Sert rüzgârların bile yüce dağlarında cesaret edip esemediği, altın ışıkların, Osmanlı coğrafyasını aydınlattığı günlerdi.
Venedik elçisi Antonio Jüstiniani, Yavuz Sultan Selim’in huzuruna girer. Yeri öpüp itimatnamesini sunar, görüşmesini tamamlar.
Ülkesine döndüğünde herkes, adeta bir ütopya medeniyetinin sultanı gibi gördüğü, hayalinde canlandırmaya çalıştığı Cihan Padişahı Sultan Selim Han’ın nasıl birisi olduğunu sorar:
- Göremedim, der Jüstiniani…
Merak ederler:
- Odasına girdiğin, yanına kadar gittiğin halde nasıl göremedin?
Jüstiniani, şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım.
Daha sonra Venedik elçisinin bu sözlerini duyan haşmetli hünkâr:
- Paşalarım, der. Osmanlının kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima öne eğik kalır. Amma Allah korusun, bu kılıç bir kınına girer de paslanmaya başlarsa, o zaman işte bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve bize bir gün yukardan bakar.
Türk’ün, azametli yönünü temsil eden büyük hükümdar kaygılarında haklı çıktı. Türkün, yalın kılıcı kınına girip pas tutunca bu eğik kafaların burunları bir karış değil metrelerce havada medeniyetimize yukarıdan nasıl baktıklarına hepimiz tanık olduk. Osmanlı coğrafyasına, hayvanların bir leşe saldırdığı gibi saldırıp kendi aralarında paylaştılar. Kâbus bulutları olup, bu yüce milletin üzerine çöküp nice acılar çektirdiler. Neyse ki bu kötü günlerin geride kaldığına inanıyorum.
Türk’ün yalın kılıcının, yavaş yavaş kınından çıkıp birilerinin gözlerini kamaştırmaya başladığını görüyorum. Bu durum yalnızca Türk milleti için değil, tüm ezilen, hunharca sömürülen dünya milletleri için sevindirici bir gelişmedir. Çünkü herkes biliyor ki Türk milletinin kılıcı ADALET’i temsil eder. Allah bu yüce milletin yar ve yardımcısı olsun!
Venedik elçisi Antonio Jüstiniani, Yavuz Sultan Selim’in huzuruna girer. Yeri öpüp itimatnamesini sunar, görüşmesini tamamlar.
Ülkesine döndüğünde herkes, adeta bir ütopya medeniyetinin sultanı gibi gördüğü, hayalinde canlandırmaya çalıştığı Cihan Padişahı Sultan Selim Han’ın nasıl birisi olduğunu sorar:
- Göremedim, der Jüstiniani…
Merak ederler:
- Odasına girdiğin, yanına kadar gittiğin halde nasıl göremedin?
Jüstiniani, şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım.
Daha sonra Venedik elçisinin bu sözlerini duyan haşmetli hünkâr:
- Paşalarım, der. Osmanlının kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima öne eğik kalır. Amma Allah korusun, bu kılıç bir kınına girer de paslanmaya başlarsa, o zaman işte bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve bize bir gün yukardan bakar.
Türk’ün, azametli yönünü temsil eden büyük hükümdar kaygılarında haklı çıktı. Türkün, yalın kılıcı kınına girip pas tutunca bu eğik kafaların burunları bir karış değil metrelerce havada medeniyetimize yukarıdan nasıl baktıklarına hepimiz tanık olduk. Osmanlı coğrafyasına, hayvanların bir leşe saldırdığı gibi saldırıp kendi aralarında paylaştılar. Kâbus bulutları olup, bu yüce milletin üzerine çöküp nice acılar çektirdiler. Neyse ki bu kötü günlerin geride kaldığına inanıyorum.
Türk’ün yalın kılıcının, yavaş yavaş kınından çıkıp birilerinin gözlerini kamaştırmaya başladığını görüyorum. Bu durum yalnızca Türk milleti için değil, tüm ezilen, hunharca sömürülen dünya milletleri için sevindirici bir gelişmedir. Çünkü herkes biliyor ki Türk milletinin kılıcı ADALET’i temsil eder. Allah bu yüce milletin yar ve yardımcısı olsun!