Paşa'nın Petekliği (10)

Paşa, köyden çıkıp köyün Aras yoluna girmişti ki karşıdan dört atlının geldiğini gördü. Atlıların geçmesi için yolun kenarına çekildi. Gelen atlılar, yanına gelince durdular. En öndeki iyi giyim ve kuşamlı olanı bir süre kenara çekilmiş Paşa’ya baktı. Ayağının birini üzengiden çıkararak eyerin üzerine kırarak öne yaslandı.

-Senin adın Paşa değil mi?

-Neden sordun?

-Sen soruma cevap ver.

-Adımı öğrenmek için önce selam vermen gerekiyordu.

Dört atlı kahkaha ile güldüler. İyi giyimli, elindeki kamçıyla avucunun içine yavaşça vurarak:

-Sen kimsin ki sana selam vereyim?

-Kimsem kim, sana ne?

Yeniden kahkaha attılar. 

-Bana bak, sen benim kim olduğumu biliyor musun?

-Bilmiyorum, bilmekte istemiyorum. Yolumdan çekilin.

-Bak sen, bir de çekilin diyor, ne dersiniz çekilelim mi?

-Sen bilirsin beyim, dedi atlılardan biri. Paşa, yürüyüp gitmek istedi. Bey diye hitap edilen, kamçısını Paşa’nın önüne doğru uzatıp:

-Hele dur bakalım, seninle konuşmamız henüz bitmedi.

-Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok, yolumdan çekilin.

-Bak bak bak, bir de hava atıyor.

-Ben hava mava attığım yok, sadece yolumdan çekilin diyorum.

-Çekilmezsek ne olacak?

-Bak, deminden beri alttan alıyorum, size yolumdan çekilin, sizi tanımıyorum ve benden ne istediğinizi bilmiyorum. Şu kamçıyı da önümden çek.

-Bana kamçıyı çek diyor, duydunuz mu?

Diğer üç atlı bir ağızdan:

-Duyduk beyim.

-Ne dersiniz güzelce sevelim bu yakışıklıyı da daha yakışıklı olsun, olur mu?

-Emrin olur beyim.

-E, ne duruyorsunuz?

Üç atlı atlarından iner, Paşa’ya doğru yaklaşır ve yakalamak isterler. Beraberinde getirdiği köpeği Pençe, dişlerini göstererek hırlamaya başlar.

-Bakın, size yolumdan çekilin gideyim diyorum.

-Durun bakayım çocuklar, ona bir sorum daha olacak, biraz daha öne eğilir, söyle bakayım senin bey kızı ile ne işin var? Söyle mağara adamı.

-Bey misin, nesin, çekil şu yolumdan. Bey kızı ile ne işim olduğu seni hiç ilgilendirmez.

-Yakalayın şunu!

Üç atlı, Paşa’ya saldırır saldırmaz, Pençe hemen atın üzerine atlar ve bey denileni attan aşağı düşürür. Neye uğradığını anlamayan bey:

-Kurtarın beni bu itten!

Üç atlı beylerini kurtarmak için Paşa’ya saldırıyı bırakıp, Pençe’yi geri çekmek istediler. Pençe, sivri dişlerini gösterince:

-Dur Pençe, yeter.

Pençe, yerdekini yavaş yavaş bırakır ve geri çekilir. Paşa, elini Pençe’nin başına koyarak sever. Giyim kuşamı iyi olan yerden kalkar, üstünü başını silkeler ama üstündeki giysiler Pençe’nin tırnakları ve dişleri tarafından çok yerden yırtılmıştı. 

-Bana Çakıroğlu Reşat derler. Adımı iyi belle. Gelecek seferde o yanındaki it seni kurtaramayacak. Sen sen ol bir daha karşıma çıkma. Ha, şunu da unutma, bir daha bey kızı ile konuştuğunu duymayayım. 

-Kiminle konuşup konuşmayacağımı sana soracak değilim Çakıroğlu Reşat. Eğer bir daha karşıma sen çıkarsan bu itlerin de seni kurtaramaz. 

-Göreceğiz, ay mı yaman bey mi? Binin atlara gidiyoruz.

