Harman kenarındaki taşların üzerinde oturan Kamil, Hüsnü, Hilmi ve Celal oldukça düşünceliydiler. Kamil en büyükleriydi. Hüsnü, Hilmi ve Celal onun sözlerinden dışarı çıkmıyor, birlikte hareket ediyorlardı. Dördü de bekardı.
-Bu çoban Ali yüzünden evlenemeyeceğiz, dedi Şükrü, elindeki çalıyla toprağı karıştırarak.
-Öyle görünüyor, bütün köyün kızlarının aklı Çoban Ali’de.
-Bunun önüne geçmek lazım.
-Bugün birinci günü. Çok dikkat ettim. Cevriye kız, çıkın çantasını Çoban Ali’ye verirken adeta yiyecek gibi bakıyordu Çoban Ali’ye.
-Ne yapmamızı istiyorsunuz?
-Çobana iyi bir ders vermek lazım.
-Hoppala, çobanın ne suçu var aslanım, o hiçbir kıza bakmıyor, kızlar ona aşık.
-Biz de mi kaval çalmasını öğrensek?
-Ne yaparsan yap, kızın gönlü sende yoksa yapacak bir şey yok.
-Bu Cevriye, Çoban Ali’ye kafayı taktı. Cevriye benim istediğim kız. Onu nasıl vazgeçireceğimi düşünüyorum.
-İyi bir ders verelim Çoban Ali’ye.
-Ne dersi?
-Hırpalayalım, tanınmadan.
-Suçu ne?
-Bizden yakışıklı olması.
-Kaval çalması.
-Kavalı artık otlaklarda çalacak, köyün içinde değil.
-Geçen gün baktım, kapının önünde kaval çalıyordu. Kız kardeşim sırtındaki yükle iki büklüm onu dinliyordu. Ne yapıyorsun, diye sordum, hiç abi belim ağrıdı da dinleniyorum, dedi.
-Peki söyler misiniz Çoban Ali’nin bir kabahati var mı? diye sordu Kamil.
-Yok.
-Yok.
-He yok.
-Öyleyse yapacak bir şey de yok. Sen Cevriye’yi istiyorsan yolla ananı babanı istet, bakalım ne cevap alacaksınız?
-Ben bu Çoban Ali’yi döverim, dedi Celal, artık dayanamayacağım.
-Dövemezsin!
-Nasıl?
-Çoban Ali güçlü kuvvetli senin gibi iki üç kişiye adam demez.
-O kadar mı kuvvetli?
-Evet.
-Herkes aklını başına toplasın. Size Çoban Ali’nin bir kabahati yok diyorum.
-Ne yapacağız öyleyse?
-Onun evleneceği günü bekleyeceğiz.
-Yani o evlenmeden biz evlenmeyeceğiz mi?
-İstediğin kızı almak istiyorsan Çobanın evlenmesini bekleyeceksin.
-Ya adam hiç evlenmezse?
-O da bizim şansımıza. O zaman bakarız çaresine. Kalkın, akşam oluyor, gidip Kel Celal’in kahvehanesinde birer tane çay içelim.
-Valla bende beş para yok.
-Bende de.
-Bende de yok.
-Ben veririm çulsuzlar, cebinizde beş para yok evlenmeye kalkışıyorsunuz. Önce para kazanın. Bak adam para kazanmak için çoban olmayı kabul etti. Hem de aydan aya parasını alacak, biz de avucumuzu yalayacağız.
Üst üste gelen silah sesleri ile köye doğru koştular. Caminin önündeki meydanda köylüler toplanmış elinde kalın bir sopa ile Adnan’a saldırmaya çalışan Muammer’i durdurmaya çalışıyorlardı. Kavganın nedeninin ne olduğunu öğrenmek için kenarda onları seyreden doksan yaşlarındaki Esma neneye sordular.
-Adnan, Muammer’in on tane tavuğunu bostanına zarar verdi diye tüfekle öldürdü.
-Bu mu kavganın nedeni?
-He uşağım.
Kamil, Adnan’ı kenara çekti. Muammer’i tutanlara:
-Bırakın.
