Paşa'nın Petekliği (34)

Kış hazırlıkları için köylü kadınlar imece usulü börek yufkası, erişte, siron yapıyorlardı. Hamur açanlar ayrı, pişirenler ayrı, siron ve erişteleri kesenler de ayrıydı. Herkesin görevi vardı. Muhtarın evinin önünde bir araya gelen on kadar kadın için en güzel olan da dedikodu yapmaktı. Börek yufkalarını Kadriye, siron ve erişte yufkalarını ise Sabriye pişiriyordu. Muhtarın karısı ise un ve su getiriyordu.

-Hey gidi Topal Ömer!

-Hoppala, ne oldu Sabriye, Topal Ömer’e?

-Daha ne olacak, yaşasaydı mağara adamı Paşa’yı evine alır mıydı?

-Yaralı çocuk kız.

-Olsun yaralı, evleri yok mu, götürsünler evine.

-Hanımağa göndermedi.

-İyi etmedi.

-Niye ki?

-Niyesi var mı, bekar kız bekar oğlan.

-Eee?

-Yakışır mı Topal Ömer’in şanına?

-Belki birbirlerini seviyorlar.

-Sevsinler, kız kısmı elin oğlunu yaralı da olsa evine almaz.

-Bizim zamanımızda öyle miydi, evleninceye kadar oğlanın yüzünü zor görürdük, dedi Ayşe kadın.

-Devir değişiyor Ayşe kadın, kız ile oğlanlar eskiden gizli gizli buluşurdu, şimdi nerede?

-Doğru dersin, doğru dersin de gizli buluşmaktansa aleni buluşsunlar.

-Biz kocalarımızla bir kelam etmeden evlendik.

-Ben konuştum evlenmeden önce, diyerek lafa karıştı Fikriye.

Diğer kadınlar ellerindeki işi bıraktılar, Fikriye’ye merakla baktılar. İki yufka da demir sacın üzerinde yandı.

-Deme kız, nerede konuştunuz?

-Samanlıkta.

-Samanlıkta mı?

-He.

-Hele anlatsana nasıl buluştunuz?

-Yufkaları yaktın Fikriye dikkat et, diye uyardı muhtarın karısı Sümbül.

-Hele anlat kız, nasıl buluştunuz?

-O da benim sırrım. Her şey anlatılmaz.

-Çok büyük iş yaptın da anlatılmazmış, hıh.

-Anlatılmaz tabi, anlatsam eve vardın mı kocana anlatacaksın, kocan kocama, bilmem başkalarına.

-Niye benim kocam boşboğaz mı?

-Boşboğaz olmasa bütün haberler ondan alınır mıydı?

-Lafı çok uzattınız, işinize bakın.

Konuşmalar yufka, siron ve erişte işi tamamlanıncaya kadar sürdü. Açılan yufkalar üst üste yığıldı, sironlar sinilere dizildi. Muhtar için kış hazırlığı tamamlandı. Sofralar silindi. Sıra yemek zamanıydı. Taze yufkalardan on kişilik börek yapıldı. Kara demlikte çay demlendi. Ağız tadıyla karınlarını doyurdular. 

-Kız fikriye nasıl buluştunuz kocanla samanlıkta anlatsana.

Kahkahalar havada uçuştu. Fikriye, nasıl buluştuklarını anlatmamada kararlıydı. 

-Anlatmayacağım, çatlayın da patlayın.

-Yarın kimdeyiz? diye sordu muhtarın karısı.

-Ayşe kadındayız.

-Tamam. Fikriye o zaman anlatacak, evlenmeden önce kocasıyla nasıl buluştuklarını.

-Çok beklersiniz.

Xxx

Akşam olmak üzereydi. Paşa Osman, muhtar İhsan ve diğerleri Topal Ömer’in konağının önüne gelince durdular. Attan inen Paşa Osman, birlikte gelen askerlere atı teslim etti.

-Gençler, birer çay için de öyle dönersiniz.

-Sağ olun komutanım, hemen dönmeliyiz.

-Peki yolunuz açık olsun.

-Komutana teşekkürlerimi iletin.

-Emredersiniz.

Askerler ayrıldıktan sonra Paşa Osman ile muhtar İhsan, konağın önündeki çardakta oturan Hanımağa’nın yanına geldiler. Hanımağa, kalkmaya yeltendi:

-Kalkma Hanımağa.

