Güvercinler bir konuyor, bir kalkıyorlardı Harşit Çayı’na. Birkaç martı dolaşıyordu yükseklerde… Onlar da süzüyorlardı hızlı akan Harşit Çayı’nı. Konacak taş arıyorlardı. Bir tanesi konar oldu. Konar konmaz akıntıya kapılınca yeniden havalandı. Güvercinler ise gölcüklerde kanat çırpıyorlardı.
Henüz yapraklarını yeni açmakta olan kavak ağacının dalları arasında iki karga ağızlarında çalılarla yuva yapıyorlardı. Karganın bir havalandı. Az sonra ağzında bir çalı ile geri döndü. Diğer karga ise yuvaya ince çalı getirmek için o da kanat çırptı, uçtu gitti.
Az yukarıdaki asma köprüden kimsecikler geçmiyordu. Üç yıl önce yapılmıştı iki mahalle arasındaki asma köprü. Öğrencilerin okula rahat gidip gelmesi için düşünülmüş olsa. Üzerinden geçince sallanıyordu ama sağlamdı. Varsın sallansın. Saatlerdir bir Allah kulu geçmedi köprüden ne çocuk ne yaşlı ne kadın ne de erkek… Ben buradayım hadi gelin geçin dercesine bekliyor gibiydi ama geçen yoktu.
Kedinin bir tanesi atladı çöp konteynırına… Belli ki acıkmıştı. Onlar da adeta öksüz kalmış gibiydiler. Bir kedi daha yaklaştı ama o cesaret edememiş olacak ki, insanların geçmediği asma köprüye doğru yönlendi. Ağır ağır geçti asma köprüden sağına soluna bakarak, belli ki rızkını karşı mahallede arayacaktı.
Yaşlı adam dalgın daldın bakıyordu Kastel’in taşlarına… Dalgındı… Kâh güvercinlere, kâh martılara… Bir martıyı takip etti donuk gözlerle… Sonra asma köprüye kaydı gözleri umutla, geçen olacak mı acaba diye sordu kendi kendine…
Sabah güneşi henüz Kastel’in sert kayalıklarındaydı, öğleye doğru ancak girerdi oturduğu pencereden içeri. Özlemle bekliyordu güneşi…O sözü geçirdi içinden “Güneş girmeyen eve doktor girer”
Çıkamıyordu sokağa 65 yaşın üzerinde olduğu için. “Kurallara uymalıyım” dedi içinden.
Anımsadı balkonlu kahvede çay içtiği günleri…Şimdi o balkonlu kahvede çay içmek ne güzel olurdu…Kahvehanenin boyunu aşan kiraz ağacı çiçek açmıştı şimdi. Arılar bir o çiçeğe bir diğer çiçeğe konuyorlardı…
Derin bir soluk aldı, içi sıcacık oldu.
Asma köprüden şimdi tek tük insanlar geçiyordu, yüzlerinde maskelerle. Sadece selamlaşıyor, konuşmuyorlardı… Küs olduklarından değildi konuşmazlıkları…
Sabretmek gerek. Kendisi gibi sokağa çıkamayanları getirdi gözlerinin önüne. Ne yapıyorlardı acaba? Ne yapacaklar, ben ne yapıyorsan onlar da onu yapıyorlardı. Eşinin getirdiği çaydan bir yudum daha içti. Parkta çay içer gibi karşısında dostu, gazeteci arkadaşını anımsadı…
Özlemişti onları…Birlikte parkta çay içtiği günleri… Bugün 30 gündür evden çıkmamıştı. Kocaca bir otuz gün, az değil…
Kendisinden birkaç yaş küçük eşiyle evdeydi bir ay boyunca. Geçecek bu günler geçecek…Sağlıklı güzel günler yeniden gelecek…
Açmayacaktı televizyonu…Sabahtan akşama kadar salgından söz ediyorlar, mal bulmuş mağribi gibi…Hayatta başka bir şeyler yokmuşçasına… Dünya kadar kanal var hepsi aynı telden çalıyorlardı anlaşmışçasına…Açmayacaktı…Kitap okuyacaktı. Okumuştu kütüphanesindeki kitaplarını ama varsın olsun bir kez daha okumanın ne zararı vardı ki… Öyle de etti.
Güneş pencereden içeri girinceye kadar kitap okudu ara vermeden… Güneşle gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı…
Güzel günler gelecek, arkadaşlarla yine Zigana’da sac kavurma yiyeceklerdi hasret giderircesine …