Muhtar İhsan, köyün ileri gelenleri ile Kel Celal’in kahvede hem çay içiyor hem de Çoban Ali’nin yaşadığı olayı konuşuyordu. Kahvede bulunan herkes muhtara hak veriyordu. Ali’nin dürüst genç olduğunu, sürüyü de çok iyi yaylıma götürdüğünü söylüyordu.
-Bu nasıl iştir anlamadım? Kimseyle sorunu olmayan, kendi halinde birinin hem de köyün çobanının karşısına çıkıp dövmeye kalkarsınız? Söyle Kofosun Osman. Ben senin oğlun Kamil’i aklı başında bir genç bilirdim, hatta kendi çocuklarımdan ayırt etmez çok severdim onu. Nasıl oluyor da çobanın dövmeye kalkışırlar. Biri bana cevap versin. Mehmetalilerin Hilmi, Lostor Aydın’ın oğlu Hüsnü, öteki kimdi?
-Simihanın Necmi’nin oğlu Celal.
-Evet o. Siz buradan kalkıyorsunuz, Meryemana ’ya kadar gidiyorsunuz Çoban Ali’yi dövmek için. Söylesene Aydın, söylesene Necmi, söylesene Osman. Neden çocuklarınıza sahip olmuyorsunuz?
-Ben bilmiyordum muhtar, dedi Lostor Aydın.
-Ben de.
-Ben de.
-Hiçbirimiz bilmiyorduk muhtar.
-Şimdi ben kalkıp kasabaya kadar gitsem, Karakol Komutanı’na şikayette bulunsam, onları içeri attırsam daha mı iyi olacak?
-Yapma muhtar, sakın şikayet edeyim deme, çekeriz onları bir kenara konuşuruz. Gerekirse onların cezasını kendi ellerimizle veririz, değil mi arkadaşlar?
-Evet, evet, evet.
-Bakın, sıkı sıkı tembihliyorum, bir daha böyle bir şeye kalkışırlarsa inanın ki soluğu kodeste alırlar. Demedi demeyin. Adam has güzel hayvanlarımızı otlatıyor, bugüne kadar da bir zayiatımız olmadı. Daha Allah’tan bela mı arıyorsunuz?
-Tamam muhtar anladık, dedi Kofosun Osman.
Kamil, Celal, Hüsnü ve Hilmi’nin, Meryemanaya kadar Çoban Ali’yi dövmek için gitmeleri, dövmek yerine onların dayak yemeleri köylülerin dilinden bir türlü düşmüyordu.
Çoban Ali ise sürüyü otlatmaktan başka bir şey düşünmüyor, her gün herhangi bir yaban hayvanının saldırısına uğratmadan sabah aldığı gibi akşama da teslim ediyordu. Köyün karşısındaki ormanlık alanın Ortapağara kadar olan bölümümde üç gündür yaylımı sürdürüyordu. Sonbahar yaklaşırken sürünün en son çıkacağı yer Kındes Yaylası, Angirgas’ın düzü ile Çit Düzü olacaktı. Yarın Çit Düzüne çıkmayı düşünüyordu. Çobanlık günlerinin sona ermesine bir ayı kalmıştı.
Akşama sürüyü herkese eksiksiz teslim ettikten sonra hiç yapmadığını yaptı, kahvehaneye gidip bir çay içmek oldu. Kel Celal onu kahvehanesinde görünce çok memnun oldu.
-Ali, yüzüne hasret kaldık, insan ara sıra uğrar bir çayımı içer.
-Haklısın Celal abi. Yoruluyorum. Sürüyü teslim edince de doğru eve gidiyorum.
-Sen de haklısın.
Kel Celal, soracak ama soramıyordu. Ocaktan iki çay daha alıp geldi.
-Bugünkü çaylar benden ha. Bir dahaki sefere parayı alırım.
-Sağol Celal abi.
Kel Celal, durdu, düşündü, “yapamayacağım” dedi ve sordu:
-Ali… Sakın darılma ama bir şey soracağım.
