KAHRAMAN “TÜRK KADINI”
Selçuklu Türkleri Öncesi ve Sonrası Genel Anlamda Türk Kadını:[1]
10. asırda Seyhun nehrinin sağ kıyısına yerleşen Oğuz Türleri, İslam’ı kabul kabul ederek yeni bir döneme girdiler. Göktanrı inancından Müslümanlığa geçiş aşamasında köklü değişimler gerçekleşti. Bununla birlikte Türkler; eski örf, âdet ve geleneklerin toplamı olan törelerinden tamamen kopmadılar. İslam’ın reddetmediği alışkanlıklarını sürdürdüler. Aileye ilişkin töre kuralları İslam’ın da hoş karşıladığı içerikteydi. Aile ocağı kutsal sayılmaya devam etmiştir. Sıkı akrabalık ilişkisi olmakla birlikte küçük aile yapısı mahremiyeti koruduğu için aynen devam edilmiştir. İslam öncesi “Ak otağ, Ak ev” ler anne-baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşuyordu. Bu aklık kurulan yeni evin, çadırın henüz temiz ve beyaz olmasındandır.
Evlenecek gençler birbirlerini görür ve beğenirler. Onayı alınmayan kız ya da erkek evlendirilmez. Kız istemeye giden aile sözcüsü “Tanrının buyruğu, Peygamber’in kavli ile aydan arı, günden (güneş) görklü (güzel) kızınızı oğlumuza istemeye geldik.“ diyerek evin kızını ister.
Dede Korkut kitabında Banu Çiçek, damat adaylarıyla at biner, ok atar, yani yarışıp becerilerini yarıştırır. Aynı eserde bir Türk Beyi olan Deli Dumrul, canını almaya gelen Azrail’e, “Alırsan ikimizin canını al, ; bırakırsan beraber bırak!” şeklinde Ulu Tanrı’ya yakarışta bulunur.
Dede Korkut, dört kadın türünden söz eder. Bunlar:
- Solduran sop: Sabahleyin elini, yüzünü yıkamadan tıka basa yiyen “Bu evi harap olası erkeğe vardım varalı karnım doymadı. Ayağım papuç, yüzüm yaşmak görmedi.” diye yakınıp duran kocasının ölmesini dileyip başkasına varmayı amaçlayan kadın tipi…
- Dolduran sop: Yatağından çok geç kalkan, kalkınca da sokağa fırlayan ve sabahtan akşama kadar dedi kodu yapan, eviyle ilgilenmeyen ve komşularıyla iyi geçinmeyen kadın tipi…
- Bayağı kadın: Kocasını başkalarının yanında mahcup eden, şu yok bu yok gibi bahanelerle evinde yemek pişirmeyen, eşinin sözünü dinlemeyen, inat kadın tipi…
Dede Korkut, bu tür kadınlar için: “Allah saklasın. Ocağınıza böyle kadın girmesin.” demektedir.
- Evin direği (Ayişe, Fatma) türünden kadın: Kocası evde olmasa da misafiri ağırlar. İffetini korur, Kendi adını ve eşinin adını kötüye çıkarmaz.
Türklerde tek eşlilik daima makbul olandır. Yeni tanıştıkları medeniyette (Araplar) tek eşlilik değil çok eşlilik vardı. Buna rağmen Türkler, Orta Asya Türk kültüründen gelen tek eşlilik töresine bağlı kalmışlardır. Bu konu ile ilgili veciz ifadeler bile vardır.
“İki eceli (analı) kuzu sütten; iki ayalli (kadın) bitten ölür.”
“Dûzen (iki eş) varsa bir evde; düzen yoktur o evde.”
Selçuklu Türklerinde kadın hakları büyük önem kazanmıştır. Kırım ve Azak bölgelerinde tespitlerde bulunan Arap seyyahı İbn Batuta şöyle demektedir:[2]
“Bazen kadınlara erkekleriyle beraber rastlarsınız. O zaman bu adamları kadınların hizmetkârı zannedersiniz.”
Kadın Selçuklu Döneminde “altun gibi temiz ruhlu”dur. Toplumsal hayatın her aşamasında yer alır. Öyle ki “erkeklerle sefere çıkar, yiğitçe dövüşür.” Bu dönemde başlık parası ve mehir önem kazanmıştır. İslam öncesi geleneği olan başlık parası ile birlikte mehir bedeli de uygulanmaya başlamıştır. Bu bir bakıma kadının mağduriyetini yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu geleneğe “kalın” adı verilmiştir.
Kalın, öncelikle kızın yeni kuracağı evin temel ihtiyaçlarını ve temel eşyalarını alması için kaynaktır. Ayrıca boşanmalar ve çok eşlilik karşısında bir caydırıcılık unsuru da olmuştur.
Devlet-i Ali Osman zamanında kadınlar, Selçuklu Türklerindeki özellikleri yansıtmaktadırlar. Tarih, menkıbe ve ahlak kitaplarından okuduğumuz kadarıyla bu dönemde kadınlar, genel anlamda Türkmen kültür özelliği yansıtmaktadır. Bu benzerliğe rağmen büyük bir değişim gerçekleşmiş ve Anadolu Selçukluları dönemindeki Türk kadınları “Anadolu Bacıları” adıyla STK çalışması yapmıştır. Bu sivil toplum örgütünün 13 yüzyılda Anadolu Ahileri’nin kurucusu Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı olduğu zannedilmektedir. Bu kadına “Kadın Ana” unvanı verilmiştir. Moğol desteğiyle tahta geçen 4. Kılıçaslan, bu ahi ve bacıları uç bölgelere sürmüştür. Ahiler ve Bacılar buralarda da büyük hizmetler sunmuştur.
Fatma Bacı, Amine Hatun hem dini (Hacı Bektaş-ı Veli’ye bağlıdırlar), hem kültürel hem de ekonomik anlamda roller üstlenmişlerdir. Fatma Bacı’nın babası Evhadu’d Din Kirmani’dir. Bu zat, kız çocuklarının da düzenli eğitim almasından yanadır. Bu çerçevede iki kızını da okutmuştur. Ahi Evren büyük ölçüde işte böylesi bir kişinin (Şeyhinin) yolundan gitmiştir. Her iki kadın da alim ve zahide kadın olacak düzeyde tarikat kurabilmiştir. Karşılarında büyük bir tepki gösteren kişiler olmuştur. Bir tanesi de Mevlana’dır.
Siyasal ve toplumsal buhranların yaşandığı bu dönemde Osmanlı Türk Devletinin temelleri atılmıştı. Kurucu devlet adamı Osman Bey’in ilk eşi, ünlü Ahi Şeyhi Edebali’nin kızı Bâlâ Hatundur. Orhan Bey’in annesi Mâl Hatun hep bu kültürle yetişmiştir. Orhan Gazi’nin diğer eşi Nilüfer Hatun[3] da (York Hisar Tekfurunun kızıdır) olgunluğu, kültürü ve bilgisiyle Anadolu Bacıları ocağından geçtiklerini göstermektedirler. Aynı zamanda bu durum, yabancı bir kadının Osmanlı içine sızması olarak da yorumlanabilir. Bu durumun sakıncaları Fetret Devrine gelindiğinde anlaşılmıştır. Üçüncü padişah Yıldırım Bayezit’in içki, zevk ve eğlence düşkünlüğü Hafsa Hatun’dan gelmektedir görüşü ağırlık kazanmış bir gerçektir.
Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.
Muzaffer ARSLAN