Gelincik Taşları Efsanesi (20)

Topal Ömer, sakat ayağıyla evin çevirmesinden içeri girdi. Doğruca çardağın altına geldi. Dizini tutarak oturdu. Yüzünden acı çektiği belli oluyordu ama hala aklı sürünün Çit Deresinden o kadar tuzu yemesine karşın su içmeden geçmesine bir türlü inanamıyordu. Rüya mı gördüm acaba deyip dizini sıvazladı. Nefes nefese kalan karısı Kezban hatun da gelip yanına oturdu. 

-Güz geldi ama bugünkü sıcak ağustosta bile yoktu bey.

-Öyle.

-Çok mu ağrıyor ayağın.

-Ağrıyor, çok durdum bugün üzerinde. Ali gelmedi mi?

-Arkadaşları bırakmadı. Kel Celal’in kahvehanesine gittiler.

Kezban hatun, muhtar İhsan’ın öksürüğünü duyunca:

-Çay koyayım seninki geliyor.

-Kim?

-Kim olacak muhtar.

-Koy çayı hanım benim de içesim var.

-Sen içmesen bile muhtar içmeden gitmez. Baksana gırtlağını temizleye temizleye geliyor.

-Gelsin gelsin. 

Kezban hatun evine girerken muhtar İhsan da çevirmenin kapısından içeri girdi. “Selam” verdi.

-Gel muhtar gel, gel otur. Ayağım bugün çok ağrıyor. 

-Sana doktora git dedim, gitmedin. Gümüşhane’ye iyi bir doktor geldi diyorlar. Her giden ondan şifa buluyormuş. Bir de sen git. 

-Gideceğim, bu Ali’nin işini hayırlısı ile bitirelim gideceğim, daha dayanacak halim kalmadı. Hele bugün de çok durdum üzerinde ağrısı adeta yüreğime işliyor. 

Bir süre konuşmadılar. Her ikisi de sürünün su içmeden dereyi nasıl geçtiğini konuşmak istiyorlardı ama neren başlayacaklarını da bilemedikleri için suskundular. Muhtar İhsan ise sık sık burnunu çekip gırtlağını temizlemesi ile sessizliği bozuyordu.

-Helal olsun Ali’ye.

Topal Ömer ile göz göze geldiler.

-Çok büyük bir iş başardı. Herkesin ağzı açık kaldı. Adisa’nın muhtarı Tonyalı Şevki, “hala inanamıyorum” dedi bana. 

-Kim inandı ki muhtar, ben gözlerimle gördüğüm halde hala inanamıyorum.

-Doğru Ömer abi ben de senin gibi şaşkınım… Bak ne diyeceğim abi, Ali ermiş biri olmasın?

-Ermiş mi ermemiş mi bilmem ama o sürü su içmeden dereyi karşıya geçti ya artık bundan sonra bize söz düşmez. On gün sonra Haviyana’ya gidip düğün gününü kararlaştıracağız. Sen de gelir misin bizimle?

-Gelirim neden gelmeyeyim.

Kezban hatun üç çay bardağı ile yanlarına geldi. 

-Hoş geldin muhtar.

-Hoş bulduk abla.

-Sen çayı seversin.

-Doğru çayı çok severim.

-Bir demlik demledim. İçeceğiniz kadar için.

-Sağol, eline sağlık.

-Afiyet olsun.

Xxx

Kel Celal’in kahvehanesi köylülerce tıka basa doluydu. Herkes çoban Ali’ye saygıyla bakıyorlardı. Çevresini sarmış vaziyette oturan köylüler, saygıda kusur etmiyorlardı. Çoban Ali’ye ermiş gözüyle bakıyorlardı. Kel Celal, çayı getirdiğinde bile bardağı çok yavaşça Ali’nin önüne bırakıyordu. Bir ara kavgalı olduğu Kamil, Celal, Fikret ve Hilmi, karşı masada oturuyorlardı. Ali’nin evlenecek olması onları mutlu ediyordu ama Gülşah’ın güzelliği de gözlerinin önünden gitmiyordu. Ali, o kadar tuzu yemiş sürüyü bir damla su içirmeden sadece kaval çalarak sudan karşıya geçirmesi, sevdiği kızın peri masallarındaki gibi çok güzel olması karşısında adeta şaşkına dönmüşlerdi. Sürünün su içmeden karşıya geçmesi onların da köyde sevdiği kızlarla evlenmelerini sağlayacaktı.

Akort Mevlit’in her zamanki gibi kafası iyiydi. O da Çit Deresine inmişti ama nevalesini yanına almayı unutmamıştı. Köprüye yakın değirmenin bahçesinde masasını kurmuş, tek başına hem olanları seyretmiş hem de kafayı çekmişti. 

-Kel, bana okkalı bir kahve yap.

-İyisin gene, dedi Kel Celal.

-Bende yanlış olmaz.

-Bilirim.

-Her zamanki gibi az şekerli?

-Sorman ayıp ama.

-Haklısın.

