Paşa'nın Petekliği (30)

Bayır Dağında iki kurt kulaklarını dikmiş, gökyüzünde daire çizen iki leyleğe bakıyordu. Çok aç oldukları her hallerinden belli oluyordu. Karınları sırtlarına yapışmış gibiydi. Leylekler ise yere konacak gibi değillerdi. Sonarlar’dan havalanan kartal da leylekleri görmüştü. Her ne kadar o da kurtlar gibi aç olsa da iki leyleği avlamayı gözüne kestiremiyordu. Köydeki kümesten çıkarak bahçede kendilerine yem arayan tavuklardan birini avlarım umuduyla Çit Deresi üzerinden köye doğru süzüldü. 

Ziridanın Deresi ile Filerin Deresi ikiz kardeş gibiydiler. Kankana Yaylası’ndaki Süleyman Pağarından çıkan su ve kışın yağan karın bahar mevsiminde erimesiyle beslenen her iki dere derin vadilerle Çit Deresine kadar iniyordu. İki dere arasında kalan Çitikebir köyü verimli arazisi ile yaşayanların umut ışığıydı. Köylüler dikilmedik boş arazi bırakmıyordu. 

Rumlar köyden çekilince onlardan kalan arazileri de kendi aralarında sahiplenen köylüler, başlarına musallat olan eşkıyalardan bir an önce kurtulup huzura kavuşmak istiyorlardı. Paşa Osman, köyden eli silah tutan on adamla Sofra Taşından, Filerin Deresinin derin vadisine girdi. Amacı eşkıyalara kaçacak yer bırakmamaktı. Sessiz bir şekilde dere aşağı ilerlerken attıkları her adıma dikkat ediyorlardı. Çıkaracakları bir gürültü eşkıyaların her an dikkatini çekebilirdi. 

Paşa Osman, Mahmut emminin hemen arkasındaydı. Sarbışka’dan bu yana hiç konuşmamışlardı. Omuzundaki iki arıya baktı. Filerin Deresine az bir yol kalmıştı ki omuzundaki arılar havalanarak uçtular. Bunun ne anlama geldiğini artık biliyordu. Arıların habercisi olduklarına artık inanmıştı. 

-Yaklaştık Mahmut Emmi.

-Evet.

-Bizler hiç bozuntuya vermeyeceğiz.

-Öyle olsun.

Uzun süre yağmur yağmaması sonucu Filerin Deresinde ancak bir kol kalınlığında su akıyordu. Dere içerisinde biten otlar ve açan çiçekler hala capcanlıydı. Yolda ise Mahmut emmi önde hemen arkasında Paşa, onları da takip eden on dört katırcı vardı. Tam dere içerisine iner inmez, Kayış Osman fundalıklar arasından fırlayarak:

-Durun, yoksa ateş ederim. 

Tonyalı Süleyman ile Çakıroğlulardan Reşat ve Fikret de yaban fundalıkların arasından fırlayarak silahlarını katırcıların üzerine çevirdiler. 

-Hayırdır Kayış Osman, kervanı da mı soymaya karar verdiniz.

Kayış Osman, bir anda sendeledi. Paşa’nın kervanın içerisinde olması iyiye işaret değildi. Öyle de oldu. Bir anda arıların saldırısına uğradılar. Silahlarını atıp elleriyle arıları kovalamaya başladılar. Onlar kovaladıkça arılar daha da ısırıyordu. Kaçacak yer aradılar. Gizlendikleri fundalıklara dönmek istediler. Tam adımlarını atacaklardı ki Paşa Osman ve beraberindekilerin namluları ile karşılaştılar. Çit Deresine aşağı kaçmaya yöneldiler Fethi komutan ve askerler karşılarındaydı.

-Dur bakalım Kayış Osman, dedi gür sesle Fethi komutan, eşkıyalığınız buraya kadar, askerlerine dönerek, üstlerini arayın ve bileklerine ters kelepçe vurun.

Katırcılardan Mahmut emmi, yıllardır gidip geldiği yolda eşkıya ile karşılaşmamıştı. Yılda iki bazen de üç kez Ciharlı köyünden kalkıp Şeyran’a beraberindeki katırcılarla nakliye yapmasına karşın aldıkları parayı sağlam yerine teslim ediyordu. 

-Sağol komutan, hepiniz sağ olun. Bu eşkıya bozuntuları demek ki bizi soyacaktılar. Bu devirde eşkıya olur mu, hangi çağda yaşıyoruz. Biz bu parayı nasıl kazandığımızı bu bozuntular bilmez. 

