Salih Bey Köprüsü (48)

Asım Çavuş, karısı Gülbahar Hatun ve Salih Bey ile birlikte cibinlikte oturuyordu. Düşünceli olduğu her halinden belli oluyor, konuşmuyordu. Çit Deresi’nin verdiği zarar, yıkılan köprüler, köylülerin durumu düşündürüyordu kendisini. Yardım etmek gerekiyordu köylülere. Bütün umutları bağ, bahçe ve bostanlardan alacakları ürünlerdi. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da zalim Çit Deresi her şeyi sildi süpürdü. Ne yiyecekti bu insanlar? Yardım etmek gerekiyordu. Zaten söz de vermişti selden zarar gören köylülere. 

-Kahya! Diye seslendi.

Kahya Kerim, koşarak geldi.

-Buyur beyim?

-Ne oldu, köylüler ihtiyaçlarını verdiler mi sana?

-Verdiler beyim.

-Getir bana.

-Hemen beyim.

Gülbahar Hatun’la göz göze geldi. Karısı bir şey söylemeden gözlerinin içine bakıyordu Asım Çavuş’un. Kocasının ne kadar merhametli insan olduğunu biliyordu Gülbahar Hatun. Komşuları açken Asım Çavuş’un tok yatmayacağını en iyi bilenlerdendi. Onun için çok seviyordu kocasını. Bu kadar yıldır daha bir Allah kulunun kalbini kırmamıştı. Bazen sertleşiyor ama altın gibi kalbi vardır. 

-Niye öyle bakıyorsun hanım?

-Hiç öylesine baktım.

-Sen boş boş bakmazsın bir insanın yüzüne, ben senin kalbini okurum Gülbahar Hatun. Ne yani biz tok iken komşularımız aç mı kalsın?

-Ben o amaçla bakmadım yüzüne Asım Çavuş. Ne kadar iyi bir insan diye baktım. Bir de kalbimi okuyormuşsun.

-Zor bir kış olacak köylüler için hanım zor.

-Sen her türlü zorluğu yenersin Asım Çavuş.

-Anam doğru söylüyor baba, bak şimdiden bile başladın hazırlığa.

-Onlar olmazsa bizim varlığımızın önemi yok Salih oğlum.

-Öyle baba.

Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer, çevirmenin kapısından içeri girdiler. Her ikisi de Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun’un elini öptüler. Asım Çavuş, bir şey söyleyeceklerini her hallerinden anlıyordu.

-Hele oturun bakalım, durmayın ayakta.

Yavaşça ellerini dizlerinin üzerine koyarak oturdu Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer.

-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk beyim, dedi ikisi de.

-Ne oldu, söyleyin bakalım?

Çulsuz Ömer, önüne bakarak:

-Beyim beş-on komşu kazma kürekle yola bakmaya, yağışın tahrip ettiği yerleri yapıyorlar.

-Güzel. Ama bana başka bir şey söylemek istiyorsunuz?

-Evet beyim, dedi Tilki Kadir.

-Söyle bakalım Tilki Kadir, seni benim yanıma boşuna yollamadılar.

-Beyim, komşular derki…

-Ne der Tilki?

-Derler ki… Hani köyümüze Karadüz’den su getireceğiz ya…

-Eeee?

-Ağaç oluk yapacağımıza, keseceğimiz ağaçlardan tahta çekelim, olukları tahtadan yapalım…

Asım Çavuş, biraz düşündükten sonra:

-Bizim köyde hızarcı var mı peki?

-Var beyim.

-Bence de iyi olur. O zaman tahtadan yapacağınız olukların alt tahtası kalın olsun.

-Olur beyim.

-Fazla çam da kesmemiş oluruz değil mi Salih?

-Öyle baba.

-Peki Tilki Kadir, iyi düşünmüş komşular. Tahta oluklar hem geniş hem de yüksek olsun.

-Tamam beyim.

-Birbirinize yardım edin, zaman zaman gelip bakacağım. 

-Ne olacak oluklar Asım Çavuş, diye sordu Gülbahar Hatun.

-Karadüz’ün altından çıkan suyu köye sulama suyu olarak getireceğiz.

-Neden?

-Köylüler Çit Deresi kıyısındaki bostanlardan vazgeçecekler.

-Olur mu Asım Çavuş, köylüler yıllarca bostanlarını, bahçelerini hep dikmişlerdir.