Akort Mevlit, Ali’nin çevresini saran köylülere:

-Ne sardınız adamın çevresini, yok mu başka oturacak yeriniz? Açılın da Ali’nin yüzünü görelim.

Köylüler saygılı bir şekilde kahvehanenin içindeki masalara dağıldılar.

-Hah şöyle… Adam mı görmediniz? 

Gelen kahveden yudum aldı höpürdeterek.

-Ali, düğün ne zaman.

-Belli değil Mevlit abi ama fazla sürmez.

-Güzel bir düğün yapacağız sana.

-Sağol Mevlit abi.

-Ben güzel de horon oynarım ha.

-Biliyorum.

-Söyler misin Ali, o sürüyü su içirmeden dereden karşıya nasıl geçirdin?

-Ben bir şey yapmadım, sadece kaval çaldım.

-Yani hikmet kavalda mı?

-Nasıl düşünürsen abi.

-Bizde düşünecek hal bırakmadın. Ben mest oldum. O kadar sevindim ki.

-Sağol abi, dedi ve kalktı. Onun kalkması ile birlikte Akort Mevlit hariç herkes ayağa kalktı. Yaşlısı genci hepsi ayaktaydı. Çay parası vermek için elini cebine attı. 

-Bugün çayların bizden Ali. Bize güzel bir gün yaşattın, hepimizi mutlu ettin.

-Sağol Celal abi. Hepinize iyi akşamlar.

Kahvehaneden çıktı. Yolda karşılaştığı kadınlar, erkekler hep ona saygı duyuyor, kenara çekilerek yol veriyorlardı. Çoban Ali, köylüler nazarında artık bir ermişti. Yediden yetmişe herkes ona saygı duyuyordu.

Xxx

Köyün kızları köy meydanındaki İmamların bostan duvarının önünde sıralanmış oturuyorlardı. Onlar da Ali ile Gülşah’ı konuşuyorlardı. Şaşkındılar. Köyde şaşkın olmayan yoktu. 

-Mukaddes bu nasıl iş?

-Hangi iş Ayşe?

-O sürü o kadar tuzu yedi ve su içmeden karşıya geçti.

-Sen onu bunu bırak da Ali’nin alacağı kıza baktın mı?

-Baktım tabi bakmaz olaydım.

-Neden ki?

-Neden olacak? Onun güzelliği yanında biz ancak sonuncu oluruz.

-Ne o yarışmaya mı giriyorsun?

-Ne yarışması? Ali’yi görmedin mi, kızın aşkına sürüyü su içirmeden dereden geçirdi.

-Yani ben böyle güzel bir kız görmedim.

-Artık Ali’den de umudumuz kalmadı. Kaldık gene bizim köyün avara kasnaklarına.

-Yazı ne ise o olur.

-Senin peşinden de koşan çok olmuştur Fikriye.

-Oldu da gönlüm Ali’de olduğu için dönüp bakmamıştım.

-Bundan sonra bakarsın artık.

-Bakacağım tabi evde kalacak halim yok.

Xxx

Haviyana köyünün de Çitikebir köyünden farkı yoktu. Onlar da sürünün su içmeden dereden karşıya geçmesini konuşuyordu. Kerametin kavalda olduğu kararına varmışlardı. Çünkü Ali bir şey yapmamış sadece kaval çalmıştı.

-Demek Ali sürüyü su içirmeden karşıya geçirmiş, diye sordu Feride kadın.

-Evet ana, diye yanıt verdi Gülşah.

-Kimler vardı?

-Kimler yoktu ki ana duyan gelmişti. İğne atsan yere düşmüyordu. Herkes işini gücünü bırakmış gelmişti. Kundakta çocuğu olan kadınlar bile gelmişti. 

-Sen ne yaptın?

-Ben bir şey yapmadım. Elif ve Sümbül ile sürüye tuz yedirip kenara çekildik. Sürü geçtikten sonra da Ali’nin ana ve babasının yanına gittik. Ellerini öptük.

-İyi ettin.

-Anana selam söyle dedi Ali’nin babası. On gün sonra geleceğiz dedi.

-Gelsinler bakalım. 

Xxx

Topal Ömer, ağrıyan ayağı ile fazla oturamadı. Karısı Kezban’a:

-Ben yatıyorum, bakayım bu ağrı uyutacak mı beni.

-Yat bey ben de ortalığı toparlayıp yatacağım.

-Ali hala çardakta mı oturuyor?

-Üşürsün dedim gel içeri gir dedimse de üşümüyorum dedi. 

-İyi.

Kezban kadının dediği gibi Ali, çardakta oturmuş karşı dağdan iki boyunduruk yükselmiş aya bakıyordu. Asmanın dallarının arasından ay ışığı yüzüne vuruyordu. Alaca ile Karaca da tam karşısına geçmiş oturuyorlardı. Başlarını ön ayaklarının üzerine koymuş, sürekli Ali’ye bakıyorlardı. Ali, başını gökteki aya bakmaktan alıp Kara ve Alaca’ya baktı. “Dostlarım benim” dedi. Alaca ve Karaca kuyruklarını salladılar. 

(Devamı var)

YORUM EKLE