Paşa, bir süre atlıların arkasından baktı. Çakıroğlu Reşat, “Sakın karşıma çıkma, bey kızı ile bir daha konuşma” şeklide söylenerek, köyün dönemecini döndüler.

-Sağol Pençe, akşam oluyor, karanlık olmadan yuvamıza gidelim. 

Xxx

Bir gün sonrasında Çakıroğlu Reşat köylünün dilindeydi. Bağında, bahçesinde, tarlasında, harmanında, çeşme başında kadın erkek Çakıroğlu Reşat’ı anlatıyor, anlattıklarıyla yetinmeyip bire bir daha katılıyordu. Yirmi yaşındaki balcı Paşa’nın üç adamıyla birlikte Çakıroğlu’nu nasıl alt ettiğini konuşuyordu kadınlar, erkekler, genç kızlar. 

Herkes Paşa’nın Paşa Osman’ın evlatlığı olduğunu biliyordu ama babalığı kadar güçlü kuvvetli olduğunu bilmiyordu. Dört kişiyi nasıl alt etmişti balcı Paşa? Bıyığından kıl aldırmayan Çakıroğlu Reşat, köylülerin anlattıkları kulağına geldikçe daha da deliriyordu. Paşa, köylülerin gözünde artık bir kahramandı. Paşa Osman’dan sonra köy yeni bir kahramana daha kavuşmanın sevinci, rahatlığı içerisindeydi. Çakıroğlu Reşat’ın, köyün genç kızlarına musallat olduğundan dolayı yediden yetmişe herkes ondan nefret ediyordu. Yanına aldığı üç-beş çapulcu ile köylülere rahat vermiyordu. Köyün beyi Topal Ömer öldükten sonra Çakıroğlu Reşat iyice azıtmıştı. Bağda, bahçede, tarlada, çeşmede gördüğü kızlara laf atıyor, taciz ediyordu. Bey kızı Mahur, Çakıroğlu Reşat’ın laf atmadığı tek kızdı. 

-Kahya gel bakalım, yine bir şeyler duymuşsun?

-Duydum küçük hanım. Ama söyleyemem.

-Ne demek söyleyemem?

-Çok kızarsın hanımım.

-Benim kolay kolay kızmadığımı bilmiyor musun?

-Biliyorum küçük hanım.

-Eee, neden söylemiyorsun?

-Şey…

-Ne şeyi be adam?

-Çakıroğlu Reşat var ya.

-Senden ilk duymuyorum var, biliyorum.

-Sağda solda ölen Topal Ömer’in kızı benim olacak diye söylenip duruyormuş. Onu mağara adamına mal etmeyeceğim, diyormuş.

-Bak sen.

-Öyle küçük hanım.

-Kahya, sen akıllı adamsın, yıllardır babamın yanında çalıştın. O günden bugüne saygıda kusur etmedin.

-Estağfurullah hanımım öyle şey olur mu?

-Kıymet bildiğin kadar iyi düşünen akıllı birisin, daha doğrusu iyi bir dostsun. Ne dersin, bir görünelim mi şu çapulcu Çakıroğlu Reşat’a. İçimden ona bir ders vermek geçiyor, ne dersin?

-Şimdi olmaz hanımım. O nasıl olsa bir gün karşınıza çıkacak. Benim size tavsiyem, yalnız gezmeyin. Ben adamlarımızdan bir tanesini yanına vereyim. 

-Ne yani ben kendimi koruyamam mı o çapulcunun karşısında?

-O çapulcu dediğiniz tek gezmiyor, yanında her zaman üç adamı var.

-Benim yanıma vereceğin beni koruyabilecek mi o çapulculardan?

-Sizin yanınıza öyle birini vereceğim ki, üç, beş, altı kişi onun için bir sinek kadardır.

-Çok merak ettim bizde böyle birisi var da ben niye bilmiyorum?

-Bugüne kadar ihtiyaç olmadı. Ben özellikle onu yanımıza aldım.

-Peki çiftliğin neresinde çalışıyor.

-O sadece atların bakımı ile ilgileniyor.

Bey kızı Mahur, bu güçlü kuvvetli olan seyisi merak etti. Nasıl oldu da bugüne kadar tanımamıştı onu?

