Şimdi ceviz hasat zamanındı. Çok sayıda ceviz ağacı bulunan köyde, köylüler silkelenen ağaçların altındaydı. Ceviz silkelemek öyle kolay bir iş de değildi. Göğe kadar yükselen ağaçları usta silkeleyicilere silkeletmek gerekiyordu. Hemen hemen her hasat zamanı ceviz ağacından düşerek yaralanan ya da ölenler oluyordu.
Kasımların Mevlit, ağaç silkelemekte ustaydı. Köylüler sıra ile cevizin büyüklüğüne göre ücret ödeyerek cevizlerini silkeletiyordu. Yanında ince ve belirli uzunlukta sırık ile ağaca çıkan Mevlit, zaman zaman tehlike atlatsa da ustalığı üstün geliyordu.
Toplanan cevizler kabuğundan ayrıldıktan sonra güneşte kurulamaya bırakılıyordu. Zaman zaman da karıştırılan cevizlerin iyice kurutulması gerekiyordu.
On beş gün içerisinde cevizler evlerin damlarında kurutulmak için serildi. Kargaların cevizlerden yememesi için çocuklar nöbet tutuyor, ceviz kapmaya gelen kardalar kovuluyordu. Kurutulan cevizler torbalara dolduruldu. Kışın yenilecek olanlar ayrıldı. Artık satılma zamanı gelmişti.
-Yarın köyden, toptancı İlyas’a ceviz götürülecek Kayış, dedi Tonyalı Süleyman.
-Bize iş çıktı desene.
-Eşek kervanı yarın yola dizilir.
-İçimizden biri fark ettirmeden takip etmeli.
-Toptancı İlyas ceviz paralarını peşin ödüyor.
-Öyle.
-Köylüler yine birlikte dönerler.
-Evet.
-Yollarını kesip paraları almamız lazım ama nasıl?
-Filerin deresi uygun.
-Çoktandır yüklü para geçmedi elimize.
-Cemil, sen köylüleri takip et. Kasabadan çıktıklarında atını sür ve gel bize haber ver. Biz Filerin deresinde pusu kuracağız. Atlar yanımızda olmayacak. Vurgunu yaptıktan sonra hızla dere içinden Sofra Taşına çıkacağız. Sen hiçbir şey olmamış gibi bize haber verdikten sonra hızla uzaklaşırsın. Anlaştık mı?
-Tamamdır.
Xxx
Paşa, kahvaltı sonrası ihtiyarın gidip gitmeyeceğini merak ediyordu ama ihtiyar hiç gidecek gibi değildi. Oluktan ellerini yıkarken ihtiyara dikkatlice bakan Paşa, bir türlü kim olduğunu anlayamıyordu. İçeriden havlu alarak ihtiyara uzattı.
-Sağol evlat. Sen her konuğuna böyle hürmet eder misin?
-Pek gelenim olmaz.
Dönüp eski yerine otururken:
-Bir şey soracağım evlat. Bu senin dostların, adları ne idi?
-Pençe ile Keleş.
-Bence bunları götür kasabaya bırak ya da yaylacılara ver.
Paşa şaşkın şaşkın:
-Nedenmiş o? Onlar benim dostlarım olduğu kadar koruyucularım da.
-Dikkatini çeken bir şey oldu mu?
-Ne gibi?
-Ben gece geldiğimde hiç havlamadılar.
Paşa bir süre düşündü. Doğru ya havlamadılar.
-Kafana bir şeyle vursaydım.
-Onlar kimin dost kimin düşman olduğunu çok iyi seziyorlar.
-Nasıl yani?
-Eğer kötü niyetli birisi olsaydın, yüz metreden seni sezerdiler.
-Nereden aldın bunları, nasıl eğittin?
-Bir yerden almadım, gecenin birinde geldiler. Kapıyı tırmaladılar, ben de içeri aldım onları. O gün bu gündür benimledir.
-Geçenin bir vaktinde mi geldiler dedin?
-Evet.
-Nereden buldular burayı, sonra kim getirdi?
-Nasıl buldular, kim getirdi onu da bilmiyorum.
-Çok tuhaf değil mi?
