Kocası birkaç kez vurdu dalıp giden karısı Emine’nin omzuna.
“Hey hatun, Emine Hanım. Dalmışsın yine.”
Ağır ağır başını kaldırdı, uykudan yeni uyanır gibi baktı yaşlı kocasının yüzüne.
“He. Öyle oldu”
“Neredeydin yine…Farkında mısın son günlerde dalıp dalıp gidiyorsun”
“Harmanda uyumuş kalmıştım. Anam karpuz kesmişti. Yedim, buğday çuvallarına yaslanıp uyuyup kaldım.”
“Çocukluk yılları” diye geçirdi içinden kocası Ahmet.
“Hatırlar mısın?”
“Neyi?”
“Benim muhtar olduğum yılları”
“O kadar da kocamadık”
“Ne yıllardı o yıllar… Çocuk sesleri, kuş sesleri. Koyun kuzu melemeleri. Yüzlerce öküz, inek, buzağı. Hey be. Yemyeşil tarlalar, bahçeler, bostanlar. Su için ne kavgalar olurdu? Kavga dediysek bağırtı, çağırtı işte. Sulama işini sıraya koymuştum da kavga gürültü bitmişti.”
“Evet bereket vardı”
“Hatırlar mısın?” diye ikinci kez sordu, daha yüksek sesle.
“Söyle be herif, deli edeceksin beni”
“Kızma canım… Hani, geceleri imece yapardık. Kadınlar, kızlar toplanır, bir akşam bir komşunun diğer akşam başka komşunun arpasını, fiğini biçerdik. Bana da hep lüksü tuttururlardı. Saatlerce ayakta beklerdim. Ne kadar sinek varsa bana üşüşürdü. Ama ben hep sana bakardım. Ama sen kendini naza çekerdin. Bir sonraki akşamı dar beklerdim, seni görmek için. “
“Eee”
“Işığı hep sana yaklaştırırdım. Orakla bir yerini kesmeyesin diye. Ama ne mümkün, ışığı ortada tut derdi anan.”
“Haksız da değildi.”
“Başka kızları gözüm hiç görmezdi. Hep sana bakardım.”
“Doğru” diye geçirdi içinden Emine Hanım. Benim de gözüm köyde başkalarını görmezdi. Ben de akşamları dar beklerdim. Anam bir şeylerin farkına varmıştı ama yine de bir şey söylemezdi.
“Anan iyi bir kadındı, baban delikanlıydı ha, sözünün eriydi. Allah rahmet eylesin.”
“Seninkilere de”
“Amin”
“Bak ne diyeceğim?”
“De”
“Hatırlarsın” dedi ve yutkundu…”Bir ay tarlalardan, bir ay harmanlardan çıkamazdık. Ambarlarımız bereketle dolardı. Buğdayı öğütmek için sıra bulamazdık değirmende. Ya şimdi?...Hey gidi Emine Hanım… Ya şimdi…Tarlalar boş. Eşek dikenleriyle doldu. Eken yok, biçen yok. Su için kavga edenler de yok. Koyun-kuzu sesi yok. Okul kapandı. Köyde çocuk yok. Köpek bile havlamıyor köyde. Kuşlar göçtü gitti. Kargaya bile hasret kaldık. Terk edilmiş evler, viraneye döndü. Konu komşudan ses gelmiyor. Fırınlardan çıkan taze ekmek kokusuna hasret kaldık. İmam bile namazını evde kılıyor. Camide cemaat bulamıyor.”
“Farkında mısın herif?”
“Neyin?”
“Bu sefer de sen daldın gittin. Öyle güzel anlattın ki”
“Öyle oldu hanım… Ne demiş eskilerimiz, öyle zaman olur ki hayali cihan değer. Hey gidi günler hey… Hadi hadi… Hadi kalk gidelim akşam oluyor.”
Birbirlerine tutunarak ayağa kalktılar. Yürüdüler el ele köye doğru… Ağır aksak…
Yine Deli Murat açtı teybini sonuna kadar…
“Altmış beşten sonra beller bükülür
Bütün damarlardan kanlar çekilir
Toprak gel gel diye çağırır
Dağ başına çökmüş dumana benzer.”
İçlerinde hüzün, başlar önde, geçmişe özlem… Yürüdüler eve kadar…
(sürecek)