-Her yıl da selden zarar görüyorlar, ellerinde avuçlarında bir şey kalmıyor. Köyde kendilerine yetecek kadar buğday ekimi dışındaki tarlaları bostan, bahçe yapacaklar.

-Bana kalırsa vazgeçmezler dere kenarlarından.

-Vazgeçmezlerse kendileri bilir Gülbahar Hatun. Ben yapacağımı yapayım, gerisi onlara kaldı.

-Bir bakıma da doğru söylersin.

-Sen ne dersin Salih, yanlış mı düşünüyorum?

-Yok baba, her yıl zararlarını karşılamak zorunda kalıyoruz.

-Bu yıl da ne ise artık köprüyü yaptıracağız.

-Öyle baba, köprü şart.

-Salih sen mi baksan yoksa kahyayı mı göndersek şu köprülerdeki çalışmalar ne durumda bir öğrenelim.

-Ben giderim baba, hem de yola bakarım.

-Olsun oğlum… Ya unuttum, gelinimin durumu nasıl Gülbahar Hatun?

-İyi Asım Çavuş.

-Ne diyorum biliyor musun Gülbahar Hatun, şu ebe kadını alalım yanımıza, kasabaya Gülizar’ı göndermeyelim.

-Gelir mi Asım Çavuş?

Elinde köylülerin zararının yazılı defterle gelen kahya Kerim, defteri Asım Çavuş’a uzattı:

-Buyur beyim.

Asım Çavuş, dikkatlice deftere göz gezdirdi. Bir, bir daha okudu.

-Bayağı zarar var kahya.

-Öyle beyim.

-Kahya, Salih oğlum köprülerin durumuna baksın, Şeytan Kayalıklarındaki köprü yapıldıktan sonra seni kasabaya yollayacağım. Orada Rüstem Çavuş ile ebe kadın Gülsüm’e uğrayacaksın.

-Olur beyim.

-Ben gideyim baba.

-Git Salih oğlum, bak köprülerin durumuna, geç kalma ama.

-Geç kalmam baba. Kahya, Murat’a söyle Şahım’ı hazırlasın.

-Olur küçük bey.

Salih Bey, kalktı, konağın kapısından içeri girdi. Gülizar’ın yanına çıktı. Gülizar, ördüğü bebek takımlarını açmış, onlara bakıyordu. Salih Beyi görünce:

-Az kaldı beyim.

-Az kaldı çoban kız.

-Bir yere mi gidiyorsun?

-Yola ve köprülere bakıp geleceğim çoban kız.

-Geç kalma beyim.

-Geç kalmam merak etme.

Xxx

Köylüler, köyün meydanında hızar tezgahını kurmakla meşguldüler. Hem tezgahı kuruyor hem de konuşuyorlardı.

-Zararlarımızı kahyaya verdik.

-Bey karşılayacak.

-Karşılayacak.

-Geçen yıl da karşıladı.

-Evet.

-Bırakacağız mı Çit Deresindeki bostanları, bahçeleri?

-Zor olacak.

-Bir kere daha deneyelim diyorum.

-Yani?

-Bostanlarımızı yeniden ekelim. Eğer yine sel zarar verirse daha ekmeyiz.

-Asım Çavuş ne der?

-O da var.

-Ne deriz beyimize?

-Yüzümüz kalmaz.

-Kalmaz.

Xxx

Köylü kadınlar yün taraklamayı bitirdi, yünler kirman ile iplik haline getirildi. Çorap örme işine başladılar. Hem çorap örüyor hem de konuşuyorlardı.

-Böyle giderse çorapları sene sonuna kalmadan bitiririz.

-Geceleri de örelim.

-Kocalarımız ne der kız?

-Ne demeye hakları var, para kazanacağız.

-Öyle de yemek var, çamaşır var, çoluk çocuk var.

-Biraz da onlar baksın çoluk çocuğa.

-Erkek milleti bakar mı?

-Kızlar, dedi Hilmiye kadın, her gün aynı saatte anlaşalım. Kocalarımıza da söyleyelim. Yemeğimizi yapar, çamaşırlarımızı yıkar, aynı saatte bir araya gelir, örgü işine devam ederiz.

-Olur mu?

-Niye olmasın?

-Kahvede oturacaklarına, evde çoluk çocuğa baksınlar.

-Öyle kız.


(Devamı var)

YORUM EKLE