“Eserinin üzerinde imzası olmayan yegâne sanatkâr öğretmendir”
Kemal Atatürk
Mesleğimin 27. Yılını geride bıraktığım bu eğitim öğretim yılında kendini mesleğine vakfetmiş olan eli öpülesi öğretmenleri hatırlar ve benim de hayatıma sihirli elleri ile dokunan ilkokul öğretmenlerim başta olmak üzere gözyaşlarımla onları hayırla yâd ederim.
Aşağıda okuyacağınız belki yaşanmış belki de hikâye olarak bizlere sunulmuş olan hatırayı her okuduğumda öğretmenlik mesleğinin kutsiyetini adeta tüm uzuvlarımda hisseder ve bu öğretmen modelini kendime şiar ederim. Sizlere iki öğretmen modelinden bahsedeceğim. Bunlardan hangisinin öğretmen olduğunu insaflarınıza ve izanlarınıza sunarım.
Hikâye şu;
Okul yıllarında kol saati çok önemliydi ve öyle herkesinde olmazdı. Zengin çocuğu öğrencilerinden birisine babası pahalı bir kol saati almış. Koluna takmış okula geldi. Hemen herkes çok beğendi, imrendi.
Çocukluk işte, içlerinden birinin asla böyle bir saati olmayacaktı. Karar verdi ve saati bir şekilde çaldı cebine koydu. Bir müddet sonra saatinin çalındığını anlayan öğrenci durumu öğretmene anlattı. Öğretmen;
"Saati kim aldıysa sahibine versin" dedi. Alan öğrenci çoktan pişman olsa da utancından ben aldım diyemedi. Bu sefer öğretmen farklı yöntem deneyerek hepsini tahtanın başına dizdi ve tüm öğrencilerin gözlerini kapattırdı.
Bu saati çalan öğrenci için hayatının en utanç verici sahnesiydi. Öğretmen teker teker ceplerine bakarak saati buldu ve sahibine teslim etti. Öğretmen gözlerinizi açabilirsiniz diyerek derse kaldığı yerden devam etti.
Yıllar geçti, saati çalan öğrenci öğretmen oldu. Bir gün parkta gezerken o eski öğretmenini bankta oturmuş gazete okurken gördü. Koşarak gitti ve ellerine sarılarak;
"Hocam" dedi. "Ben o gün saati çaldığım halde tek bir kelime etmediniz, yüzüme bile bakmadınız, beni incitmediniz. Neden böyle yaptınız?" diye sordu.
Yaşlı öğretmen gazeteden başını kaldırdı ve;
"Size gözlerinizi kapatın dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım evladım. Yoksa o sen miydin?"
Diğer bir hikâye;
Yıl 1984. Trabzon Atatürk İlköğretim Okulu’ndan derece ile mezun oldum. Trabzon Lisesi’nin kapısından içeri dahi giremeyince Trabzon Endüstri Meslek Lisesi Motor Bölümüne istemeyerek kayıt oldum.
Akademik alanda çok iyi öğrencinin meslek lisesinde düşüşü de haliyle sert oldu. Daha ilk hafta öğretmen (!) İ.B. bize atölyeyi tanıtıyor. Yarım saatlik tanıtımın ardından atölyeyi gezerken tıslayarak gaz çıkaran sobaya benzer bir şeyin önünde durdum. Çocukluk ve bilgisizlik işte gaz zayi olmasın düşüncesiyle önündeki musluğu kapatıverdim.
Yaklaşık beş on dakika sonra öğretmenin (!) atölyeyi çınlatan sesiyle irkildik.
“Kim kapattı karpit kazanının musluğunu..!?”
Kimsede ses seda yok. Herkes korku içinde birbirinin yüzüne bakıyor. Öğretmenimiz (!) bir daha iğrenç sesiyle kükredi;
“Kim yaptıysa çıksın vallahi dövmeyeceğim..!”
Bu sözden cesaret alarak ileri çıktım ki yüzümde patlayan yumrukla ve ardından peş peşe gelen şamarlarla kendimi yerde buldum. Takriben yarım saat beni dövdükten sonra burnundan soluyarak çıktı gitti. Ne bir arkadaşım ne de kendilerini öğretmen (!) sanan o kadar öğretmen küçük bir müdahalede bile bulunmadı.
Ağzım burnum kan içinde zar zor lavaboya kendimi zor attım ve gözümden akan oluk oluk gözyaşlarım burnumdan akan kanlarla lavaboda birleşmesini ve küçük delikten akışını bir müddet seyrettim.
Şimdi yukarıda bir öğrencinin hatasını görmeyen ve ona büyük bir şans veren o öğretmen mi yoksa daha ilk hatasında öğrencisini adeta hayvan misali parça parça eden ikinci öğretmen mi?
Yukarıdaki örnekte olan öğretmen ise aşağıda bizzat benim yaşadığım olayın kahramanı (İ.B.) denen kişi ne oluyor?
Yorumu siz değerli okurlarıma bırakıyorum, ne dersiniz..?
Not: Bu vesile ile 2021-22 eğitim öğretim sezonunda tüm öğrencilerimize, öğretmen ve idarecilerimize ve de eğitim çalışanlarımıza üstün başarılar diliyorum.