Paşa'nın Petekliği (27)

-Merhaba delikanlı.

Paşa, şaşkın şaşkın karşısında duran, ay ışığında ak sakalları parlayan yaşlı adama baktı. Korku nedir bilmeyen Paşa, dizbağlarının çözüldüğünü hisseder gibi oldu. Bu sesi bir yerde daha duyduğunu, sesin kendisine yabancı gelmediğini hissederek:

-Merhaba.

-Nasılsın?

-İyiyim de…

-Beni buyur etmeyecek misin?

-Sesin yabancı değil ama kusura bakma tanıyamadım.

-Tanırsın. Vardır herhalde bir bardak çayın.

Gece devirmiş, sabaha doğru giden yolda, karşısında diklenen bu yaşlı adam kim ola ki? Mağaranın üzerine yuvarlanan kayalar. Çıka gelen ak sakallı yaşlı adam.

-Çayım elbette vardır da içerisi çok tozlu. Birileri gece vakti mağaramın üzerine kayalar yuvarladılar. Sarsıntıyla içerisi toz toprak oldu. Sana bir minder getireyim. Şu ocağın yanında otur, ben hemen ateşi yakayım.

-Olur delikanlı.

Paşa hemen içeri girdi. Başının altına koyduğu yastığı aldı. Dışarı çıktı. Tozunu silkeledi. 

-Kusura bakma, temiz bir şey kalmadı, her taraf tozlu. Onun için seni içeri almadım, üzerin tozlanmasın diye.

Ocağın ateşini yaktı. Sobanın üzerindeki demliği aldı. Yanan ateşin kenarına koydu. Yalımlar yükseldikçe ihtiyarın yüzü daha aydınlandı. Paşa hem hizmet ediyor hem de sabaha yakın gelen yaşlı adamın kim olduğunu merak ediyordu. 

-Aç mısın emmi?

-Yok delikanlı. 

-Sabah yakın uzak yoldan geldiğin belli, çayın yanında bir şeyler hazırlayım.

-Sen üşüteceksin, hele önce üstünü giyin.

-Kusura bakma, şaşkınlığımı bağışla.

İçeri girdi. Sandıktan temiz urbalar çıkarıp giydi. Tozla kaplı dolabı açtı. Peynir, tereyağı, bal ve iki çay bardağını koyduğu küçük siniyi ocağın yanındaki bileği taşının üzerine bıraktı. Ekmeği elleri ile kırdı. Çay bardaklarını doldurdu.

-Buyur emmi.

-Sağol evlat.

İhtiyar, iştahla yemeğe başladı. Hem yiyor hem de çaydan iştahla içiyordu. Paşa, sadece çay içiyordu. 

-Sen yemiyorsun evlat.

-Ben tokum emmi.

-Bal çok güzel, nere balı?

-Buranın emmi.

Paşa, yaşlı adamın bitirdiği çayını yeniden doldurdu.

-Çayı da çok güzel demlemişsin. Kahveci miydin?

-Yok emmi, yemeğimizin çoğu çay olduğu için ondan olsa gerek.

Paşa, “sorsam mı kim olduğunu” sorusunu kendi kendine soruyordu. Gecenin bu vaktinde bu yaşlı adam burayı nasıl bulmuş da gelmiş. Mutlaka burayı biliyor olmalı. Şakir Hoca değil. Bir daha dikkatlice yüzüne baktı. Yok Şakir Hocayı çok iyi tanırım, Şakir Hoca değil bu yaşlı adam. O halde kim? Sesini nereden tanıyorum. Bal sattıklarımdan olabilir mi?

-Kaç arın var delikanlı?

-On beş.

-Nasıl bal yapıyorlar mı?

-Yapıyorlar.

-Ne yapıyorsun balı?

-Arıların yiyeceğini ayırıp, diğerini satıyorum. Bana da yetecek kadar ayırıyorum.

-Hep burada mı yaşarsın?

-Yok iki seneye yakındır burada kalıyorum.

-Daha önce nerede kalıyordun?

-Köyde kalıyordum. Baba vasiyeti üzerine buraya geldim.

-Baban nerede?

-Babam, savaşta şehit oldu? 

-Allah rahmet eylesin. Kim söyledi şehit olduğunu?

-Savaş sonrası dönmediği için şehit olduğunu düşündük.

-Öyle mi?

-Evet… 

Şimdi soru sorma sırası bende. İhtiyarın yüzüne baktı. Saçı ve sakalı apaktı. Yüzüne vuran ay ışığı, ocaktan çıkan yalımlar yüzünü aydınlatıyordu.

-Kusura bakma emmi, konuğun her zaman başımın üstünde yeri vardır. İçerisi tozludur ama, yatağımı temizledim. Belli ki uzak yoldan geldin. Yatağımda yatabilirsin.

-Kim olduğumu sormayacak mısın?

-Sormama gerek var mı emmi, Tanrı misafirisin.

-Sen her geleni Tanrı misafiri olarak mı kabul edersin?