-Sizler yolunuza devam edebilirsiniz Mahmut emmi. Bunlar daha önce de yaptıkları soygunların hesabını verecekler. Ankara, eşkıyalara göz açtırmıyor. Cezaları çok ağır olacak.

-Her şey güzel de arılar nereden çıktı komutan onu anlayamadık. Şimdi de kayboldular.

-Onu bana değil, Paşa’ya sor Mahmut emmi.

-Orası da bir sır, öyle kalsın.

-Neredeler peki?

-Ya yolda karşılaşırsın ya da az sonra buradadırlar.

Öyle de oldu. Arılar arkada, son eşkıya Süleyman önde dörtnala gelip ötekilerin yanında durdu. Havalanan arılar, Çitikebir köyüne doğru havalanıp gözden kayboldular.

-Gördün mü Mahmut emmi, son eşkıya da yakalandı, artık sorun kalmadı. Git selametle, dedi Paşa.

-Haydin katırcılar, yola devam, daha çok yolumuz var.

Mahmut emmi ve katırcılar ayrıldıktan sonra Fethi komutan askerlerine ikinci emri verdi:

-Ceplerini arayın ne kadar para varsa alın.

Eşkıyaların cepleri de arandı. Alınan paralar sayılıp komutana teslim edildi. Paşa, Kayış Osman’ın yanına gelerek:

-Ben sana söylemiştim, çok yakında kodesi boylarsın diye Kayış Osman. Komutan, bizim işimiz bitti. Bizler artık köyümüze dönebiliriz. Ancak, bir ricam var. Söz vermiştim, eşkıyaların yakalandığını köylülere duyurmak için beş kez havaya ateş etmem gerekiyor.

-Edebilirsin.

Paşa, mavzerinin namlusunu gökyüzüne çevirip arı ardına beş kez ateş etti. 

-Kalın sağlıcakla komutan, eğer yardım istersen, sizinle gelebiliriz.

-Yok Paşa, biz bunları önce karakola götürüp, kodeste biraz dinlenmelerini sağlayacağız, ondan sonra ifadelerini alacağız. Tanıklık için çağırabilirim.

-Ne zaman istersen komutan. Haydi yolunuz açık olsun.

Silah seslerini duyan köylüler de havaya ateş ediyorlardı. Çocuklar, bu kez koşmadan köy meydanında, birbirlerinin sırtlarını tutup daire çizerek hem dönüyor hem de “Eşkıyalar yakalandı, eşkıyalar yakalandı” diye bağırıyorlardı. 

Çavuş emmi, karısı Yeter ile elindeki bastona yaslanarak köy meydanına geldi. Durmadan dönen çocuklara kızarak:

-Yeter köpoğlular, duyduk, yeter cırladığınız, diyerek bastonu ile kovalamaya çalıştı. Muhtar İhsan’ı görünce:

-Doğru mu muhtar yakalandılar mı?

-Duymadın mı yakalandılar Çavuş emmi.

-Çocukların bağrışlarına mı güveneceğiz muhtar?

-Sen güvenme Çavuş emmi, sen ne zaman bir başkasına güvendin ki?

-Doğru dersin, sana da güvenmediğim için oy vermedim.

-Vermedin de kazanmadım mı?

-Kazandın, kazandın ama bir daha ki seçimde görürsün.

-Etme Çavuş emmi geçtiğimiz seçimde bir oy aldın, karın bile sana oy vermedi.

-Vermedi de ne oldu, ayırdım odasını şimdi tek başına yatıyor.

-Olsun, rahat etmiştir, hiç değilse senin horlamandan kurtulmuştur.

Köy meydanı kahkahalardan adeta inledi.

-Yeter ana mı seni ayırmış olmasın Çavuş emmi? diyerek söze giren Temel’e, sert sert bakan Çavuş emmi:

-Beni ayıracak olan karıyı bir gün evde saklamam.

-Büyük konuşma, bu sefer evden kovulursun.

Kahkahalar yeniden meydanı sese boğarken:

-Anlaşıldı benim eve gitmem gerekiyor.

-Git Çavuş emmi git.

-Haydi Yeter.

-Nereye?

-Eve.

-Ne işim var evde, senin ağzının kokusunu mu çekeceğim?

Bir kahkaha daha.

-Çok mu kokuyor nefesi Yeter ana?

-Hem de nasıl. On metreden kokuyu alırsın.

-Başka koku olmasın?

Daha güçlü kahkaha.

-Anlaşıldı kadın, benimle gelmeyeceksin. Ben gidiyorum.

-Git ev orada.

