“Geniş sahalara yayılan ve içinde birçok yabancı kültürü de muhafaza eden devletler kurmuş olan Türklerin, bu devletleri idare edebilmek için çok iyi bir devlet teşkilatı geliştirmeleri gerekiyordu. Bu mekanizmanın işleyişini sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi, devletin tüm kademelerindeki işleyişin sağlıklı yürütülebilmesine bağlıydı. Bunun sağlanabilmesi için kağan, yabgu ve şehzadelerin iyi yetişmeleri gerekiyordu. Kitabelerden anlaşıldığına göre “Halkı beslemek ve giydirmek” işi bütün ülke genelinde sağlanmaya çalışılmıştır. Türklerde devlet kavramı bütünsel bir ifadedir. Herkesi kapsar. Ayrımcı ve ayrılıkçı değildir. Göktürkler, milleti devletin kurucusu olarak kabul etmişlerdir.
Devletin başındaki Kağan, milleti korumak, doyurmak, iş ve aş bulmakla yükümlüdür. Devlet yöneticileri, halkının hayatını düzenlemekle görevlidirler. Bu bakımdan halk “Devlet Baba’nın koruyuculuk adı altında yaptığı hizmetten yararlanır. Devletin yöneticileri; bireylerin sosyal, siyasal, ekonomik ve düşünce hayatlarını düzenlemekle yükümlüdür.
Hun Türklerinden itibaren çeşitli el sanatlarının gelişmesi, belirli bir estetik anlayışının varlığını gösterir. Türklerde tezyin (bezeme, süsleme, donama) sanatı son derece gelişmiştir. Eski (öntürk) Türkler tarafından yapılan oymalı silahlar, kılıç saplarındaki işlemeler, kılıç, kama, ok, yay, kalkan, gürz, mızrak, demir ve altından yapılmış koruyucu savaş giysileri, altın elbiseli kağan, altın elbiseli kağan eşi giysileri bugün bile hayret ve beğeniyle karşılanmaktadır. Boyacılık sanatı da gelişmiştir.
Günümüze kadar gelen kökboyanın ve halıcılığın (dokumacılığın) temelleri çok eskilerdedir. Bütün bunlar belli bir tekniği ve eğitimi gerektirmektedir. Ancak günümüzde eski dönemlerde Türklerde mevcut olan planlı bir eğitimin yapıldığına dair net bir delil yoktur. Ama Hun Türklerinden itibaren Türklerde, belirli bir eğitimin yapıldığı kuvvetle muhtemeldir.
Türk yurtlarında yapılan kazılarda bulunan yapıların bazılarının eğitim için kullanıldığı düşünülmektedir. Altay bölgesinde Hun Türkleri devrinde açıldığı düşünülen çeşitli sulama kanallarının izine rastlanmaktadır. Bu kanallardaki sulamanın ilmi bir usulle yapıldığı belirlenmiştir. Bugün ordumuzda da kullanılan 10’lu sistemi (Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı gibi) ilk kez uygulayan Türklerdir.
İslamiyet öncesi Türklerden kalan bir şiirde “bilgi”ye önem ve değer verildiği anlaşılmaktadır. Bu şiirde “Bilgili insan, beline taş kuşansa kas olur; bilgisizin yanına altın kuşansa taş olur” denir. Bu şiirden de anlaşılacağı gibi Türkler bilgiye ve bilgine önem vermişlerdir. Kalıntılara bakılırsa; (yazma eserler, sistem, devlet yönetimi, bilgiye verilmiş önem ve alfabe vs.) Türklerin yerleşik yaşam ile göçebeliği uzun müddet birlikte sürdürdükleri gözlenmektedir. Orta Asya’daki kazı sonuçları ile bilimsel tarih incelemeleri bu görüşü doğrulamaktadır.
Yazının yaygınlaştırılması “Türk Takvimi”nin ıslah edilişi, yalnız içinde bulunulan zamanda değil, nesiller boyu tarihten ibret alınması için dikilen kitabeler, Türk toplumunda kalabalık bir okur-yazar topluluğunun olduğunun en önemli kanıtıdır. Bilgi ve bilginler övülmüş, bilginin değeri atasözlerine yansımıştır. “Kut belgüsi bilig” (Kudretin belgesi bilgidir). Bu söz, eski Türklerde bilgiye verilen önemi en iyi şekilde gösterir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Göktürklerin Orhun Yazıtları dışında mezar taşları, dağlardaki sabit kayalar, ağaçlar, kemikler, madenler, toprak ev araç gereçleri, silahlar ve süs eşyaları vs. üzerine pek çok yazı yazdıklarını ortaya koymuştur. Örneğin Altay dağlarında kayalarda yolları gösterici sosyal hayata ve günlük yaşayışa ait pek çok yazı bulunmuştur.
Küp ve tabak gibi ev eşyaları üzerinde şiirsel yazılar görülmektedir. Bunlardan biri, bir küpün nişanlanan bir kız için armağan olarak alındığını bildirir. Bunlar bize Göktürklerin yazıyı toplum hayatının her alanında kullandıklarını, okur-yazarlığın yaygın olduğunu göstermektedir. Görüldüğü gibi, eğitim anlayışını yaşayış biçimleri şekillendirmiştir. Töre, yeni kuşakların yetişmesinde ve hangi değerlere sahip olması gerektiğinde etkili olmuştur.
Destanlardan ve kitabelerdeki ifadelerden, Türk-Eğitim sisteminin amacının Alp insan tipi yetiştirmek olduğu anlaşılmaktadır. Bilge ve erdem kutsal sayılmış, ileriki kuşakların bilgili ve erdemli kişileri hayırla anmaları ve onları övmeleri için bilge olmanın gerekliliği vurgulanmıştır. Hatta ileride Türk devletinin başına geçmesi muhtemel olan kağanlar, şadlar ve şehzadelere özel bir öğretim metodu uygulanmıştır. Her bakımdan mükemmele yakın birer insan olmaları için eğitimlerine özen gösterilmiştir.
Devleti yöneteceklere teorik bilgiler verilir ve uygulamalı olarak başka bir yere vali olarak atanırlardı. Böylece yetişmiş, yirmi yaşında devleti yönetecek bir bilgi ve eğitime sahip olarak kendilerini ispat ederlerdi. Türklerdeki bu teknoloji ve kültür düzeyi örgün eğitim kurumlarının bulunduğuna işaret etmektedir.
Anıtlarda daha sonra gelecek Türk hükümdarlarına ve sonsuza kadar Türk milletine bağımsız ve mutlu yaşama ile ilgili bir tarih dersi veriliyordu. Milletin bunları öğrenip, bilmesi isteniyor. Bu bilgilerin kalıcı olmaları için taş üzerine yazıldığı belirtiliyordu. Böylece, Bilge Kağan’ın Türk milletinin ilk siyasal eğitimcilerinden biri olarak değerlendirilmesi gerekir. Bütün bunlardan da anlaşılıyor ki Türkler, kültür ve medeniyet kurabilecek bir eğitim seviyesine sahip büyük bir millettir. Üç bin yıllık bir devlet geleneğine sahip olunması da bunun açık bir göstergesidir”
Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.