Kadim şehir Gümüşhane, Osmanlı İmparatorluğu devrinde madenlerinin verimliliği nedeniyle gözde yerlerden biri olmayı başarmıştır. Lakin ulaşım, maliyet, sanayileşme vb. nedenlerle üretim durmuş ve önemini yitirmişti. Yöre halkı aç kalmamak adına göç ve gurbet kelimelerini tam anlamıyla yaşar olmuşlardı. Zaman bir kurt gibi şehri kemirmeye başlamış, en sonunda bir harabe kalıncaya kadar devam etmişti.
Gümüşhane madenlerini bu kadar önemli yapan öğelerden biri de hiç kuşkusuz yerli halkın işinin ehli olmasıydı (kazmacılar, baltacılar, taşıyıcılar(katırcılar), fırıncılar). Ustalar arazi eğiminin fazla olduğu bu bölgede kendileri için öyle güzel bir şehir inşa etmişlerdi ki, bir nedenle yolu bu şehre düşenler adeta efsunlanırdı. Sanki yerin altına kazdıkları maden odacıkları, yerin üstünde tersine yükseliyor gibiydi. Ahşap evler, camiler, kiliseler, hanlar, hamamlar, dükkânlar, çeşmeler ve daha neler neler. Her şey organik ve zarifti bu Masalsı şehirde.
Dağların sinesine yaslanarak yaşayanlara adeta ilaç gibi gelirdi Gümüşhane havası, suyu ve evleri. İşlerinden yorgun argın evlerine dönen madenciler, ustalıkla yaptıkları evlerinde ruhlarını ve bedenleri dinlendirir gün ağarmadan zinde bir şekilde uyanırlardı. Şehir o kadar ince ince nakşedilmişti ki her şey iç içe ve samimiydi. Arazi müsait değildi lakin iç içe birçok kültürün bir arada yaşamasını mümkün kılmıştı. Asırlar boyunca Türkler, Rumlar, Ermeniler ve birçok milletten insanlar bu yamaçlarda kardeşçe yaşamayı başarmışlardı.
Şehirde o kadar çok detay var ki, hangisine değineceğimizi şaşırıyoruz adeta. Sizce bu kadar çalışkan halkın en çok neye ihtiyacı vardı? Belki de ilk aklımıza gelenlerden biri de el aletleri idi. Kazma, kürek, balta, balyoz, çekiç, manivela… Sabrın ve ustalığın en iyi şekilde gösterildiği Demircilik te çok önemli bir yere sahipti. En iyi demiri dövenler, en iyi ateşi harlayanlar ve su dengesiyle en sağlam sertliği verdirenler en gözde olanlardı. Düşünsenize her şeyi kas gücü ile yaptığınız o dönemlerde, size en çok yardımcı olacak sağlam ve keskin el aletleriniz değil mi? 1600’lü yıllardasınız, metrelerce aşağıda bir madene iniyorsunuz, elinizde idareten yanıp sönen bir kandil, zar zor nefes alıyorsunuz ve karşınızda bir maden cevheri. Biran an önce o cevheri kazma ile kırıp, kazıp yukarı çıkarmanız gerekiyordu. Demek ki Gümüşhane çarşısı çok çok iyi demirci ustaları ile dolu idi zamanında. Yoksa bu kadar madeni kim nasıl çıkarılabilsindi ki?
Çarşıda dükkânlar ve evler sırt sırta inşa edilmiş, esnaflık ve komşuluk hemhal oluvermişti adeta. Bu kadar samimiyetin bazı tehlikeleri de yok değildi. En ufak bir kazada en yakın komşunun etkilenmemesi imkânsızdı. Belki de en kötü tehlike yangın idi bu iç içe geçmiş bu şehirde. 1898 yılının bahar aylarında yaşanmış bir yangın tehlikesini, dönemin “Trabzon Gazetesinde” bularak sizlerle paylaşıyorum. Demirci Yasef’in dükkânında yaşanan yangın olayı, korkulan yaşanmadan engelleniyor (Demirci Yasef’in çırağı, ateşi çok mu harladı acaba?). Hortum yok, kovalarla dereden yâda çeşmelerden sular taşınarak yangın bastırılmıştı anlaşılan, yoksa yan yana ahşap dükkânlar derken çarşı ve şehrin büyük bir kısmı adeta kül olabilirdi. Ciddi bir korku yaşatmış olmalı ki, Mutasarrıflık bu olayı yazılı bir metne dönüştürerek, gazetelerde haber olmasını sağlamıştı. Belki de benzer nitelikteki, komşu illerin çarşılarında daha dikkatli olmaları amaçlanmıştı.
Yangından kurtulabilen şehir ve çarşısı, zaman denen ateş çemberinden kurtulamamış, yanmamış fakat toz olup uçuvermiştir.
Gümüşhane kasabasının Çarşı cihetinde bulunan demirci esnafından Yasef nam kimsenin dükkânında ateş zuhur ettiği (yangın çıktığı) görülmesi üzerine derhal yetişilerek başka tarafa sirayete meydan verilmeksizin bastırıldığı Gümüşhane mutasarrıflığından (Valiliğinden) işara (yazı ile bildirmek) olunmuştur.
31 Mart 1898 – Trabzon Gazetesi
Araştırmacı Yazar: Adem Ezber
adem hocam süleymaniyeden yazmaya devam
Kesinlikle devam.