Gelincik Taşları Efsanesi (18)

Çitikebir köyünde yürüyemeyecek yaşta olanlar dışında köylüler Çit Deresinin kenarına dizilmişlerdi. Sabah erkenden kalktılar. Hayvanlarını yemlediler. Bugün hayvanlar yaylıma çıkmayacaktı. Bugün onlar için büyük bir gündü. Çoban Ali, sevdiği kız Gülşah’a verdiği sözü tutma günüydü. Köyün altından geçen Adisa ve Avliyana’ya giden yolun üzerine dizilmişlerdi. Bebeler bile analarının kucağındaydı. Yazdan kalma güneşin altında şıpır şıpır terliyorlardı. Bebeleri güneş rahatsız etmesin diye baş ve yüzlerini kapattılar. 

Evli olan kadınlar ve eşleri bir arada oturuyorlar, bekar kızlar ayrı bir yerde, bekar erkekler ise ayrı bir yere kümelenmişlerdi. Kızlar Çit Deresinden geçecek sürünün su içmesinden yanaydı. Sürü su içerse Ali, Gülşah ile evlenmeyecek, içlerinden biri ile evlenecekti. Bekar erkekler ise sürünün su içmeden geçmesi için dua ediyorlardı. Sürü su içmeden geçerse Ali, Gülşah ile evlenecek, köyün kızları Ali’den umudunu kesecek onlara kalacaktı. 

Çit Deresinin karşı yakasında ise Haviyana köylüleri vardı. Kimisi ana yolu takip ederek gelmiş, kimisi ise Gülşah’ın arkasından Çit Düzünü aşarak geldi. Onlarda da bekarlar kız ve erkek olmak üzere iki grup oluşturdular. Haviyana kızları sürünün dereden su içmeden, erkekler ise su içmesinden yanaydılar. Kızlar, sürü su içmeden karşıya geçerse Gülşah Ali ile evlenecek, bekar gençler onlara kalacaktı.  Erkekler ise sürünün su içmesini istiyordu. Su içerse Gülşah, Ali ile evlenemeyecek köyde kalacaktı. İçlerinden biri ile evlenmese de dünya güzeli Gülşah’ı her gün görme imkanları olacaktı.

-Kızlar buradan çok güzel bir kız olduğu görünüyor, sizler de öyle mi görüyorsunuz?

-He, Bahriye. Ben de öyle görüyorum.

-Ali’nin şimdi bize neden bakmadığını daha iyi anladım.

-Anlarsın tabi o kadar güzel bir kızı bırakıp da bize bakar mı, a benim koyun gözlüm?

-Ben yanına gidip bakacağım.

-Ben de. 

-Kalkın hep birlikte gidelim.

Kalktılar. Bahriye önde on beş kadar bekar kız kemer köprüden geçerek karşı yakaya geçecek ve sürüye eliyle tuz veren Gülşah’ı yakından göreceklerdi. Çit Deresinin iki yakasını birbirine bağlayan kemer köprüden geçerken çoban Ali’nin, Alaca ile Karaca’nın ortasında oturur gördüler. Bahriye kendini tutamadı:

-Ne dersin Ali, sürü su içecek mi içmeyecek mi?

-Hiç umutlanmayın içmeyecek.

-Nasıl, baksana habire avuç avuç tuz yediriyor sürüye.

-Ne yedirirse yedirsin, ben o sürüyü su içirmeden karşıdan karşıya geçireceğim. 

Bahriye omuzlarını salladı. Gülşah’ın sürüye tuz verdiği çevirmeye geldiler. Gördükleri karşısında ağızları açık kaldı.

-Aman Tanrım bu ne güzellik?

-Ben böyle güzel kız görmedim.

-Ben de ben de.

-Çok güzel.

-Çoban Ali’yi şimdi daha iyi anlıyorum. Böyle güzel kıza kim aşık olmaz ki? Haydin gidelim, kız bize bakmıyor bile.

-Gidelim.

Yerlerine dönerken köprünün üzerinde oturan çoban Ali’ye Bahriye yine laf attı:

-Ali ne yap yap sürüyü dereden su içirmeden geçir. Gülşah çok güzel kız. Ben senden yanayım. İnşallah sürüyü su içirmeden dereden geçirirsin.

-Sağol Bahriye bacı. Merak etme geçireceğim o sürüyü dereden su içirmeden.

Topal Ömer de karısı Kezban ile yan yana oturuyordu. Yüzü asıktı. Karısı ara sıra başını çevirip ona bakıyordu. Kocasının yüzünün asık olması onu da üzüyordu.

-Merak etme bey Ali sürüyü dereden geçirecek, diye teselli ediyordu.

Çevre köylerden de insanlar akın akın geliyordu. Böyle bir olaya tanık olmak istiyorlardı. Zermut’tan, Avliyana’dan, Adisa’dan çok insan gelince kalabalık gittikçe artıyordu. Kimse konuşmuyor, Gülşah’ın sürüye tuz yedirmesini seyrediyordu. 

Kardeşi Elif yakaladığı koyunun ağzını açıyor, Gülşah ise avucuna doldurduğu tuzu koyunun ağzına boca ediyordu. Yesin diye tuzu koyduktan sonra koyunun ağzını kapatıp bir süre bekliyordu. Tuzu yiyen koyunu diğer kardeşi Sümbül ise ikinci çevirmeye koyuyordu.

