Ebe kadın Gülsüm, Burhan Usta’nın ısmarladığı çayı, kahveci Ali Osman ile birlikte içti.
-Hangi köydü Burhan amca?
-Zermut kızım.
-O dereye zaten gidecektim. Önce Zermut’a uğrar oradan geçerim.
-Tamam kızım.
-Eşeğin semerini de vurdum, hazır.
-O da benim gibi yaşlandı Burhan amca, zor yürüyor.
-İdare et kızım, yavaş gidersin sen de.
-Öyle yapıyorum zaten.
Ebe kadın kalktı. Kapıda akasya ağacına bağlı eşeği çözdü. Ardasa Çarşısını geçinceye kadar eşeğe binmedi. Çarşı çıkışında yük hayvanlarını binmek için konulan yüksek taşın önüne eşeği çekti. Sağına soluna baktı, kimse yoktu. Semerin üzerine kendini attı.
-Hadi bakalım, benim gibi kadersiz yol arkadaşım. Zermut’un yolunu bilirsin, çok gittik geldik seninle Zermut’a. Ne olursun biraz hızlı yürü. Akşam sabah yediğin arpanın aşkına biraz hızlı yürü.
Çit, yoluna sapan yola girdi. Bazı tahtaları çürümüş ağaç köprüden geçti. Bahar mevsimi ile her taraf yeşermişti. Kayısı ve erik ağaçları çiçek açmıştı. Yol, bir at arabasının genişliğinde ancak vardı. Dere boyunca, bağ, bahçe ve bostanlarda hep kadınları görüyordu. “Bu köyüm erkekleri neden çalışmaz” diye sordu kendi kendine. “Yazık değil mi bu kadınlara? Karnında çocuk, sırtında çocuk.” Dedi.
Giresunlu Şükrü’nün evinin karşısında Kötünün Hüseyin ile karşılaştı. Ardasa’ya malzeme almaya gidiyordu. Hüseyin de eşeğin üstündeydi. Karşı karşıya kalınca durdular.
-Ebe kadın nereye?
-Sizin köye gidiyorum.
-Hayırdır?
-Asım Çavuş’un gelinine bakacağım.
-Yol ayrımına kadar sıkıntı yok ama bizim köye saptığında yol sıkıntılı. Bazı yerlerde inmek zorunda kalacaksın, yoksa geçemezsin.
-Bir bu eksikti.
-Dikkat et.
-Tamam.
Şeytan Kayalıklarındaki köprüden geçti. Sular biraz çekilmişti. Çit Deresi, köprünün altından akıyordu. Ebe kadın, eşeğin yavaş gitmesi ona gençlik yıllarını hatırlattı. “Senin ne işin vardı ebelikte. Hilal-ı Ahmer Cemiyeti’nin açtığı eğitimle ne işin vardı. Gençlik yıllarım gitti. Evlenip bir yuva da kuramadım. İsteyenler çok oldu ama ben kendimi işime vermiştim. Devletin satın aldığı bir eşekle o köy senin bu köy benim dolaşıp duruyorum. Yaş elliyi geçti. Güzel de bir kızdım. Çok delikanlılar dolaştı peşimde ama ben hiçbirine bakmadım. Keşke baksaydım. Çocuklarım olurdu. Onları büyütürdüm, bir yuva sahibi olurdum. Şimdi de yuvasız kuşlar gibi dolaşıp duruyorum.”
Zermut yol ayrımına geldi. Eşeğini Zermut yoluna sürdü. “Sürmeli” adını verdiği eşeği, yokuş yola vurunca iyice yavaşladı. “Biz bu gidişle bir saatte ancak çıkarız bu yolu” dedi kendi kendine. Sürmeli’nin yavaş yürümesi uykusunu getirdi. Gece de yorgunluktan pek uyuyamamıştı. Bir süre sonra Sürmeli durdu. Ebe kadın gözlerini açtı:
-Ne oldu Sürmeli niye durdun ki?
