kızım?

-Susar ana ama ne kadar susarsa susasın o koyunlar içmeden karşıya geçecekler.

-Ben inanmıyorum kızım.

-İster inan ana ister inanma. Ali o sürüyü içirmeden karşıya geçirecek. Koyunlara tuz vermede Elif ile Sümbül de bana yardımcı olacaklar. 

Feride kadın başını iki yana salladı. Kızının saçlarını okşadı. 

-Ah benim dünyalar güzeli kızım. Nereden bu şartı ileri sürdün. Geldi istediler seni. Zaten Ali’de gönlün vardı. Biz de Allah’ın emri ile seni verir, düğününü de yapar sen de Ali de muradınıza ererdiniz.

-Yine ereceğiz muradımıza ana, sen hiç merak etme. 

-İnşallah kızım inşallah.

-Acıktım ana. Siz acıkmadınız mı?

-Acıktık. Elif, bostandan çıkardığımız taze patateslerden haşladı. Domatesler de olmuştu, birkaç tane de onlardan aldık. Haşlanmış patateslerin yanına bir de salata yapar yeriz kızım.

-Olsun ana.

Yemeklerini konuşmadan yediler. Elif, sofrayı toplarken Gülşah, Sümbül ile dışarı çıktı. Ay, köyü pırıl pırıl aydınlatıyordu. Öten gece kuşlarının seslerine muhtar Çepni Osman’ın köpeğinin sesi karışıyordu. Bir süre kuşları dinledi. Sümbül’ün başını dizlerinin üzerine aldı. Saçını okşadı. 

-Abla.

-Söyle güzelim.

-Ben de senin gibi şart koşsam mı?

-Ne dedin bir daha de bakayım?

-Bir şey demedim, ben de senin gibi şart koşsam mı dedim.

Gülşah, Sümbül’ün kaba etine iki şamar attı:

-Bak sen şu bebeğe. Kız sen daha nesin ki? Dur bakalım. Ne zaman büyüdün?

-Şimdi değil abla büyüdüğüm zaman.

-Yok, şart koşma. Ben koştum bak köylerin diline düştük.

-Ne güzel herkes sizi konuşuyor.

-Ne diyorlar?

-Senin çok güzel, Ali’nin de çok yakışıklı olduğunu konuşuyorlar.

-Konuşsunlar. Kalk, kavalımı al da gel.

Sümbül, sevinçle:

-Yoksa çalacak mısın?

-Evet.

Sümbül, hızla ablasının dizlerinin üzerinden kalktı. Bir solukta kavalı alıp geldi. Gülşah, kılıfından çıkardığı kavalına üfledi. Sümbül, yine ablasının dizleri üzerine başını koydu. Öten gece kuşlarının sesine kulak veren Gülşah, yanık yanık çalmaya başladı. 

Köylüler kulak kesildi. Yanık kaval sesi herkesi dertlendirdi. Evlerinden çıkan genç erkekler yavaş yavaş Gülşahların çevirmesine geldiler. Ellerini çevirmenin çitlerine koyarak dinlemeye başladılar. Kısa süre içerisinde çevirmenin çevresi kalabalıklaştı. Kaval sesi köylüleri bir araya toplamıştı çoluk çocuk. Gülşah ise gelenlerden habersiz gözlerini kapatmış, kendini tamamen kavalına vermiş, çalıyor çalıyordu.

(Devamı var)

YORUM EKLE