-Bu rampayı tırmanıp buraya çıkan kim olursa olsun Tanrı misafiridir.

-Peki evlat, ben biraz yaslanayım. Sen ne yapacaksın?

-Ben burada sabahın olmasını bekleyeceğim.

-Neden?

-Mağaranın üzerine kaya yuvarlayanlar, durumumu görmeye gelebilirler, tedbirli olmam lazım.

-Bence sen de yat ama yine de sen bilirsin.

Yuvarlanan kayaları mutlaka duymuştur ama hiç söz etmedi. O, gelmeden beş on dakika öncesine kadar başıma kayalar yağıyordu. Ya rampayı çıkarken yuvarlanan kayalardan biri ona vursaydı? Sonra gecenin bu vaktinde bu rampayı nasıl çıktı? Burada birinin yaşadığını nereden anladı? 

Kendi kendine soruları sordukça uykusu daha da kaçıyordu. Kapıyı örtmüştü. Açsa kapının gıcırtısından uyanırdı. Çok dikkatli baktım yüzüne ama tanıyamadım. Bu ihtiyar burayı mutlaka biliyor. Ama kim? Yok canım, olamaz. Benim babam şehit oldu. Asla o olamaz. Acaba, yoksa? Şehitler ölmez. Babamın ruhumu? İçini korku kapladı. Yüzünü görmem lazım ama nasıl? Demir pencerenin altına bulduğu taşları yığdı. Özenle taşların üzerine çıktı. Yanan gaz lambasının çevresinde o iki arı hala durmadan uçuyordu. Kollarına kuvvet vererek kendini biraz daha yükseltti. Yaşlı adam peykenin üzerinde uyuyordu. Yüzünü görüyordu ama sakalı çok uzamış babası olup olmadığını bir türlü seçemiyordu. Yine özenle taşların üzerinden indi. Yanan ateşin yalımları kaybolmak üzereydi. Yeniden odun attı ocağa. Pençe ve Keleş’i yanına çağırdı. Birini bir yanına diğerini öteki yanına aldı. Her ikisinin de üzerine kollarını attı. Hem ateşin hem de Pençe ve Keleş’in verdiği sıcaklıkla içi geçti. Gözleri kapanır gibi oldu. Uyumamam lazım. Bu soysuzlar beni gafil avlamasınlar. Ayık olmam lazım. Hem tabancasını hem de mavzerini yokladı. 

Sabaha yakın hava daha da soğudu. İlk ışıklarla ayağa kalktı. Közlemiş ocağa yeni odunlar attı. Var kuvvetiyle üfledi. Önce acı bir duman çıktı. Alev alıncaya kadar üfledi. Kara demliği oluktan akan suyun altında çalkaladı, doldurdu. Ocağın üzerine koydu. Çok geçmeden su kaynamıştı. Çayı demlemesi gerekiyordu ama çay içerideydi. Kapıyı açarsa hala uyumakta olan ihtiyarı uyandıracaktı. Uyanmasını beklemekten başka çare yoktu. 

Xxx

-Kötünün Hüseyin’i soydular! Kötünün Hüseyin’i soydular!

Köyün çocukları hep bir ağızdan bağırarak her zamanki gibi köyün meydanına indiler. Bağırtılarını meydanda da sürdürdüler. Köylüler yavaş yavaş ellerindeki işi bırakarak kadın erkek meydanda toplanmaya başladılar. 

-Bu kaçıncı soygun muhtar? Ne yapacağız? Askeriye ne yapıyor, nasıl yakalayamıyorlar bu eşkıyaları?

-Eşkıya, Çavuş emmi yakalamak kolay mı? Askeriye her türlü önlemi aldı ama yakalayamıyorlar. 

-Peki kim bunlar?

-Hala anlamadın mı Çavuş emmi, Çakıroğlu’larından başkası değildirler.

-Onlarda soygun yapacak yürek var mı ki muhtar?

-Yanlarında Kayış Osman ile Tonyalı Süleyman olunca…

-Onlar da mı var?

-Var ya.

-Ne yapacağız peki?

-Tedbirli olacağız.

-Olmasına olalım da nasıl? Evden dışarı çıkmayalım mı, kasabaya gitmeyelim mi?

-Yalnız bir yere gitmeyeceğiz.

-Bu böyle gitmez muhtar, silahlanalım. Nöbet tutalım geceleri. Askeriye ile iş birliği yapalım.

Hanımağa, Mahur, kahya ve seyisle birlikte meydana geldi. Hanımağa’ya yer gösterdiler. Herkes sus pustu. Kimse konuşmuyordu. Topal Ömer yaşasaydı bu soysuzların dersini çoktan vermişti. Gözler Hanımağa’nın iki dudağı arasında çıkacak olan sözlerdeydi.

-Biliyorum. Topal Ömer’in yokluğunu hissediyoruz. Çare bulmalıyız. Bunlar her kimse işi iyice azıttılar. Korkmanıza gerek yok. Salih Bey, yarın buraya gelecek, onunla da bu konuyu konuşacağım. Bu sorunu devletle iş birliği yaparak mutlaka çözeceğiz. Suçluların cezasını biz değil devlet vermeli.