-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk. Otururdum ama Paşa’yı görmeliyim.

-Paşa içeride.

-Nasıl yani?

-Sizin eve göndermedim. Bizim eve aldık, Mahur güzel bir şekilde yaralarını tımar etti. Sıcak çorba yaptı. Az önce benimle idi. Yorgun olduğunu söyleyerek içeriye yatmaya gitti. Baktım, uyuyor.

Paşa Osman, Paşa’nın, Topal Ömer’in konağına alınmasına pek de sevinmedi. Onun memnuniyetsizliğinin farkına varan Hanımağa:

-Bakıma ihtiyacı vardı, Paşa Osman.

-Doğru dersin de Hanımağa, Mahur ile Paşa, yarın köylülerin dilindedir. Hatta şimdiden bile başlamışlardır dedikoduya.

-Hiç önemi yok. Hele otur, muhtar sen de otur.

-Ben de gideyim Hanımağa, gece boyu uyumadık, eve geçeyim de biraz olsun uyuyayım.

-Sen bilirsin muhtar. O zaman git de dinlen. 

Hizmetçi kadın Mukaddes’in çayından yudum alan Paşa Osman, 

-Hanımağa, çayımı içtikten sonra Guş Neneye uğrayayım. Öyle anlaşılıyor ki, evin anahtarı hala onda.

-Evet, Mahur alayım dedi ama önce Paşa’nın yaralarını tımar et dedim.

-Paşa dinlenirken ben de Guş Neneye gideyim. Biraz kalırım yanında.

-Olsun Paşa Osman.

Xxx

Çir Deresindeki Zermut, Haviyana, Çitisagır, Çitikebir, Adisa ve Avliyana köylerinde herkesin yüzü gülüyordu. Kayış Ali’nin de yakalanmasına sevinen köylüler, zorunlu olmadıkça işe güce bakmıyorlar, yakalanan eşkıyaları konuşuyorlardı. 

Avliyana’da, Kul Hasan’ın kahvehanesinin önü tıklım tıklımdı. Köyün erkekleri işe gitmemiş, eşkıyaların yakalanması ve Paşa Osman’ı anlatan anlatanaydı..

-Sen savaşa gir, yaralan, aylarca tedavi gör, iki yıl sonra köyüne dön, döner dönmez de en azgın eşkıyaları yakala.

-Helal olsun Paşa Osman’a.

-Helal olsun valla.

-Babayiğitmiş.

-Bir gece boyu hiç uyumamış.

-Az daha gecikselerdi kurtlar oğlunu parçalayacakmış.

-Topal Ömer’in kızı da erkek gibi maşallah.

-Ne idi adı?

-Dur bakayım, bir tuhaf adı var, hah Mahur.

-Mahur mu?

-Evet.

-Adamlarıyla Petekliği de tırmanmış.

-Ona da helal olsun.

-Çok seviyor herhalde Paşa Osman’ın oğlunu?

-Sevmese gece vakti düşer miydi yoluna?

-Doğru söylersin.

Sohbet uzadıkça uzuyor, bire beş kata Paşa Osman ile Mahur’un yaptıklarını anlatıyorlardı. Kul Hasan ise durmadan çay servisi yapıyordu. Bugün onun için de ayrı bir gündü. Köyün erkekleri işe gitmemiş, kahvehanesinde toplanmıştı.

-Kul Hasan sen de fırsatı ganimet bildin dayadın bize çayları, paranız var mı yok mu diye hiç sormuyorsun.

-İçmediğiniz günlere sayın. Elbette yüzün gülecek. Çok çay demleyip de bir bardak satmadan aşağıya döktüğüm günler olmuştu, Kalçasız Bekir.

-Tamam tamam, bırak çayları.

-Tonyalı Süleyman ile Kayış Osman da çok belalılardı. 

-Kendi kazdıkları kuyuya düştüler.

-Acaba başka eşkıya kaldı mı?

-Ne o sende mi eşkıya olmaya niyetlendin.

-Allah göstermesin, ben bağımdan, bahçemden aldığım helal mahsulümle geçinmeye razıyım.

-Öyle öyle.

