Konakta iki ay sonra yine yas vardı. Kırçılın Süleyman’ın ölümü konaktakileri bir kez daha yasa boğdu. Asım Çavuş, çoban kız Gülizar’ın ölümünden sonra Şeytan Kayalıklarında donarak ölen Süleyman, sadece konağı değil köyü de yasa bürüdü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Ebe kadın Gülsüm kısa süren evliliğin ardından Süleyman’ı kaybetmenin acısını yaşıyordu. “Ne kadar da iyi insandı Süleyman, kendisinden bir kötü söz işitmedim, herkese yardım eden bir yapısı vardı.” Kısa da olsa Süleyman ile evlenmekten pişman değildi ebe kadın Gülsüm.
Kırçılın Süleyman’ı da kızı Gülizar’ın yanına defnettiler. Ebe kadın Gülsüm, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yapılan son duanın ardından cenazeye katılanlar yavaş yavaş dağılıyordu.
-Konağa yine ateş düştü, dedi kahveci Pırpır Ali.
-Öyle.
-İyi insandı Süleyman.
-Kızının acısına dayanamadı.
-Dayanamadı.
-Daha da yeni evlenmişti ebe kadınla.
-Ebe kadının da hiç şansı yokmuş.
-Yokmuş.
-Daha durmaz buralarda.
-Bence de.
-Beyimiz bırakmaz onu.
-Ne de olsa analığıdır.
-Öyle.
-Bakalım mandıranın başına kimi getirir?
-Cicar Ali çok sadık, onu getirir.
-Şimdi mandırayı düşünmenin zamanı mı?
-Gülbahar Hatun da bırakmaz ebe kadını?
-Bırakmaz.
-Bırakmaz.
-Beyimiz bizi bu akşam kahvede toplantıya çağırmıştı.
-Yapmaz toplantıyı.
-O beydir, belli olmaz.
-Biz yine de toplanalım.
-Doğru dersin toplanalım.
Çevre köylerden gelenler, “başsağlığı” diledikten sonra köylerine dönüyorlardı. Pırpır Ali, Kahya Kerim’in yanına gelerek:
-Kahya, akşama toplanacaktık, beyimiz ne diyor, toplanalım mı, yoksa toplantıyı erteleyecek mi?
-Ben sorar size haber veririm.
Akşam namazından sonra Kırçılın Süleyman için konakta mevlit okutuldu. Mevlide katılan kadın erkek herkese helva dağıtıldı. Kahya Kerim, Salih Bey’in kulağına eğilerek:
-Beyim bu akşam toplantı vardı, köylüler soruyor, yapılacak mı toplantı?
-Yarın akşam kahya.
-Tamam beyim.
Konakta, Kırçılın Süleyman’ın mevlidine katılan köylüler, yeniden “başsağlığı” dileyerek ayrıldılar. Salih Bey, Gülbahar Hatun, Şakir Mustafa ile karısı Cemile baş başa kaldılar.
-Salih oğlum, acı acı üstüne geldi. İnşallah bundan sonra başka acımız olmaz.
-İnşallah ana.
-Senin de şansın yokmuş Gülsüm kızım.
-Öyle ana, takdir ilahi.
-Sen sen ol sakın bizden ayrılmayı düşünme. Sen bize Süleyman’ın emanetisin.
-Ne ayrılması ana, öyle şey olur mu, dedi Salih Bey.
-Uyudu mu bebelerim Cemile?
-Uyuttum onları ana.
-Allah senden razı olsun kızım, sen de olmazsan ne yapardık?
-Ne demek ana, siz bizi kabullendikten sonra sizlerin başımızın üstünde yeri var.
-Sağ olun.
Xxx
Salih Bey, sabah kahvaltısından sonra peykenin üzerinde yatan Aslan ile Gülizar’ı sevmeye başladı. Her ikisinin de yanaklarından öptü. Önce oğlu Aslan’ı kucağına aldı. Uzanan saçlarını eli ile arkaya attı.
-Bayağı büyüdü ana, Cemile kadın da iyi baktı onu, ağırlaştı.
-İyi bakıyor, sağ olsun.
Bir süre daha kucağında tuttuğu Aslan’ı aldığı yere özenle yatırdı. Kol ve bacaklarını durmadan hareket ettiren Gülizar’ı kucağına aldı.
-Cemile kadın bu ne kadar güzel. Büyüdüğünde çokların canını yakar bu güzellikle. Güzellikte… Sözünün arkasını getiremedi. Yutkundu. Çoban kızı Gülizar geldi aklına… Onunla yaşadıkları bir sinema şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Yanaklarından öptü. Onu da özenle aldığı yere yatırdı.
-Ben, Koca Yusuf Dede’yi ziyaret edeceğim ana.
-Hayırdır oğlum.
-Biraz sohbet etmek istiyorum onunla.
-Olur Salih’im, selamımı ilet ellerinden öptüğümü söyle.
Seyis Murat, yine Şahım’ın dizginlerini tutuyordu. Salih Bey, seyisten şekerleri aldı, atına yedirdi. Öptü, kokladı.
-At çiftliğini unutma Murat, ha şu Kangal köpek dedim ya ondan vazgeçtim. Karabaş’a iyi bakın.
-Tamam beyim.
Rampa aşağı Şahım’a binmedi. Dizginleri atının eyerine taktı. Kendisi önde arkada Şahım, rampayı indiler.
-Düzledik Şahım, Koca Yusuf Dede’nin konağına kadar beni sırtında götüreceksin.