-Doğru dersin Hanımağa ama, devlet bir türlü yakalayamadı. Hatta doğru dürüst kim olduklarını da bilmiyoruz.

-Evet, kim olduklarını doğru dürüst bilmiyoruz. Hepimizin şüphelendiği kişiler var. Var ama onlar mıdır?

-Düşündüklerimiz daha dün anaları ile tarla sürüyorlardı.

-Tarlayı gündüz sürüyorlar, gece değil muhtar.

-Doğru dersin. Salih Bey ile de konuşup, dere boyu geceleri nöbetçi koymamız lazım. Jandarma Komutanı Fethi Bey ile de bir araya gelerek alınacak önlemleri görüşmemiz gerekiyor.

-Öyle muhtar, istersen yarın Salih Bey de buraya geleceğine göre bekçi ile haber sal, yarın komutan köyümüze gelsin.

-Ben de öyle düşündüm Çavuş Emmi.

Meydana toplanan köylüler büyük bir umutla dağılıp evlerine, işlerinin başına döndüler.

Xxx

Güneş, Ali Düzünden bir boyunduruk yükselmişti. Gecenin soğuğu hala kendini hissettiriyordu. Güneşe rağmen derin vadiye çöken soğuk hava etkiliydi. Mağaranın kapısı büyük bir gıcırtıyla açıldı. Paşa ayağa kalktı. Yaşlı adam kapıda göründü.

-Çok uyumuşum delikanlı. Sanki kendi yatağımda yatıyormuş gibi çok rahat uyudum.

-Rahat ettiğine sevindim emmi. Su kaynadı ben hemen çayı demleyeyim.

-Olur evlat, ben de elimi yüzümü yıkayayım.

İhtiyar elini yüzünü yıkarken Paşa da çayı demledi. İhtiyar, Paşa’nın her hareketine dikkat ediyordu. İhtiyarın gözlerinin üzerinde olduğunu fark eden Paşa, merakı gittikçe artıyordu. Zaman zaman ihtiyarın yüzüne bakarak kim olduğunu anlamaya çalışıyordu ama bir türlü tanıdığı birine benzetemiyordu. Boyu babamın boylarında ama babamın saçları siyahtı. Sakal hiç bırakmazdı. İki günde bir tıraş olurdu. 

-Sofra hazır emmi, çay da demini aldı.

-Ne güzel, yıllar sonra ağız tadıyla kahvaltı yapacağım. Özlemişim kırlarda kahvaltı yapmayı delikanlı.

Konuşmadan kahvaltılarını yaptılar. Cicar Ali çoktan köyün büyükbaş hayvanlarını önüne katmış çökeğe yukarı gidiyordu. Belli ki bugün de Kankana Yaylasında hayvanları otlatacaktı. Hayvanların başındaki zillerin sesi petekliğe kadar geliyordu. 

Paşa hem kahvaltısını yapıyor hem de alttan doğru ihtiyara bakıyordu. Kim olduğunu sorsam mı acaba? Ayıp olur, adama bir parça ekmek yedirdik, burnundan getirmeyelim.

-Adın ne senin delikanlı?

-Paşa, emmi…Ya senin adın nedir emmi bağışlar mısın?

-Benim adımı ne yapacaksın delikanlı, bir garip yolcu der geçersin.

-Doğru dersin de emmi birlikte çay içtiğim saygıda kusur etmediğim yaşlı emmimi tanımak, en azından adını bilmek isterim.

-Bir garip yolcu delikanlı öyle bil. Ha, senin köyde evin yok mu?

-Var.

-Burada niye kalıyorsun peki?

-Baba vasiyeti, iki yıl kışı bu mağarada geçirmemi istedi, ben de vasiyetini yerine getiriyorum.

-Zor olmuyor mu?

-Oluyor ama, rahatım. Hiçbir sıkıntım yok.

-Sevdiğin bir kız yok mudur?

Paşa, biraz çekingen birazda isteksiz:

-Var da diyemem yok da diyemem.

-Nasıl cevap delikanlı ya vardır ya da yoktur.

-Var emmi var, ama bu mağarada kim yaşamak ister?

-Bu kış son ya, öyle demedin mi?

-Doğru, bu kış çıksın bakalım.

-Kimlerdendir?

Paşa, ihtiyarın bu kadar soru sormasına biraz da sıkılarak:

-Söylerim ama tanımazsın.

-Sen söyle bakayım.

-Topal Ömer adında bir beyin kızı.

-Topal Ömer’i tanırım. Savaşın ilk yıllarında birlikte çarpıştık Yunan askeri ile daha sonra yollarımız ayrıldı. Beni başka bir cepheye gönderdiler. Yaşıyor mu?

-Yok emmi, iki yıl önce vefat etti.

-Şimdi üzüldüm. Demek koca Topal Ömer öldü.

-Öldü.

(Devamı var)

YORUM EKLE