-Yolu unutma Çavuş emmi.

Eşkıyaların yakalanmasına en çok sevinenlerin başında da Mahur geliyordu. Konağın önünde bir o yana bir bu yana yürüyordu. Paşa’nın durumunu merak ediyordu. Nasıl acaba, umarım herhangi bir şeyi yoktur. Elleri arkasında konağın önünde gidip gelmesine müdahale eden Hanımağa:

-Yeter kızım, başım döndü.

-Merak ediyorum ana.

-Neyi?

-Paşa’nın durumu nasıl?

-Niye merak ediyorsun Paşa’yı?

-Paşa’yı mı dedim? Yok babası Paşa Osman’ın demek istedim. Hani Sofra Taşından köylülerle Filerin Deresine aşağı gittiler ya. Oralar yürümek için çok tehlikelidir.

-Ya öyle mi?

Gidip gelmeyi bırakan Mahur, geldi anasının yanına oturdu. Başını omuzuna dayadı. Bugüne kadar anasından hiçbir şey gizlememişti. Söylese miydi acaba? Şimdi söyleyemezsem bir daha söyleyemem. Toparla kendini Mahur, anandır, derdinin ortağıdır. Bilmesi gerekiyor.

-Ana, dedi.

-Söyle kızım?

-Bir şey soracağım?

-Sor.

-Babamla nasıl tanıştın?

-Şimdi bu da sorumu kızım, kaç yıl geçti aradan ne bileyim unuttum.

-Ben birini seversem, nasıl tanıştığımı unutmayacağım.

-Bak sen. Var mı tanıştığın birisi?

-Var.

Anasının omuzundan başını kaldırdı. Yüzü al al oldu. Ben ne yaptım, nasıl “var” dedim?

-Var mı?

-Var mı dedim?

-Öyle dedin ya kızım.

-Yok öyle demedim, var olursa demek istedim.

-Sözü çevirme, “var” dedin.

-Yok ana yanlış anladın.

Hanımağa, kızının gözlerinin içine baktı. Utanan Mahur, gözlerini kaçırdı. Eninde sonunda anası öğrenecekti de Paşa, için ne derdi acaba? Mağarada yaşayan birine kızını verir mi ki? Ben de olsam vermem. Bakıp, bu yaşa getirdiğim kızımın insanlardan uzak bir mağara içerisinde yaşamasına asla razı gelmem.

-Şu mağara adamı Paşa?

-Evet ana?

-Hep mağarada mı yaşayacak?

-Ne bileyim ana, bana niye soruyorsun, kendisine sorsana?

-Ne sorayım kızım, bizim mağara adamıyla ne işimiz olur ki?

-Arılarımıza bakıyor ya ana.

-Doğru dersin, bizim adamlardan birine söyleyelim, o ilgilensin arılarla.

-Olmaz!!! diye sert tepki verdi Mahur.

-Neden olmasın ki kızım, kendi arılarıyla mı ilgilenecek yoksa bizim arılarla. 

-O arılardan çok iyi anlıyor ana.

-Sürekli bakamaz kızım.

-Bakar ana, bakar.

-İyi, gelsin de soralım ona.

Mahur, anasına Paşa’yı sevdiğini açmak istiyordu ama, tam söyleyeceği sırada kalbinden geçenle ağzından çıkanlar bir olmuyordu. Ama bu böyle gidemezdi, söylemeliydi anasına. Anası gün görmüş kadın, her şeyi makul düşünür. Anasının huyunu çok iyi biliyordu ama yine de çekiniyordu.

-Ana, Paşa nasıl bir çocuk?

-Çocuk mu?

-He.

-Ne çocuğu kızım, koskoca delikanlı. Üstelik yakışıklı da.

-Öyle mi?

-Öyle. Hem yakışıklı hem saygılı hem de…

-Hem de?

-Hem de ben onu çok sevdim.

-Ciddi misin?

-Ciddiyim tabi, hiç benim yalan söylediğimi gördün mü?

-Yok, görmedim ana.

-Sen neden bu kadar Paşa’yı sorup duruyorsun? İki lafından bir neden Paşa?

-Öyle mi yapıyorum?

-Öyle tabi, çıkar ağzından baklayı. Bana Paşa’yı seviyorum desene.

-Daha neler. Beni bir mağara adamına mı layık görüyorsun?

-Tövbe tövbe, o zaman neden ikide bir Paşa deyip duruyorsun?

-Doğru dersin ana, ben Paşa’yı seviyorum.

-Hah şöyle. Sonunda söyledin.

(Devamı var)

YORUM EKLE