-Çağır gelsin.

-Gelemez küçük hanım. Prensi koşturuyor.

-Neden?

-Prensin her türlü bakımını o yapıyor, terbiyesini veriyor.

-Peki geldiğinde al da yanıma getir.

-Emriniz olur küçük hanım.

Köyün camisine yakın çeşmenin başı kalabalıktı. Öğle vakti çeşmeden su almaya gelen kızlar her zamanki gibi bir araya gelmişlerdi. Balcı Paşa’dan ziyade, Çakıroğlu Reşat’ın nasıl rezil olduğunu anlatıyorlardı birbirine.

-Kız Saniye al şu Çakıroğlu Reşat’ı da bizi kurtar.

-Sen niye almıyorsun?

-Bana göre değil. Hem bugüne kadar ben onunla hiç karşılaşmadım.

-Tipsizin biri.

-Bey kızı Mahur’u başkalarına yar etmem diyormuş.

-Halt etmiş, Mahur’un nasıl bir kız olduğunu bilmiyor herhalde.

-Helal olsun vallahi, çok iyi yetiştirdi kendini, iyi silah kullanıyor.

-Attığını on ikiden vuruyor.

-Ata da çok iyi biniyor.

-Maşallahı var.

-Babası gibi o da çok iyi bir insan.

-Benim bildiğim bey kızı kolay kolay kocaya gitmez.

-Niye ki kız?

-Ona göre genç yok bizim köyde.

-Balcı Paşa’ya ne dersin?

-Bak işte orada dur derim. 

-O, olabilir.

-O, hiç olmaz.

-Neden ki?

-Mağarada yaşıyor.

-Babalığı gibi o da arılarla konuşuyormuş.

-Daha neler.

Xxx

Paşa, Mehmetaliler’in çeşmesine gelince elini yüzünü yıkayıp, çeşmenin buz gibi suyundan doya doya içti. Pençe de sulaktan su içmeyi ihmal etmedi. 

-Gel yanıma, gel hele gel, dur demesem adamları parçalayacaktın, nerede ise bana iş bırakmayacaktın.

Çeşmenin yanındaki taşlara sırtını dayadı. Yolunu kesen Çakıroğlu Reşat ile adamlarının bundan sonra kendisine rahat vermeyeceğini düşündü. Ona karşı tedbirli olmak gerekiyordu. Bu yaşına kadar hiç düşmanı olmadığı için babalığının kendisine verdiği silahı üzerinde taşımıyordu. Silahın kendisini korumayacağını çok iyi biliyordu. Paşa, mağarada bir ömrün nasıl geçeceğini her oturmada, dinlemede düşünüyordu. Baba vasiyeti uymak gerekiyordu. Kalktı, avuçlarını birleştirerek bir su daha içti.

-Haydi Pençe, dostum, çıkalım rampayı.  

Rampa çok dikti. Yolu bitirdiğinde nefes nefeseydi. Keleş, koşarak yanına geldi. Belli ki, özlemişti sahibini. Bacaklarının etrafında dolaşmaya başladı.

-Tamam Keleş bir dahasında seni götüreceğim.

Heybenin içerisinde mağaranın demir kapı anahtarını çıkardı. Kilidini açtı, kapıyı içeriye iteleyerek açtı.

-Aç olan bu kapıyı itekleyemez.

Mağaranın içi karanlık ve serindi. Gece fenerini yaktı. Fenerden çıkan loş ışık yayıldı mağaranın içerisine. Fenerin yanmasıyla havaya gaz kokusu yayıldı. Heybesini peykenin üzerine bıraktı. Guş nenenin verdiği yiyecekleri çıkardı. Babalığından kalma dolabın içerisine yerleştirdi. 

-Yarın kovanlara bakmamız gerekecek. Bal aldım alalı kapaklarını açmadım. Uzak durmak gerekmez vız vız dostlarımızdan. Boşattığı heybeyi mağaranın duvarın astı. Yastık altındaki Paşa Osman’ın verdiği parabellum tabancasını aldı. Bir süre silahını sağa sola çevirdi.

-Umarım kullanmak zorunda kalmam.

(Devamı var)

YORUM EKLE