Mart Ayının 27’si her yıl Dünya Tiyatro Günü olarak kutlanır… Sanata ve sanatçıya (tabiî ki de gerçek sanatçılara ) verilen önem yılda bir kez de olsa hatırlanır. Bu kadar dizi film, sinema oyuncusu zıp diye piyasaya çıkmıyor. Şöyle bir baktığınızda yüzde yetmişinin tiyatro sanatçısı olduğunu göreceksiniz. Maddiyatı televizyonda bulmuş olmaları onların suçu olmasa gerek her ne kadar böyle para kazanmak suç olmasa da bir tiyatrocu bunu bir suç olarak görür haliyle. Bu onların değil onların sanatına ilgisiz kalan toplumun suçundan başka bir şey değildir. Gerçek bir tiyatrocu sanatını tadında yaşamak ister, onun yeri sahnelerdir film setleri değildir. Zorunlu olarak kendisini bu hayat tiyatrosunda dizi filmler ve sinema filmleri içerisinde bulur.
Şimdi ülkemizin tiyatro alanına bir göz atıyoruz. Bir yanda Suriye, Irak, Kıbrıs diğer yanında Avrupa, Yukarıda Ermenistan, Rusya ve her yerde Amerika, İsrail… Böyle sıkıştırılmış bir alanda yüzlerce senaryo yazılıyor çiziliyor en güçlü yönetmen kim ise onun eseri ortaya konuyor ya da hangi eser kimlerin işine geliyorsa. Ben başrol almak istiyorum demenizle başrol size verilmiyor, durumunuza göre bir rol veriliyor. Bize zaten herkesin bir garazı var. En zor roller bize veriliyor. Arada verilen rol dışına çıkıp senaryoyu dediğimiz zamanlar oluyor ama sonra kestik denip tekrar baştan alınıyor ya da cümleler yuvarlatılıyor. Bir gün başlarım sizin eserinize de yönetmeninize de diyecek günü bekliyoruz…Sonra dizi film çekeceğiz deniyor. Irak-1,Irak2 sonra sinema Afganistan, Suriye sonra Ortadoğu biz bu film işine girsek mi girmesek mi diye düşünüyoruz. Kazanır mıyız yoksa kaybede miyiz? Aslında girip girmemekte ki iradeyi de çokta sorgulamıyorlar. Filme girilecek, Gir! Bu fil gerçek bir film olduğu için sonunu düşünenler kahraman olmaz hesabı diye bir hesap yok ortada Sonunu düşünmek zorundasınız. Herkes büyük bir heyecanla filmi izliyor. Tahttan esarete düşmüş sonra sarayda hizmete başlamış olan kişinin bir gün tekrar tahta geçeceği anı bekliyor büyük bir umutla, hep umutla…
Ülke tiyatro alanından memleketimizin tiyatro alanına geçiyoruz. Bu aralar birçok eserler görücüye çıkmış durumda. Eser açısından bir zenginliğimiz var. Yönetmen açısından her zamanki yönetmenlerle beraber yeni yönetmenler ortaya çıkmaya çalışıyor. Büyük memleketlerde yönetmelerimiz sahne almak istiyorlar. Hemşericilik oyunu konuyor ortaya. Birlik beraberlik, vatan millet Sakarya, kuşburnu pestil köme temaları senaryo ediliyor. Yönetmen yalnız değil tabi ki. Birçok yardımcı yönetmen ve senarist yanı başında… Hedef aynı olduğu için kader birliği yapmaları normal. İlerleyen zamanda ortaya konacak büyük bir tiyatro gösterisine hazırlanıyorlar. TV programları, cevap verilemeyen sorular. Kulislerde neler konuşuluyor neler… Yetersizliğin Komedi Tiyatrosu… Alkış seslerini 2 yıl sonra duymak onlar için bu tiyatroyu daha anlamlı kılacak. Turne şeklinde tiyatro devam ediyor. Kimileri bu bir tiyatro diyor, oyunun farkında olarak oyunu izliyor. Kimileri oyundan bir nema kapma peşinde belki ilerde bize de bir rol verilir. Bunlardan haberi olmayan, farkındasızlar ise vakit geçirme derdinde ortamın şen hesabında.