Muammer serbest kalınca Adnan’ın üzerine yürüdü. Kamil, onu tutarak elindeki sopayı aldı.
-Utanmıyor musunuz? Koca adamlarsınız.
-On tane tavuğumu öldürdü. Ben bunu onun yanına bırakmam.
-Sen de tavuklarına sahip olaydın. Aylardır emek verdiği bostanını eşeleyip sebzelerine zarar verdiler.
-O da bostanının kenarlarını iyi yapaydı. Görende desin ki bostanım çeperle çevrili.
-Çevrili veya çevrisiz. Her ikiniz de haksızsınız. Sebzelere zarar verdiyse gelip zararı senden almalıydı. Tavukları öldürmekle yanlış yaptı ama ödeştiniz. Hadi herkes dağılsın. Ayıp denen bir şey var bugüne kadar bu köyde kimse kimsenin tavuğuna “kış” demedi.
-Ben bunun hesabını sana sorarım Adnan efendi, deyip evin yolunu tuttu.
-Bakalım kim kime soracak, kalanlara sahip ol yoksa onlar da tüfeğimin ucunda olacak.
-Görüşeceğiz.
-Görüşeceğiz.
Adnan, karısı Kerime ile tavukların tahrip ettiği bostanına girdi. Henüz on santime ulaşmış tüm fasulyeleri kırılmıştı.
-Baksana, sağlam bir tane bırakmadılar.
-Koparıp yeniden dikelim, dedi karısı.
-Sen kopar, ben evden tohum alıp geleyim.
Silah seslerine duyan muhtar İhsan da bostanındaki işini bırakıp gelmişti. Adnan onun oğluydu. Durumu ona da anlattılar.
-Niye vurdun ulan Muammer’in tavuklarını?
-Baksana bostanı ne hale getirdi tavukları baba.
-Vurman mı gerekiyordu. Söyleyip ona zararını alsaydın, tavuklar da ölmemiş olsaydı daha iyi olmaz mıydı?
-Olurdu ama bir hafta çalıştık bu bostanda emeğimiz heba olunca dayanamadım.
-Bir daha olmasın, akıllı ol.
Aras’tan sökün eden sürü ile ortalığı zil sesi kapladı. Çoban Ali koyunları iyi yaylıma götürmüş, karınları adeta sırtlarından aşıyordu. Her koyun kendi sahibinin evinin önünde sürüden ayrılıyordu. Çevirmelerde olan kuzular ise onları görünce melemeleri kesilmiyordu.
Çoban Ali, herkesin koyununu eksiksiz olarak sahibine teslim etmişti. Sabah Cevriye kızın kendisine verdiği çıkın çantasını da geri verdi.
-Kalaydı.
-Yok bacı, bir dahaki sefere yeniden lazım olur.
-Ali.
-Buyur bacı?
-Bana bacı deme, ben senin nereden bacın oluyorum?
-Kötü bir şey demedim bacı.
-Bak yine bacı diyor. Salak, anlamadın mı ben seni seviyorum.
Ali, duraladı. Cevriye’nin sözleri karşısında ne diyeceğini bilemedi. Eve gitmek için başını geldiği yola çevirdi.
-Hele dur Ali, seni seviyorum dedim, duymadın mı?
-Duydum Cevriye bacı, duydum. Ben de seni bir bacı gibi seviyorum.
Hızlı adımlarla Orta Mahalleye çıkan rampa yola vurdu. Ben ona kötü bir şey demedim. Sevmek. O nasıl bir şey. Alaca’yı, Karaca’yı sevmek gibi bir şey mi? Seviyormuş. Ben de seviyorum ama bir kız kardeş gibi seviyorum.
Orta Mahallenin çeşmesinde kızlar Ali’nin gelişini bekliyorlardı. Asırlık ceviz ağaçlarının altındaki yolda Çoban Ali görününce kızlar sus pus oldular. Tam kızların yanlarından geçerken Türkan adındaki genç kız seslendi:
-Ali, selam vermek yok mu?
-Kusura bakmayın, dalgınım bacılar.
-Gel hele, aşağıya geçtin geçeli senin yolunu gözlüyoruz.
