MEDENİYET VE ŞEHİR

Genceli Nizamî 1203 yılında yazdığı İskendername  adlı  eserinde Büyük İskender’in Doğu seferinden dönerken bir şehre rastladığını  ve o şehrin ve şehirde yaşayan insanların  İskender’e olağanüstü ilginç geldiğini anlatırken, kentin sahip olduğu değerlerden kesitler verir.

Kuzey seferinden dönen İskender,  daha önce hiç kimsenin bilmediği, çok güzel bir şehre rastlar. Her tarafı yemyeşil verimli tarlalarla dolu, akarsuları bol, muhteşem meyveli bahçeleri, sayısız koyun, inek ve at sürüleri bulunmaktadır. Fakat bahçelerin etrafında herhangi bir çit bulunmaz, tarlalarında bekçi bulunmaz ve hayvan sürülerinin yanında çoban yoktur. 

İskender’in ordusunda askerlerden biri ağacın dalından meyve koparırken yere düşer ve felç olur. Bir koyunu yakalamaya çalışan diğer bir asker sıtmaya tutmuş gibi hastalanır. Bunun üzerine İskender hiçbir şeye dokunulmamasını emrederek,” bu size bir ders olsun, hiç kimse başkasının malına dokunamaz” der.  Birkaç bilginini yanına alan İskender uzaktan görünen şehre doğru ilerler. Fakat daha da ilginci, zamanın bütün şehirlerinin kapıları varken bu şehrin kapıları yoktur. İskender şehirden içeri girer, daha da şaşırır çünkü türlü türlü nimetlerle dolu olan dükkânlar işyerleri de kilitsizdir, kapıları açıktır.

Şehir halkı İskender’i karşılar ve onu saraya getirirler, sofra kurarak hizmet ederler. Yemekten sonra İskender bu şehirde gördüklerinin sebebini sorduğunda, şehrin yaşlıları ona şöyle açıklama yaparlar “Bizler çok önceki zamanlardan beri burayı yurt edinmiş bir halkız. En önem verdiğimiz değer; doğruluktur.” derler. Şehir halkının huzur içinde oluşu da doğruluklarından kaynaklanmaktadır. Yaşlı insanlar “Biz kesinlikle yalan söylemez, hiçbir şeyi sorgulamayız. Allah’tan gelen her şeye şükrederiz. Zor durumdakilere yardım eder, zarara uğrayanların zararını cebimizden karşılarız.” derler.

Nizamî’nin anlattığı bu “ İdeal kentte “ bir huzur, güven ve emniyet ortamı mevcuttur. Yaşlılar anlatmaya devam eder. “İnsanlarımız hırsızlık yapmadığı için kapılarımızda kilit, bahçelerimizde bekçi, sürülerimizin yanında çoban bulunmaz” der.  Nizamî bu şehrin “ilâhi bir güçle korunduğunu ifade eder. Yaşlı insan anlatmaya devam eder, “Eğer bir yabancı şehrin ‘değer’lerine saldırırsa kalbine bir ok saplanır ve olduğu yerde ölür. Vahşi hayvanlar bile sürülerimize bir zarar veremezler” der. “Bizler tohumu tarlaya eker ve bir de hasat zamanı yanına uğrarız. Bütün işlerimizde Allah’a tevekkül ettiğimiz için tarlalarımız da bire yedi yüz ürün verir.”

“Bizlerden hiç kimse ispiyonculuk etmez, başkasının kusuruna ise göz yumarız. Hiç kimseyi kötü yola çekmez, araya fitne sokmaz, kan dökmeyiz. Birisini öfkeli, sinirli görsek ona öğütlerimizle yardım ederiz. Acısı olanın acısını paylaşır, mutlu birisiyle seviniriz.”

Yaşlı insanlar bu kentte ayırt edici bir özelliğin daha olduğunu söylerler. O da paranın hiçbir değer taşımayışıdır. “Altının, gümüşün bizim için hiçbir değeri yoktur. Bu yüzden cimriliğin ne olduğunu bilmez, birisinden zorla hiçbir şey almayız.” 

Nizamî, bu kentte halkın doğa sevgisine dikkat çekerek, “Gereksiz yere avlanmayız, ihtiyacımız olduğunda av hayvanları kendileri gelir ve biz de gerektiği kadar avlarız” der.

Nizami yine anlatısında “Şehrimizde ancak yaşlılar ölür ve biz onlar için yas tutmayız. Çünkü bunun bir işe yaramadığını biliriz. Birisinin yüzüne karşı söylenmeyecek şeyi onun arkasından söylemez, hiç kimsenin işine karışmayız” diyerek ilâhi kadere inançlarını dile getirir. “Aramızda yaşayacak kişi de bizim gibi doğru, temiz ve kanaatkâr olmalıdır” diyen Nizamî, bu değerlerin kentliler için vazgeçilmez nitelikte olduğunu belirtir.

Nizamî’nin “ İdeal kent”inde gördükleri ve duydukları İskender’i öylesine şaşırtır ki artık dünyayı dolaşmaktan vazgeçer. İskender o zamana kadar böyle bir şehir ve şehir halkını ne işitmiş ne de kitaplarda okumuştur. Hayatı boyunca aradığı şeyin böyle bir şehir, halk ve değerler olduğunu anlar ve şehir halkına hazineler bağışlayarak kendi vatanına doğru tekrar yola çıkar.

Nizamî, yüzyıllarca önce yazdığı bu eserde “değer”le “ahlâk”ın bütünleştiği bir ideal  kent tasarımı ortaya koymaktadır. Nizamî’nin bu kent tasavvuru, şehir ve ahlâk, şehir ve değer, şehir ve geçicilik gibi varoluşa ilişkin konu ve sorulara da ışık tutuyor. Böyle bir şehir gerçekten var mıydı, olurmuydu demeyin. Çünkü olması gereken her şey öncelikle “tasavvur”a muhtaçtır. Batı ve doğu edebiyatında “İdeal kent” veya “kent ütopyaları”nın çok fazla olmadığı göz önüne alındığında Nizamî’nin İskendername’sinin önemi daha da anlaşılır. 

Azerbaycan Edebiyatının ve düşünce tarihinin en önemli temsilcilerinden biri olan Genceli Nizami’nin oluşturduğu ütopya, yaşadığı çağın bilge görüş ve anlayışlarını aşan yönleriyle dikkat çekmektedir. Nizami oluşturduğu ütopya ile bir toplumun nasıl mükemmel olabileceğini ortaya koyarken bir yandan da çağın politikacılarına da mesaj vermektedir. Bu noktada en fazla göze çarpan mesaj ise kesinlikle ahlaki değerlere ilişkin duyarlılık, doğruluk ve kanaatkârlık gibi erdemler ön plana çıkmaktadır. Bu değerlerle kişilerin ideal bir toplum oluşturabileceğini ve böyle bir kamil toplumun da kamil bireyler yetiştireceğini öne süren Nizami, 12. yüzyıldan günümüz toplumsal yaşamı için de önemli mesajlar vermektedir.

Ütopya hiçbir zaman “gerçekleştirilmesi mümkün olmayan”, sadece hayale konu olan değildir. Hayalden hakikate akan bir ‘tasavvur’dur. Şehrimiz de yapıların toplamından ibaret değildir. Değişik mekânların bir coğrafyada düzenli veya düzensiz sergilenişi şehri oluşturmuyor. Medeniyet ve şehir idraki, öncelikle şehre dair hayalle başlar. Şehre dair hayali olmayanın şehre dair hakikati de olamaz.

Kaynak: İdeal Kent Dergisi
YORUM EKLE