Gün gelecek perdeler kapanacak, artık alkış sesimi kopar yoksa ıslık sesimi onu da seyircinin engin zekâsına bırakıyoruz. Biz balkondan izliyoruz ama yinede içimiz el vermiyor, böyle senaryolara ve yönetmenlere isyan edesimiz geliyor. Atamıyoruz içimize, sırtımızı dönüp gidemiyoruz. İçinde güzellikler barındıran memleketim insanlarının, yurdum insanlarının bu şekilde uyutulmasını hazmedemiyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır düsturunca Dik duracağız, Düzgün Yürüyeceğiz, Doğru konuşacağız…
Saygılarımla.
Şimdi ülkemizin tiyatro alanına bir göz atıyoruz. Bir yanda Suriye, Irak, Kıbrıs diğer yanında Avrupa, Yukarıda Ermenistan, Rusya ve her yerde Amerika, İsrail… Böyle sıkıştırılmış bir alanda yüzlerce senaryo yazılıyor çiziliyor en güçlü yönetmen kim ise onun eseri ortaya konuyor ya da hangi eser kimlerin işine geliyorsa. Ben başrol almak istiyorum demenizle başrol size verilmiyor, durumunuza göre bir rol veriliyor. Bize zaten herkesin bir garazı var. En zor roller bize veriliyor. Arada verilen rol dışına çıkıp senaryoyu dediğimiz zamanlar oluyor ama sonra kestik denip tekrar baştan alınıyor ya da cümleler yuvarlatılıyor. Bir gün başlarım sizin eserinize de yönetmeninize de diyecek günü bekliyoruz…Sonra dizi film çekeceğiz deniyor. Irak-1,Irak2 sonra sinema Afganistan, Suriye sonra Ortadoğu biz bu film işine girsek mi girmesek mi diye düşünüyoruz. Kazanır mıyız yoksa kaybede miyiz? Aslında girip girmemekte ki iradeyi de çokta sorgulamıyorlar. Filme girilecek, Gir! Bu fil gerçek bir film olduğu için sonunu düşünenler kahraman olmaz hesabı diye bir hesap yok ortada Sonunu düşünmek zorundasınız. Herkes büyük bir heyecanla filmi izliyor. Tahttan esarete düşmüş sonra sarayda hizmete başlamış olan kişinin bir gün tekrar tahta geçeceği anı bekliyor büyük bir umutla, hep umutla…
Ülke tiyatro alanından memleketimizin tiyatro alanına geçiyoruz. Bu aralar birçok eserler görücüye çıkmış durumda. Eser açısından bir zenginliğimiz var. Yönetmen açısından her zamanki yönetmenlerle beraber yeni yönetmenler ortaya çıkmaya çalışıyor. Büyük memleketlerde yönetmelerimiz sahne almak istiyorlar. Hemşericilik oyunu konuyor ortaya. Birlik beraberlik, vatan millet Sakarya, kuşburnu pestil köme temaları senaryo ediliyor. Yönetmen yalnız değil tabi ki. Birçok yardımcı yönetmen ve senarist yanı başında… Hedef aynı olduğu için kader birliği yapmaları normal. İlerleyen zamanda ortaya konacak büyük bir tiyatro gösterisine hazırlanıyorlar. TV programları, cevap verilemeyen sorular. Kulislerde neler konuşuluyor neler… Yetersizliğin Komedi Tiyatrosu… Alkış seslerini 2 yıl sonra duymak onlar için bu tiyatroyu daha anlamlı kılacak. Turne şeklinde tiyatro devam ediyor. Kimileri bu bir tiyatro diyor, oyunun farkında olarak oyunu izliyor. Kimileri oyundan bir nema kapma peşinde belki ilerde bize de bir rol verilir. Bunlardan haberi olmayan, farkındasızlar ise vakit geçirme derdinde ortamın şen hesabında.
Gün gelecek perdeler kapanacak, artık alkış sesimi kopar yoksa ıslık sesimi onu da seyircinin engin zekâsına bırakıyoruz. Biz balkondan izliyoruz ama yinede içimiz el vermiyor, böyle senaryolara ve yönetmenlere isyan edesimiz geliyor. Atamıyoruz içimize, sırtımızı dönüp gidemiyoruz. İçinde güzellikler barındıran memleketim insanlarının, yurdum insanlarının bu şekilde uyutulmasını hazmedemiyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır düsturunca Dik duracağız, Düzgün Yürüyeceğiz, Doğru konuşacağız…
Saygılarımla.