-Hayırdır?
-Oturduğun mahalledekiler çok şanslı, biz senin kavalının sesini çok uzaktan duyuyoruz. Hele gel bize bir kaval çal da dinleyelim.
-Yorgunum bacılar, bugün çok dolaştım.
-Az bir şey çal.
Türkan, yanına giderek kolundan tuttu, çekerek çeşmenin yan kenarındaki taşın üzerine oturttu.
-Çok güzel kaval çalıyorsun Ali, bize de az bir şey çal ne olur.
Ali, yapılan bu ısrara daha fazla dayanamadı, boynunda kılıfı ile asılı olan kavalını çıkardı. Yanık yanık çalmaya başladı. Kızlar onun çevresinde dizlerini kırarak oturdular. Can kulağı ile onu dinliyordular. Bostanını suladıktan sonra omuzunda kazma ile gelen Hacı Ahmet, kızların Çoban Ali’yi çevirdiklerini görünce sinirlendi. Onu gören Ali, kaval çalmayı bıraktı. Kılıfına koydu. Ayağa kalktı.
-Ne o Çoban Ali, koyun sürüsüne kaval çaldığın yetmedi şimdi de kızlar sürüsüne mi çalıyorsun?
-Yok Hacı Ahmet emmi. Israr ettiler. Ben de çalmak zorunda kaldım.
-Haydi sizler de kovalarınızı doldurun doğru evinize.
Çoban Ali, mezarlıktan giden yolu değil de kesme yol Kadarahti’ye saptı. İmamların bahçesini geçti. Muhtar İhsan’ın ceviz ağacının altından geçerken Celal, Hüsnü ve Hilmi gizlendikleri yerden önüne çıktılar. Ali, üç arkadaşının niyetini anlamadan:
-Merhaba arkadaşlar ne arıyorsunuz burada?
-Ne mi arıyoruz? dedi Celal, seni arıyoruz.
-Beni mi?
-Evet, seni arıyoruz.
-Hayırdır, bir şey mi oldu?
-Bize de kaval çalacaksın.
-Şakanın sırası değil.
-Şaka yapar gibi bir halimiz mi var? Kızlara nasıl çaldınsa bizlere de çalacaksın.
-Başka zaman, şimdi zamanı değil.
-Zamanı, dedi Hilmi, durduğu yerden bir adım öne atarak.
-Çekilin yolumdan, yorgunum.
-Biz dinletiriz seni, değil mi Hüsnü?
-Evet.
Ali, Hüsnü, Celal ve Hilmi’nin niyetlerini anlamıştı. Karaca’yı eve bırakmış, Alaca yanındaydı. Alaca ön sezileri ile hırlamaya başladı. Ali, başını okşadı.
-Dur, Alaca.
-Ne o, çalmayacak mısın?
-Yolumu açın, önümden çekilin.
-Açmazsak ne yaparsın?
-Bakın, sizinle birlikte büyüdüm. Kardeş gibi büyüdük. Şimdi ne oldu da yolumu kesiyorsunuz?
-Bize ağız yapma, kavalını çıkar ve çal.
-Anlaşıldı sizin niyetiniz belli.
İleri atılan Celal, Ali’ye yumruk salladı ancak Ali yumruğu savuşturdu, yumruk boşa gitti.
-Atıl, Alaca.
Emir alan Alaca, Hilmi’nin üzerine saldırdı. Saldırısı ile birlikte Hilmi yere yıkıldı. Ali, Celal’in yumruğunu savuşturduktan sonra var gücü ile çenesine okkalı bir yumruk kondurdu. Sendeleyen Celal yere düştü. Hüsnü’yü yakasından tutup burnuna kafa vurdu.
-Burnumu kırdın, diyen Hüsnü de yere düştü.
-Savulun gidin ve bir daha karşıma çıkmayın. Bırak Alaca.
Zorla kendini toparlayan Celal, Hilmi ve Hüsnü, uzaklaşırken:
-Bunun hesabını ağır ödeyeceksin.
-Ne biliyorsanız ardınıza koymayın.
(Devamı var)