Günler günleri kovalıyordu. Nisan ayı ile birlikte Çit Deresi’ndeki bağ, bahçe ve bostanlar canlanıyordu. Doğa kendini iyiden iyiye göstermeye, yeşil renkler hakim olmaya başlamıştı. Çit Deresi boyunca bağı, bahçesi, bostanı olanlarla doluyordu. Kadınlar kazıyor, erkekler ise kışın yıkılan duvarları yeniden yapıyorlardı. Doğayla birlikte insanlar da canlanmıştı sanki, kışın o rahatlığı gitmiş, gelecek kış için bağında, bahçesinde bostanındaydı. Vişneler, kayısılar, erikler, elmalar çiçek açmıştı. Meyve çiçekleri arılarla dolmuştu. Çiçek açan ağaçlarda arı vızıltıları vardı şimdi.
Her bağda, bahçede, bostanda duman vardı. Düzgün iki taşı yan yana getirerek ocak yapılmış, ocağın üzerinde kara demlikler kaynıyordu. Demlenen çaylar ağız tadıyla içiliyordu.
Kahvesi gündüzleri boş olan Pırpır Ali, kahvesinin önüne altığı iskemlede güneşin tadını çıkarıyordu. Köylüler ancak, akşam eve döndükten sonra kahvehaneye geliyorlardı. Eskisi gibi kalabalık olmuyordu Pırpır Ali’nin kahvehanesi. Yorgun olanlar akşamdan erken yatıyor, sabahın ilk ışıkları ile bağına, bahçesine, bostanına gidiyordu. Bostanlarında evlek vuran kadınlar patates, fasulye, lahana, soğan gibi sebzelerin tohumlarını toprakla buluşturuyorlardı.
Zermut yolunda çalışan köylüler Çit yol ayrımına kadar yolu tamamlamışlardı. Şeytan Kayalıklarına kadar bölüm kalmıştı. Salih Bey, sık sık çalışanları kontrol ediyor, herhangi bir ihtiyaçları olursa gidermeye çalışıyordu.
Sabah namazını kılan Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun, büyük salona geçtiler. Nisan ayının sonları olmasına rağmen hava yine de soğuktu. Her sabah sobayı yakan Gülizar, bu sabah sobayı yakmamış, salona da inmemişti. Gülbahar Hatun, “bir şey mi oldu?” diye meraklandı. Sobayı kendisi yaktı. Çay suyunu sobanın üzerine koydu.
Asım Çavuş da meraklanmıştı:
-Neden inmedi Gülizar, Gülbahar Hatun?
-Bilmiyorum bey, hasta olmasın?
-Allah korusun.
-Bakayım desem olmaz, Salih de görünmedi.
-Uyuyup kalmasınlar?
-Olabilir, biraz daha bekleyelim, inmezlerse gider bakarım.
Büyük salonun kapısı çalındı, kahya Kerim girdi içeri:
-Hayırdır kahya, diye merakla sordu Asım Çavuş.
-Hayırdır beyim, Süleyman usta ile Salih Bey ve Gülizar sabah erkenden kalktılar, Güloğlu Yaylası’na gittiler. Siz uyuyordunuz, uyandırmadılar. Bana, söylediler, ben de size söylemek için geldim beyim.
-Hamile kadın yaylaya mı gider kahya?
-Bilmem beyim, size söylememi tembihlediler.
-Bunların başka işi yok mu Gülbahar Hatun? Akılları hiç sarmaz mı, ya bindiği at, bir şeyden ürker Gülizar’ı düşürürse?
-Allah korusun Asım Çavuş, hemen aklına kötü şeyler getiriyorsun.
-Her şeyin kötüsünü düşüneceksin.
-Öyle ama her ne ise olan oldu. Hayırlısı ile gelirler inşallah.
-İnşallah, inşallah, ebe kadın da inmedi.
-O da sabah erkenden kalktı, o da gitti beyim, sizlere de çok selamları var. Adisa’ya gidecekmiş, öyle söyledi.
-O uyuz eşekle mi?
-Onunla gitti beyim.
-Bu insanlar akıllar pay olurken neredeydi Gülbahar Hatun?
-Kızma bey, kadının işi vardı gitti, bizimkiler de akıllarını peynirle yemiş olacaklar ki, hamile kadını alıp yaylaya gittiler.
-Aklım diyor ki, git arkalarından, güzelce bağır çağır onlara, döndür onları yolundan. At da yok.
-Hele otur Asım Çavuş, sinirlerine hakim ol.
-Nasıl olayım hanım, ha Salih ile Gülizar bu konuda cahil diyelim, Kırçılın Süleyman da mı cahil?
-Yapmışlar bir cahillik, gel otur da kahvaltını yap.
-Bırak kahvaltıyı, bana çay koy, yeter. Kahya hemen bir at bul. Hızlı gidenlerden, kimden bulursan, kavuş onları ve geri dönmelerini söyle.
-Olur beyim, diyen kahya dışarı çıktı.
-Bu kadar düşme üzerine Asım Çavuş.
-Nasıl düşmen, dört aylık hamile kadını sen ata nasıl bindirirsin, behey akılsız Kırçılın Süleyman? Havalar bile daha doğru dürüst ısınmadı ya üşütürse Gülizar ya hasta olursa?