Yola baktı ebe kadın. Gerçekten geçilmesi zordu. “Hiç mi görmediler burayı? Kötünün Hüseyin insan azıcık düzeltirdi burayı, ben şimdi nasıl geçeceğim. Sürmeli’den indi. Yularını eline aldı. Bir eliyle Sürmeli’yi çekiyor, diğer eliyle taşları tutarak geçmeye çalışıyordu. Sürmeli biraz inat etti ama her ikisi zor da olsa yıkılmış yoldan geçerek kendilerini sağlama aldı. “Oh be” nefes nefese kaldı. Yuvarlansalardı altınki dereye kadar ineceklerdi. Kuru bir taşın üzerine oturdu. Bir süre karşı dağlara baktı. Tepeler hala kardı ama yamaçlardaki karlar erimişti. Sürmeli’yi binebileceği bir yüksekliğin önüne çekti. Zor da olsa bindi. “Hadi Sürmeli gidelim, bu yoldan geri dönmek de zor olacak ama hayırlısı.”
Köye girmek üzereyken Sürmeli’den indi. Yuları eline aldı. Kendi önde Sürmeli önde köye girdi. Pırpır Ali’nin kahvesinin önünden geçerken, kahve önünde oturanlara laf atmadan duramadı:
-Siz oturun karılarınız çalışsın, diyerek hiç arkasına bakmadan Asım Çavuş’un konağına yöneldi. Çevirmeden içeri girerken Sürmeli anırmaya başladı.
-Ne oldu Sürmeli, sen de mi anladın konağa geldiğimizi, haber mi veriyorsun, geldik diye?
Sürmeli’nin anırması üzerine Salih Bey, kapıya çıktı. Gelenin ebe kadın Gülsüm olduğunu görünce:
-Hoş geldiniz, buyurun.
Eşeğin anırmasına dışarı çıkan bir diğer isim de seyis Murat’tı. Sürmeli’nin yularını ebe kadının elinden aldı, ahıra çekti. Kolanını gevşetti. Yemini verdi.
Salih Bey, ebe kadını salona aldı. Asım Çavuş, Gülbahar Hatun, Süleyman ile Gülizar, “Hoş geldin” diyerek yer gösterdiler.
Gülizar, soba üzerindeki demlikten hemen çay koyarak ebe kadına verdi.
-Maşallah gelininiz de çok güzel.
-Güzeldir benim gelinim, dedi Gülbahar Hatun.
Bir süre sessiz kalan Asım Çavuş:
-Ebe Hanım, benim gelinim bizler için çok kıymetli. Yıllardır torun hasreti çekiyorum. Sizden her ay gelinimi kontrol etmenizi istiyorum. Sakın yanlış anlamayın ama emeğinizin karşılığını fazlasıyla veririm.
-Biz ebelerinin emeğinin karşılığını sağlıklı çocuklar dünyaya getirerek alıyoruz Asım Bey.
-Mutlaka öyledir ebe hanım.
-Oldukça uzun ve zorlu yoldan geldiniz. Öğlen zamanı da geçti. İsterseniz yemekten sonra bakınız gelinime, dedi Gülbahar Hatun.
-Yeterince dinlendim. Ben gelininize bakayım, yemeği daha sonra yeriz.
Gülbahar Hatun, Gülizar ve ebe kadın, salondan üst kata çıktılar. Asım Çavuş, Süleyman ile Salih Bey, ebe kadının ne diyeceğini merakla beklemeye başladılar.
Bir süre sonra çıktıkları merdivenden salona inen ebe kadın:
-Şu anda herhangi bir sorun yok. Gülizar da sağlıklı görünüyor.
Salondakilerin yüzünü mutluluk kapladı. Hep birlikte kurulan sofrada iştahla yemek yediler.
Ebe kadın, yemekten sonra:
-Buraya gelmişken birkaç hamile kadın daha var onları kontrol edeyim.
