Şu bir gerçek ki; Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunun devamı olarak dış dünya da kabul görmekte. Sovyetlerden kopma Türk Cumhuriyetlerinde, Avrupa’da da, hatta Afrika’da bile bu böyle… Bu intiba kalan artılar ile birlikte üzerine konduğunda daha da pozitif hale geldiği gibi, götürdükleri ile de eksiye düşebilmekte. Bir kere eksiye düşmeye gör, onu artıya çevirmek çok mu çok zor hale gelebilmekte.
2.Dünya savaşından sonra Almanya’nın toparlanma sürecinde kendi isteği üzerine Türkiye’den büyük bir insan gücü Almanya’ya göç etmişti. İlk gidenler Almanya ve Avrupa hafızasındaki “Osmanlı” saygınlığı ile karşılanmış ve ağırlanmaya çalışılmıştı. Şu bir gerçek ki göç edenlerin eğitim, sosyal ve kültürel düzeyi o zamanın koşulları ile üst seviyede değildi. Köyden, kasabadan işi gücü olmayan birçok insan kendini bir anda Avrupa’nın göbeğinde bulmuştu. Avrupa saygınlık ile karşıladığı “Osmanlı” yı, beklediği gibi bulamayınca saygınlık yerini, emir, aşağılama ve hor görmeye bırakmıştı. Gidenler daha çok vasıfsız insan gücü niteliğinde olunca, ayak işlerinde çalıştırılmaya başlamıştı. Zaten istedikleri de buydu belki de… Kendi değerimizi ve ya değersizliğimizi aslında oluşturan bizleriz ve buna göre muamele görüyoruz.
Aynı şekilde Türk Cumhuriyetleri ile iş yapan birçok iş adamımız var. İçlerinde hafızalardaki “Türk-Osmanlı” kelimesine uygun örnekler öncelerde çokça vardı, sonradan bu örnekler azaldı. İlk başta Türkiye’den gelen bir Türkü misafir etmek için birbirleri ile yarışırken sonralardan kaçışmalar başlandı. Neden ve Niçin? Artılarımızı bitirip, eksilere indik. Adımıza ve sanımıza yakışmayan fiil ve davranışlarda bulunarak kendi itibarımızı kendimiz bitirdik.
Bu gün belki de artık bize en çok güvenilen topraklar olarak geriye Afrika kaldı. Orada Türk İnsanına karşı büyük bir muhabbet duyulmakta. ”Osmanlı” izlenimi oralarda hafızalarda itibarını şimdilik korumakta. Batı tarafından Kendinden bir şey alınmadan bir şey verilmeyen Afrika insanı, karşılıksız vermeyi ve almayı Türk insanını bu manada bir yerde de sorgulamakta. Avrupa Sömürge devletleri kendilerinden bir şey almadan bir şey vermemişler, kurmuş oldukları hegemonya karşısında efendileri olduklarını her fırsatta onlara hissettirmekteler. Öyle bir baskı kurmuşlar ki, Kurban etini inancı gereği verenlere bile acaba karşılığında ne isteyecekler sorusunu sorduran bir Afrikalı insanı oluşturmuşlar.
Her şeyin illa bir karşılığı olmadığı zincirini kırmak bu manada çok önemli. İnanç gereği, dinin gereği olarak yapılan hasletler insanların güvenini ,dostluğunu, kardeşliğini kazanma noktasında çoktan çok öte…
Bir rivayete göre anlatılır ki, Bir Osmanlı Tüccarı zamanın behrinde Endonezya’ya ticaret yapmak için gitmiş. Mekân tutmuş, oralı birisini de işlerin başına geçirmiş, arada sırada mal getirir, götürür işleri takip edermiş. İşlerin başına geçirdiği oralı kişiye işler nasıl diye. Efendim demiş son getirdiğiniz kumaşa büyük bir talep oldu, böyle olunca bende fiyatının 2 katına sattım baya para kazandım demiş. Tüccar olmaz demiş, sattığın kişileri bul getir demiş.
Kumaş sattığı kişileri bulup getirmiş, işin başındaki Endonezyalı. Osmanlı Tüccarı onlara dönüp, işin başına bıraktığım kişi size kumaşların fiyatından 2 kat fiyat ile satış yapmış. Ben zaten normal satış fiyatından kar ediyordum, hak olarak o bana yeter. Ben Müslümanım. İnancım gereği fahiş bir kar ile satış yapamam der. Oradakiler bu durum karşısında hayret ederler, sonrasında da Müslüman olurlar. Rivayete göre Endonezya Halkının Müslümanlığı benimseyişi ve yayılışı bu olaydan sonra olur.
Nasıl bir çığır açarsanız o çığırın artısını ya da eksisini de peşinen kabullenmiş olursunuz. Bu peşinatı ileriye taşırsınız. Türk, Müslüman, Karadenizli, Gümüşhaneli gibi sıfatlarla tanımlanırken o sıfatlar içerisine yüklenmiş geniş anlam ve tanımlarda ( iyi-kötü manada ) ifade edilmiş olur.
Şimdi Gümüşhane adının bir marka değeri vardır. Tarih içerisinde Geçmiş büyüklerimiz sayesinde bu marka değeri oluşturulmuş ve Gümüşhane insanı deyince karşısındakine güven ifadesini veren kelimeler ile anılır hale gelmiştir. Beş elin beş parmağı bir değil sonuçta. Bu marka ismi koruyup değerini artırmaya çalışanların yanı sıra Gümüşhane insanı olarak yanlış yapan, hata eden ve bu ismi halel getirenlerde olacaktır. Bu durum o kadar önemli bir noktadır ki temsil etmiş olduğunuz mensubiyet, Türk, Müslüman, Karadenizli, Gümüşhaneli… Olarak karşınızdaki insanların fikir ve inançlarını kökten etkileyecek ve sonradan gelenler için “güven” ya da “güvensizlik” oluşturacaktır. Bu manada bu miras sorumluluk açısından çok ama çok önemlidir. Bunun içindir ki sahip olduğumuz kimliklerin farkında olarak hareket etmeli ve o kimliklerin hakkını vermeliyiz, vermeliyiz ki ecdatta, atide, Yüce Yaratan’da bizden razı olsun.
Sevgivesaygılar.