Öğlen saati yaklaştıkça güneş daha da yakıyordu. Koyun melemeleri gittikçe artıyordu. Hemen yakından gelen su sesini duyan koyunlar bir an önce suya kavuşmak için durmadan meliyorlardı. Bazıları ise çevirmeden çıkmak için çitleri zorluyordu. Son koyuna da tuzu veren Gülşah, kız kardeşleri ile çevirmeden çıktılar. Bir süre beklediler. Koyun melemeleri Çit Deresinden akan suyun sesini bastırıyordu.

-Kezban hatun görüyor musun koyunlar ne kadar susadılar melemeleri ortalığı yıkıyor.

-Öyle bey. Şimdi sana hak verdim. Bu sürü su içmeden dereden karşıya geçmez.

-Şimdi lafıma geldin. Ben diyordum da inanmıyordun.

-Haklısın bey haklısın. Dediğin gibi bu kadar milletin önünde herkese rezil olacağız.

Koyunların melemeleri bir türlü durmuyordu. Su sesi onları adeta çıldırtıyordu. Çevirmeden çıkma imkanları yoktu. Çevirmenin içinde susmadan meliyor, çevirmeyi dört dönüyorlardı. 

Muhtar İhsan, Topal Ömer’in yanına geldi. Onun da yüzü asıktı. 

-Bir kız bizi ne hale soktu.

-Evet muhtar. Git çevirmenin kapısını aç. Dilsiz hayvanlar daha fazla eziyet çekmesinler.

-Ali’ye sorayım da öyle açayım Ömer abi.

-Tamam ne yaparsan yap ama bir an önce hayvanların çektiği işkence sona ersin. 

Muhtar İhsan burnunu çekti, gırtlağını temizledi, öksürdü. Köprüye giden yola indi. Herkes ona bakıyordu. Öyle anlaşılıyordu ki sürünün bulunduğu çevirmeyi muhtar açacaktı. Köprünün üzerinde oturan çoban Ali’nin yanına geldi. Yine burnunu çekti, gırtlağını temizledi, öksürdü. Ali, ayağa kalktı. 

-Ali, baban diyor ki, hayvanlar susuzluktan ölecek, çevirmenin kapısının açılmasını istiyor.

-Olur muhtar emmi. Açalım. Zamanı geldi. Sen açabilirsin emmi ama o sürü su içmeden karşıya geçecek.

Muhtar İhsan, bu kez burnunu daha hızlı çekti, gırtlağını üç defa öksürerek temizledi.

-Allah Allah, bu oğlan aklını yemiş, o kadar tuzu yiyen sürü su içmeden karşıya nasıl geçecek?

Köprüyü geçip yavaş yavaş çevirmeye doğru yürüdü. Sürünün dört döndüğü çevirmeye geldi. Kapısına yaklaştı. Kuvvetlice öksürdü, burnunu çekti. Bu kez gırtlağını temizlemedi. Onu gören koyunlar çevirmenin kapısına yöneldiler. En önde de boynuz uzunluğu yirmi santim olan Akkoç vardı. Çoban Ali’nin gözü gibi baktığı koçtu Akkoç. Ön ayaklarını çevirme kapısının parmaklıklarına atarak iki ayak üstüne kalktı. Gözler bir çoban Ali’de bir de muhtarda idi. Nefesler tutuldu, kimse konuşmuyordu. Ağlayan bebeleri anaları kıçlarını pohpohlayarak susturuyorlardı. Olanı biteni kaçırmamak için kimse gözlerini kırpmıyordu. 

Gülşah, kardeşleri Elif ve Sümbül ile sürünün geçeceği yeri gören bir yerde oturuyorlardı. Onlar da muhtarın hareketlerini takip ediyorlardı. 

-Abla, dedi Elif.

-Söyle.

-Bu kadar tuz yiyen sürü su içmeden dereden karşıya nasıl geçecek?

-He abla, söyle nasıl geçecek? diye söze girdi Sümbül.

-Derdi sizi mi aldı? Sürüyü karşıya geçirecek olan düşünsün.

-Sen Ali abiyi hiç sevmiyorsun abla, diyerek tepki gösterdi Elif.

-Öyle mi dersin?

-Öyle. Baksana sürü suya kavuşmak için nerede ise çevirmeyi yıkacak. Atlayabilseler çevirmenin sırıklarının üzerinden atlayacaklar. O kadar tuzu yedirdin. Bir de tepemizdeki yakan güneş. Bu sürü su içmeden karşıya geçemez. Sen Ali abiyi sevseydin bu şartı ileri sürmezdin.

-Ben Ali’yi Ali de beni, birbirimizi çok seviyoruz. O sürü, bizim sevgimizi perçinleyecek, su içmeden dereden karşıya geçerek.

-Hepsi mi?

-Hepsi.

-Yapma abla, hadi diyelim birkaçı geçti su içmeden. Ben saydım seksen koyuna tuz verdin. Seksen koyunun içerisinden su içenler olur.

-Olmayacak. Hepsi de başları dik olarak sudan karşıya geçecek.

Elif, bir süre düşündü. Gözleri muhtar İhsan’daydı. Kapıyı ha açtı açacaktı. Dayanamadı:

-Abla.

-Gene ne var?

-Gel bu şartından vazgeç. Hem sana hem de Ali abiye yazık. Madem ki birbirinizi çok seviyorsunuz. İnat etme gel şartından vazgeç.

-Sen meraklanma kardeşim. Bekle o sürünün nasıl su içmeden karşıya geçeceğini görürsün.

-Sen bilirsin abla.

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
EMRE
EMRE - 2 yıl Önce

HOCAM TEKRAR HOŞGELDİNİZ.

İbrahim Özdemir
İbrahim Özdemir @EMRE - 2 yıl Önce

Çok teşekkür ederim.