-Sor Celal abi çekinecek bir şey yok.
-Kızarsın diye soramıyorum.
-Benim hiç kızdığımı gördün mü?
-Görmedim ama, her neyse, hazır kahvede de kimse yokken, nasıl dövdün şu avara kasnakları.
-Ben dövmedim. Ben sadece Kamil’e bir iki yumruk attım o kadar.
-Celal, Hüsnü Hilmi?
-Onu Alaca, Karaca ve Akkoç’a sormak lazım.
Kel Celal daha da meraklandı.
-Onlar da Kim?
-Üçü de en sadık dostum.
-Vay be dost dediğin böyle günlerde belli olur. Yahu dayak yediklerine şaşmıyorum da… Şu senin sadık dostlarından… Elbise diye bir şey bırakmadı onların üzerinde, paramparça ettiler.
-Kalmaz tabi. Çok azılı dişleri vardır ikisinin.
-Azılı dişleri mi?
-Evet… Diğerinin ise kırk santime varan boynuzları.
-Vallahi bir şey anladıysam Arap olayım.
-İkisi köpeğim diğeri ise koçum Celal abi.
-İki köpek bir koç ile mi hallettin yani?
-Evet.
-Alemsin vallahi. Ne sadık dostların varmış.
-Evet, çok sadıklar, bana iş bırakmıyorlar. Neyse bana izin, geç oldu, iyi akşamlar.
-İyi akşamlar.
Bir süre Çoban Ali’nin arkasından bakakaldı.
-İki köpek bir koç… İki köpek bir koç… Çok iyi. Anlamadım ama haydi öyle olsun. Adamlar haşada döndü. Bugün de kısmetimiz kapalı. Sabahtan beri on çay ancak satabildim. Beşi ise veresiye.
-Ne o Kel Celal kahvehane boş, o giden Çoban Ali değil miydi?
-Hiç sorma Mahmut emmi, köylüler işinin gücünün başında olunca işler kesat oluyor, o Çoban Ali.
-Var mı çayın?
-Var Mahmut emmi, az önce Çoban Ali ile karşılıklı ikişer bardak içtik. Korkma bayat değil çay.
Kapının önündeki sandalyeye oturdu dizlerini tuta tuta.
-Şu diz ağrıları öldürecek beni Kel.
-Yaşlandın Mahmut emmi, sizlerden olduk, bizler bile yaşlandık.
-Sana niye çay koymadın?
-Az önce Çoban Ali ile üst üste içtik.
-Ya Çoban Ali dedin de sordun mu, dört kişi ile nasıl baş etmiş.
-Hiç sormaz olur muyum, sordum.
-Ne dedi?
-Nasıl söyleyeyim, çok affedersin iki zağar bir de koç ile.
-Nasıl nasıl?
-İki zağar bir de koç. O da Kamil’e bir iki yumruk sallamış.
-Zağarla he?
-Evet.
-Çok iyi eğitmiş onları o zaman.
-Koçu da.
Kahvehane akşam saatlerine doğru kalabalıklaşmaya başladı. Karıları ile bağdan, bahçeden, bostandan dönen erkekler, kahvehaneye uğramadan eve gitmiyorlardı. Bu da Kel Celal’in çok hoşuna gidiyordu. Çay parasını veremeyip deftere yazdıranlar olsa da hiç değilse üç beş kuruş kazanıyordu.
Mahmut, topal bacağının diz kapağını ovaladı. Çok ağrıdığı belli oluyordu. Oturduğu sandalyede bir o yana bir bu yanan dönüyordu. Küçüklükten beri büyüdüğü ve aynı yaşta olan Kofosun Osman, sakosu omuzlarında yanına geldi.
-Ne o Topal Mahmut, yine bacağın mı ağrıdı?
-Hiç sorma, sanki birisi eline bıçak almış dilim dilim diliyor bacağımı.
-Çok dolanma, niye kaldın bu saate, git evinde dinlen.
-Yeni geldim Osman.