-Onu da düşünmüşlerdir, o kadar da akılsız değillerdir?
-Onlarda akıl olsaydı, sabah sabah kalkıp da hamile kadını ata bindirip yola çıkmazlardı.
-Otur, ayakta durma, elin ayağın sinirden titriyor, kendine hakim ol.
Asım Çavuş, duvarda asılı duran mavzerini aldı. Dışarı çıktı. Çevirmenin korkuluklarına dayadı. Mavzeri havaya kaldırdı. Art arda ateş etmeye başladı. Mermi sesleri karşı kayalıklarda yankılanıyordu.
Gülbahar Hatun, yanına geldi: -Kendine hakim ol Asım Çavuş, duyan ne der biliyor musun? Bırak ateş etmeyi.
-Onlar bu silah seslerini duymuşlardır. Ne için ateş ettiğimi çok iyi anlamışlardır. Hele dönüp gelmesinler, bak ben onlara ne yapacağım?
-Tamam, tamam… Gel içeri.
-Onlar geri dönüp gelinceye kadar içeri gelmeyeceğim Gülbahar Hatun.
Xxx
Salih Bey ile Gülizar, ebe kadın Gülsüm’ün önerisi üzerine sabah erken kalmışlar, yürüyüşe çıkacaklardı. Kapıya çıkınca Kırçılın Süleyman’ın da kapıda Karaca ile görünce:
-Hayırdır baba, bu erken saatte?
-Yaylaya bakacağım, yaylım durumuna geldi mi, sürüyü yaylaya çıkarmak gerekiyor. Ya siz neden erken kalktınız?
-Ebe kadın ara sıra Gülizar’ın yürüyüş yapmasını söyledi. Biz de onun için erken kalktık. Atları da alıp biraz onlar da yürüsün dedik.
-O zaman beraber gidelim, ben devam eder, siz dönersiniz.
Çevirmeden çıktılar. Yavaş yavaş köyden çıktılar. Köyün çıkışındaki rampaya vurdular. Gülizar, Salih Bey’in yardımı ile rampayı çıktı. Rampa çıkışındaki düzlüğe çıktılar.
-Biz bu düzlükte hem atları otlatalım hem de biraz yürüyüş yapalım.
-Olur Salih, ben de yaylaya bakıp döneceğim.
-Tamam baba, geç kalma, dedi Gülizar.
Salih Bey, atların gemlerini çıkardı. Yaylıma bıraktı. Biraz dinlendikten sonra:
-Yürüyelim mi çoban kız?
-Olur beyim.
Düzlükte birkaç tur attılar. Silah sesleri üzerine durdular
-Bu babamın atışına benziyor çoban kız.
-Evet.
-Bir şey mi oldu acaba?
-Bilmem hemen dönelim istersen.
-Dönelim.
Atların gemlerini tekrar taktı Salih Bey, tam dönecekleri sırada, kahya Kerim’in komşudan aldığı atla rampa yukarı hızla geldiğini gördüler.
-Bir şey oldu mutlaka çoban kız?
-Allah korusun.
Kahya Kerim, yanlarına gelince:
-Hayırdır kahya?
-Beyim gönderdi beni, çok kızgın, hamile kadın sabahın bu vaktinde at üstünde yaylaya mı götürülür, hemen dönsünler dedi.
-Aman bir şey olmasın da.
Silah seslerini duyan Kırçılın Süleyman da geri dönmüştü. Yanlarına kadar geldi. Merakla sordu:
-Hayırdır kahya?
-Bir şey yok, büyük bey çok kızdı, Gülizar’ı yanınıza almanıza. Hemen dönsünler, diyerek sıkı sıkı tembihledi.
-Aman bir şey olmasın da siz dönün ben yaylaya bakıp geleceğim.
-Tamam baba, diyen Salih Bey, atları kahyaya teslim etti. Gülizar’ın koluna girerek, köye kadar yürümesine yardım etti. Konağın çevirmesinden içeri girdiler. Cibinlikte mavzeri elinde Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun’u bekler gördüler.
-Nerede o Kırçıl?
-Yaylaya gitti baba, dedi Salih Bey.
-Ha siz diyelim bu konuda cahilsiniz o da mı cahil? Hiç düşünmez mi hamile bir kadını ata bindirmek tehlikelidir diye? Yaylaya gideceksiniz de Gülizar’ı neden götürdünüz?
-Biz yaylaya gitmiyorduk, sadece yürüyüşe çıktık, ebe kadının tavsiyesi üzerine.
-Tamam Asım Çavuş, durum anlaşıldı. Doğru olanı yapmışlar, kızma artık, hadi içeri girelim, kahvaltı bekliyor.
-Olsun Gülbahar Hatun, çok korktum gelinime bir şey olacak diye.
-Korkma baba, zaman zaman böyle yürüyüşe çıkarmamız gerekiyormuş.
-Yürüyüşe çıktığınız zaman haberim olsun Salih oğlum.
-Olur baba.
(Devamı var)
Admin gün geçtikçe makalede kısalıyor sanki