-Oturun ebe hanım, kontrol edersiniz. Ben, burada kalmanızı istiyorum. Akşama daha var, dedi Asım Çavuş.
-Benim Sürmeli artık eskisi gibi hızlı yürüyemiyor. Yavaş yavaş akşama kadar ancak dolaşırım.
-Yanlış anlamayın ama size bir at versek binmesini bilir misiniz?
-Bilirim Asım Bey ama, devlet bize ancak bir tane çok affedersiniz eşek verebiliyor. Onunla idare ediyorum. Dermandan kesilinceye kadar kullanıyorum. Bu bana aldığı yedinci eşek oldu.
-Dediğim gibi size bir at versem.
-Kabul edemem, devlet bana ‘nereden aldın’ diye hesap sorar.
-Neden hesap sorsun, ben kendi gönlümden size bir at hediye etmek istiyorum.
-Sağ olun, zaten yaşım da ilerledi, daha fazla da çalışmak istemiyorum.
-Sorması ayıp ama sormadan da edemeyeceğim, eşiniz sizin böyle dolanmanıza iyi izin veriyor?
Ebe Gülsüm gülümsedi:
-Ben hiç evlenmedim Asım Bey.
Asım Çavuş şaşırarak:
-Nasıl yani, hiç evlenmediniz mi?
-Evet.
-Bu mesleğe adadım kendimi.
-Şaşırdım doğrusu, kusura bakmayın.
-Evlenmek kısmet olmadı. Ne ise ben şu hamile kadınlara bir bakayım. Dönüşte yine uğrarım. Gelininize bazı önerilerim olacak.
-Bekleriz mutlaka.
Gülbahar Hatun, Salih Bey ile Gülizar, ebe kadını yolcularken:
-Kusura bakmayın, benim bey biraz meraklıdır, sizi soru yağmuruna tuttu.
-Ne kusuru Gülbahar Hatun. Geç kalmayayım, dönüşte mutlaka uğrayacağım.
-Tamam ebe hanım.
Xxx
-Yol çalışması nasıl gidiyor Salih.
-İyi baba, zor bir yer var, orayı da geçerlerse rahatlayacaklar.
-Seyise söyle atları hazırlasın birlikte bir bakalım, biraz da para al yanına verelim çalışanlara.
-Olur baba.
Baba-oğul, seyisin getirdiği atlara çevirme önünde bindiler. Hava düne göre daha sıcaktı. Güneş ısıtıyordu. Pırpır Ali’nin kahvesinin önünden geçerken köylüleri gören Asım Çavuş’un yine yüzü asıldı. İsteksiz de olsa “selam” verip geçtiler. Çalışmanın başladığı yere geldiler. Asım Çavuş, yola baktı:
-İyi çalışıyorlar, temiz iş yapıyorlar Salih.
-Evet baba. Sabah erkenden başlayıp, akşam karanlığına kadar durmuyorlar.
-Güzel. Hadi gidelim yanlarına da biraz harçlık verelim onlara.
Baba-oğul, çalışan köylülerin yanına kadar geldiler. Salih atından indi, babasının inmesine de yardımcı oldu.
Çalışan köylülere “selam” veren Asım Çavuş:
-Kolay gelsin, hele gelin biraz dinlenin, dedi.
Kazma küreği bırakan köylüler, Asım Çavuş’un yanına geldiler. “Hoş geldin beyim” diyerek kazma küreklerini bıraktılar. Salih Bey, cebinden çıkardığı parayı dağıttı.
-Sağ olun beyim, Allah razı olsun.
-Sizden de razı olsun, güzel çalışıyorsunuz, var mı bir sıkıntınız?
-Sayenizde yoktur beyim.
-İyi, biz dönelim Salih, avara etmeyelim, çalışsınlar. Tekrar atlara binerek geri döndüler.
(Devamı var)