Konağa yaklaşınca atından indi, dizginleri eline aldı. Zülfikar ile Hüseyin kış için odun hazırlıyorlardı. Salih Bey’i görünce kırma işini bıraktılar. Her ikisi de “Hoş geldin beyim, buyur” dediler.
-Dedem burada mı?
-Burada beyim, hemen haber vereyim.
Koca Yusuf Dede, elinde asası ile kapıda göründü. Salih Bey, dizginleri atın boynuna atarak gitti elini öptü.
-Gel Salih Bey oğlum gel, hoş geldin. Aslında geleceğini bekliyordum. İçerde mi oturalım, dışarıda mı?
-Siz nasıl uygun görürseniz dedem.
-Hava güzel, güneşli, bu güneşi kışın bulamayız, gel dışarıda güneşte oturalım.
-Olur, Koca Yusuf Dedem.
-Zülfikar koşun bize iki kahve yaptırın.
Karşı karşıya oturdular. Güneş her ikisinin de yüzüne vuruyordu. Salih Bey, başı öndeydi.
-Biliyorum Salih Bey, acı üstüne acı geliyor ama dayanmalısın. Allah’tan gelene karşı konulmaz.
-Öyle Dedem.
-Duydum ki köprü ustaları gelmiş.
-Geldiler Dedem.
-Çok büyük bir iş yapıyorsun. Asım Çavuş da söylemişti bana, köprüye oğlum Salih’in adını vereceğim diye.
-Dedem, ben de bunu sana danışmaya geldim. Ben, babamın adını vermek istiyorum.
-Olmaz oğul, baban sağ olsaydı senin adını verecekti. Bunu bir vasiyet olarak kabul et.
-Sağol Koca Yusuf Dedem…
Gelen kahveleri içmeye başladılar.
-Dedem, bir de köprüde çalışacak kişilere ihtiyaç var. Babam, köye hem havuz hem de Karadüz’den havuza kadar su getiren oluklar yaptıracaktı.
-Biliyorum.
-Şimdi, bizim köylüleri köprüde çalıştırsam havuz ve oluklar kalacak. Diğer köylülerden çalıştırıp ücretlerini ödesem, bizimkiler alınganlık gösterecek. Bana akıl ver.
-Konuştun mu köylülerle?
-Konuşmadım dedem, bu akşam konuşacağım.
-Konuş bakalım, ne diyorlar, sen de ona göre karar verirsin, bu konuda benim aklıma ihtiyacın yok Salih Bey.
-Sağol dedem, benden bir isteğin var mı?
-İsteğim, acıları sinene çekip, bir bey gibi davranmandır.
Xxx
Salih Bey, köye dönmek yerine hem mandırayı hem de mandıranın yakınındaki evde kalan ustaları görmek için Çit yoluna doğru atını sürdü. Önce mandıraya geldi. Cicar Ali ile Dursun Ali’yi mandıranın önünde otururken gördü. Her ikisi de ayağa kalkarak “Hoş geldin beyim” dediler.
Atından inen Salih Bey, Mustafa’yı göremeyince:
-Mustafa nerede?
-Babası rahatsızdı beyim, ölmeden önce Süleyman emmi izin vermişti ona.
-Öyle mi, sizin bir sorunun uz var mı?
-Yok beyim, dedi Cicar Ali.
-Var mı yardımcıya ihtiyacınız?
-Yok, dedi Dursun Ali.
-Çoluk çocuk burada mı?
-Evet beyim.
-Herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa mutlaka kahyaya söyleyin, sakın sıkıntı çekmeyin.
-Sizin sayenizde hiçbir sıkıntımız yoktur beyim.
-Biliyor musun Cicar Ali, senin Mehmetalilerin Çeşmesinde kurduğun kahvaltı sofrasını özledim.
-Hemen kurayım beyim.
-Yok daha sonra. Haydi dikkatli olun.
-Sağol beyim.
Salih Bey, ustaların kaldığı eve uğradı. Hüseyin Usta ve oğlu evde yoktu. “Şeytan Kayalıklarında olmalılar” deyip Şahım’ı oraya sürdü.
Baba ve oğlunu yapılacak köprü için ölçü yaptıkların ı görünce:
-Kolay gelsin Hüseyin Usta.
-Sağ ol beyim hoş geldin. Az otur şu ölçüyü bitirelim geleceğiz. Demlikte taze çay var, bardaklar da yanında kendine çay koy iç.
Patika yolun kenarına koydukları iki düzgün taşın üstünde ateşten kararmış demlikten çay döktü kendine Salih Bey. “Gerçekten de çay güzel oldu. Güloğlu Yaylasında içtiğim çay gibi güzel” dedi kendi kendine.
Çayı henüz bitirmişti ki Hüseyin Usta ve oğlu Cemal yanına geldi.
-Beğendin mi çayı beyim?
-Özlemiştim, gerçekten çok güzel
-Beyim, köprünün ölçümünü yaptık. Dokuz metre uzunluğu var. Dereden yüksekliği ise yirmi metre, genişliğini de üç buçuk metre olarak tasarladık. Yeter mi bu genişlik?
-At arabası sığar mı?
-Sığar da artar beyim.
-Tamam öyle ise.
Salih Bey, bir çay daha koydu kendine.
-Bilir misin Hüseyin Usta, benim bir buçuk yıllık eşim buradan sele gitti.
-Bilirim beyim bilirim. Anlattılar bana.
-Öyle bir köprü yapacaksınız ki bir daha sel almayacak, bir daha yıkılmayacak.
-Merak etme sen beyim.
(Devamı var)