İMAN MESELESİ

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Muhibbi

Sevin yâda sevmeyin o önemli değil. Bizler yaratılanı Yaratan’dan dolayı severiz. Kişi inanıyor yâda inanmıyorsa o onun Allah ile arasında olan sorunu. Bizleri hiç ırgalamaz. Ve ben hayatımda her fikri ve her düşünceyi hep dinlemişimdir. Vatanı bölüp parçalamaya teşebbüs edenleri elimin tersiyle itip gayesi bu memleketin sevdası ve bekası olanları, gerçek manada Rabbimize götürenleri baş tacı etmişimdir.  

Bu memlekette aykırılıkları, sert fikirleri, hiciv ağırlıklı sanatı ile iyi yâda kötü bir iz bıraktı Levent Kırca. Biz yine dinimizin gereği “inanmıyorum, ardımdan dua etmeyin” gibi sözleri söylemiş olsa da onun hayatının son demlerinde kaleme aldığı mektubunun bir bölümünü siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. 

“Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam, pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı, “Neden ben?” diye. Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. “Neden ben?” demek, bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor. 18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? Yok bunların açıklaması. Kemoterapiye SSK Hastanesinde, herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikâyet etmem, “Ölmek istemiyorum. Gitmeyeceğim, kazık çakacağım!” diye tutturmam ayıp değil mi? Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim. Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu? Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana...”

Evet, dilerseniz ahirini bilen bir insanın son pişmanlığı deyin, yâda bir tevbenin bir başka ifade edilişi olarak görün nasıl görürseniz görün ama bu sözleri kaleme alan bir insana ölümü ardından küfür etmeyin, hakaret etmeyin. Kimin inanıp kimin inanmadığını Efendimiz (SAV) zamanından hatırlıyoruz.

Hz. Usame bir seferde düşmanla karşılaşır ve muhatabıyla boğuşmaya başlar. Rakibini yere sere ve tam kılıcıyla onu öldürürken yerdeki kişi,

"Eşhedü enlá ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü - Şahitlik ederim ki Allah birdir ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir!" diye haykırır. Ancak Usame bunu duymazdan gelir ve onu öldürür. Yani Müslümanlığını ilan eden birini öldürür. Üstelik merhamet dileyen birinin feryadını da umursamaz. Ve savaş sonunda Usame Efendimiz’in (SAV) huzurundadır. Soruyor Efendimiz (SAV):

"Sen ’Allah birdir’ diyen birini mi öldürdün?", "Sen, imanını ilan eden birini mi öldürdün?"

Zeyd’in oğlu sıkıntı içindedir. Kendini müdafaa etmeye başlar. Şöyle der:

"Ey Allah’ın Resulü! Ama o bunu korkudan söyledi. Öldürüleceğini anladığı için söyledi!"
             
Savunma böyleydi ama Merhamet Peygamberi tekrar dönüyor ve Hz. Zeyd’in oğluna şu çarpıcı soruyu soruyordu. Sadece ona değil, bütün çağların insanlarına:

"Ne o, onun kalbini mi yardın? Nereden biliyorsun bunu?"

Peygamberimizin sözleri Medine atmosferinde değil sanki dünyanın her bir köşesinde yankı buluyordu. Bugün bile o yankıyı içimizde hissediyoruz. Yani diyordu Peygamber,

"Nereden biliyorsun? Yoksa niyet okumaya mı başladın? Siz, niyet okumaya, insanların inancını tartmaya, Allah’ın bildiği sırrı bilmeye memur değilsiniz! Siz affetmeye, bağışlamaya, rahmet etmeye zorunlusunuz. İç alemlerin hesabı size değil, Yüce Allah’a aittir!"

Peygamberimiz bu cümleyi öylesine tekrar edecektir ki, Hz. Usame sonraları şöyle itiraf edecektir:

"Keşke o güne kadar değil de, ondan sonra Müslüman olmuş olsaydım ve bu ağır sorumluluk altında ezilmeseydim!"
YORUM EKLE