Çitikebir köyünde kahvehane olmadığı için yediden yetmişe herkes cami önündeki meydanda toplanmışlardı. Kemençeci Ali Osman, durmadan bazen uzun hava bazen de horon havası çalıyordu. Horon havası ile ayağa kalkan köylüler kadın erkek horon oynuyorlardı. Yakılan mermilerin ise haddi hesabı yoktu. Meydana kadar inen Paşa Osman, toplanan köylüler arasında gözleriyle Guş Neneyi aradı. Meydanın bitişiğindeki İmamların bostan duvarına sırtını vermiş şekilde oturduğunu görünce yanına gitti, elini öptü.

-Nasılsın nenem?

-İyiyim Paşa Osman, hoş geldin hele gel yanıma otur.

Guş Nenenin yanındaki taşın üzerine oturdu. 

-İyi gördüm senin nenem.

-Köylüler iyi olunca ben de iyi oluyorum. Çok güzel iş yaptınız, köylüleri eşkıya korkusundan kurtardınız.

-Öyle oldu nenem.

Xxx

Çakıroğluların en küçüğü Süleyman, evin avlusuna kurulan ocağın başında oturuyordu. Elindeki çalıyla ocağın külünü karıştırıyordu. Abileri Reşat, Fikret ve Cemil’in cezaevine gönderilmesi hiç de hoşuna gitmemişti. Çok güzel günleri olmuştu abileri ile. Büyük abisi Reşat, ona silah kullanmayı ve döğüşü öğretmişti. Her attığında ise on ikiden vuruyordu. Onun iyi silah kullanması abilerini kıskandırıyordu.

Kara kara düşündüğünü gören anası:

-Neyin var oğul, seni bugüne kadar böyle düşünceli görmemiştim.

-Yok bir şey ana.

-Var oğul, bir şey düşünüyorsun.

-Abilerim ana.

-Bırak şunları, yerimizi yurdumuzu bırakıp, şunun bunun rızkını ellerinden almaya kalkıştılar.

-Orası öyle de ana, mahpus damlarında çürüyüp gidecekler ve biz onları bir daha göremeyeceğiz.

-Ben düşünmem mi bire oğul, ana yüreği bu yürek, dokuz ay onları karnımda taşıdım, ne ile büyüttüm, benim de içim yanıyor.

-Benim de içim yanıyor ana benim de. Paşa’nın yüzünden damı boyladılar. O Paşa denilen mağara adamı olmasaydı, büyük abim Topal Ömer’in kızını mutlaka alacaktı. Vermeselerdi kaçıracaktı. O mağara adamı her şeyi bozdu ana, ben bunu onun yanına bırakmayacağım.

-Sen de mi oğul? Sen de onlar gibi olursan ben ne yaparım.

-İçim kaldırmıyor ana, bir mağara adamının yüzünden abilerimin çürümesi bana çok dokunuyor.

-Oğul, benim şurada ne kadar ömrüm kaldı. Sen sen ol sakın beni bir acıyla daha baş başa bırakma.

-Yapamayacağım ana, ben abilerimin acısını o Paşa denilen mağara adamının yanına bırakmayacağım.

Süleyman, oturduğu yerden kalktı, içeri girdi, duvarda asılan mavzeri arması ile birlikte aldı. Beş tane mermiyi silahın haznesine yerleştirdi. Mavzerin namlusunu Cami Mahallesine doğru çevirdi. Birkaç saniye aralarla tetiği çekti. Mavzerden çıkan mermilerin sesi Bayır Dağında yankılanıyordu.

Meydanda horon oynayan köylüler, horonu bıraktı. Mavzerin mermileri başlarının üzerinden geçiyordu. Herkes dizlerinin üzerine çömeldi. Paşa Osman, oturduğu yerden:

-Kimse ayağa kalkmasın, herkes çömelmiş durumda olsun. 

Mermilerin sesine uyanan muhtar İhsan, koşarak dışarı çıktı. Meydandaki köylüleri dizlerinin üzerine çömelmiş durumda görünce:

-Ne oluyor Paşa Osman? 

-Ne olacak muhtar. Ben bu silahın sesinden sahibini çok iyi tanırım. Bu mermiler Çakıroğlu Hilmi’nin mavzerinden atılıyor. Belli ki, Çakıroğluların en küçüğü Süleyman, eşkıyaların yakalandığını içine sindiremedi.

-Ne yapacağız?

-Yapılacak olan çok kolay, bekleyip göreceğiz.
 

(Devamı var)

YORUM EKLE