Gelen çaylardan yudumlarken, Topal Mahmut bu kez Çoban Ali ile kavga eden Kamil’in durumunu sordu.
-Valla iyi dayak yemiş bizimki, çenesi hala ağrıyor. Yemek bile zor yiyor.
-Ne istiyorlar Çoban Ali’den, onun kimseye zararı olmaz yararından başka.
-Orası öyle de köyün bütün kızları Çoban Ali’nin peşinde. Benim kız bile. Allah’ı var yakışıklı oğlan.
-Doğru hem yakışıklı hem de babayiğit.
-Öyle olunca da kızlar onun peşine takılıyor, bizim avara kasnaklar da avuçlarını yalıyorlar.
-Bunda Çoban Ali’nin ne günahı var ki Osman?
-Yok ama onu sen gel de bizimkilere sor.
Xxx
Sabah kahvaltısını yapan Çoban Ali, gece gördüğü rüyayı anasına anlatmadan edemedi. Aslında gördüğü rüyanın hala etkisindeydi.
-Ana.
-Söyle oğul?
-Ben bu gece bir rüya gördüm.
-Hayırdır inşallah.
-Gece rüyamda Çit Düzünde sürüyü dinletiyordum. Arka yüzden yirmi- otuz kadar koyunun arkasından bir kız çıkageldi.
-Eee?
-Ama ana, nasıl söylesem bilmem ki, onda öyle bir güzellik vardı ki, bir anda gözlerim karardı onun güzelliğinden. Gözlerim kamaştı. Bakamadım. Bana, “Ne o çoban senin buraya çıkışın ilk herhalde” dedi. Ben de evet dedim. “Oturduğun yer benim yerim, ben kırana doğru koyunlarımı otlatacağım, dönüşte sürünü al ve uzaklaş” demesin mi?
-Sen ne yaptı peki?
-O biraz uzaklaşınca kavalımı elime aldım ve öyle bir hava çaldım ki, koyunları olduğu yere çakılı kaldılar. Her ne kadar zorladıysa bir türlü hareket ettiremiyordu. O zorladıkça koyunlar teker teker gelip bizim sürüye katılmasınlar mı? Kıranın üzerinde bizim Akkoç’a benzer bir koç ve oldukça iri yarı köpeği ile yalnız kaldı.
-Bak sen.
-Olduğu yere çömeldi. O da kavalını çıkarıp benden daha yanık bir hava çalmaya başlamasın mı? Bu kez onun koyunları ile bizim sürü ona doğru meleyerek koşmaya başladı. Bir süre onun çaldığı kavalı dinledim. Çok güzel çalıyordu. Bu kez ben kavalımı elime alıp sürüye toplanma havası çalmaya başlayınca, sürü onun koyunlarından ayrılarak yanıma geldi. Dediğini yaptım. Yerimden kalktım ve sürüyü Kındes Yaylasına doğru çevirdim.
-Hayırlara vesile olsun oğul. Bugün ne tarafa gideceksin?
-Bugün Çit Düzüne kadar çıkacağım. Muhtarın bana verdiği listede orası ve Kındes Yaylası var.
-Dikkatli ol oğul. Orman içinde kurt ve ayı olabilir. Bugüne kadar bir zayiat vermedin, inşallah bundan sonra da vermezsin.
-Merak etme ana.
-Bugün nereden alacaksın sürüyü?
-Halilli Mahallesinden ana. Cevriye kız gene yapışır yakama. Seni seviyorum Çoban Ali diye.
-Allah’tan güzel kız da oğul.
-Allah sahibine bağışlasın ana. Ben rüyamdaki kızı arayacağım, bakayım rüyam gerçek olur mu? Rüyam gerçek olursa gelinin hazırdır ana, dedi ve anasına sarıldı, ben gidiyorum.
-Uğurlar ola oğul, akşama müjdeli haberini bekliyorum. Rüyanda gördüğün o dünya güzelinden haber getir bana.
-İnşallah ana inşallah.
(Devamı var)