-Doğru, çok tuhaf ama onlar beni sevdi ben de onları.
-Çayın kaldıysa bir bardak daha içerim.
-Var emmi vereyim.
Hiç gidecek gibi değil dedi Paşa kendi kendine. Sanki kırk yıldır burada kalmış gibi davranıyor. Sorayım diyorum bir türlü soramıyorum.
-Sen burayı nasıl buldun emmi?
Çayından yudum alan ihtiyar, Paşa’nın gözlerinin içine baktı. Bu gözler bana tanıdık geliyor ama kim bu ihtiyar?
-Senin baban benim dostumdu, zaman zaman ziyaretine gelirdim.
-Peki o kayalar yuvarlanırken, nasıl çıktın rampayı, kayalardan biri sana vurabilirdi.
-Yol kenarındaki bir kayanın altına saklandım.
-Anladım.
-Kimin kimsen yok mu senin?
-Yok ihtiyar. Anam ile babamı Ermeniler katletti. Paşa Osman babam da o Ermenileri temize havale ederek beni yanına aldı. Köyde Guş Nene diye bir yaşlı kadın var onun yanına verdi. Her Cuma gelir ziyaret ederdi bizi. Azık getirirdi. O zaman on yaşlarındaydım. Beni baktı büyüttüler bu yaşıma geldim. Babamın vasiyeti üzerine burada kalıyor arılarla ilgileniyorum.
-Arılarla da iyi anlaşıyorsun?
-Evet. Herhangi bir güç durumda kalsam beni kurtarmaya geliyorlar.
-Nasıl oluyor?
-Bilmiyorum, nasıl haber alıyorlar ona da aklım ermiyor.
Kovanlardan bir uğultu koptu. Bir anda gökyüzü arı ordusu ile doldu. Arılar havada durmadan daire çiziyorlardı. Ne uzaklaşıyor ne de yaklaşıyorlardı. Havada kara bulut gibi dönüp duruyorlardı. Paşa ve ihtiyar arı bulutunu merakla izliyordu. Neden çıktı arılar kovandan? Şu anda bir tehlike yok. Yoksa yaklaşan mı var? Paşa ayağa kalktı, içeri girip mavzeri alıp çıktı. Yol aşağı baktı görünürde kimseler yoktu. Mağaradan yukarı baktı yine kimseler yoktu. Pençe ve Keleş ise çok sakindiler. Tehlike olsaydı ya da tanımadık biri gelseydi mutlaka ayaklanırlardı. Bir süre gökyüzünde dönen arılar yavaş yavaş alçalarak ihtiyarın üzerine geldiler. Şimdi de ihtiyarın başının üstünde dönmeye başladılar. Paşa şaşkındı. Arılar neden onun çevresinde dönüp duruyordu?
İhtiyar iki elini de önüne doğru paralel uzattı. Havadaki arı bulutundan bir kısmı ihtiyarın her iki eline de kondu. Yaşlı adamın omuzuna kadar kolları arı kümesinden görünmüyordu. Paşa gördüğü manzara karşısında şaşırıp kalmıştı. Pençe ve Keleş’in havlamaması, arıların ihtiyarın kollarına konması.
Bir süre sonra arı bulutu çekildi ve kovanlarına girdiler. Havayı bir sessizlik kapladı. Ne yaşlı adam ne de Paşa konuşuyordu. Zaten Paşa’nın gördüğü manzara karşısında konuşacak hali yoktu. İki yıldır arılara bakıyorum yaşlı adamın koluna
konan arılar kendi koluna konmamıştı.
-Isırmadılar ya? diye sordu yaşlı adama.
-Yok ısırmadılar.
Bu adam Paşa Osman, benim babamdan başkası olamaz. Demek ki savaşta şehit olmadı, yaşıyor. Peki savaş biteli kaç yıl oldu, neredeydi bunca yıl? Babamın sakalı ve saçı simsiyahtı, bir tane ak saçı yoktu ama bunun her tarafı apak.
-Bir şey sorabilir miyim?
-Sor evlat.
-Senin adın Paşa Osman mı?
-Nereden bildin?
-Babam.
-Oğlum.
Hasretle kucaklaştılar. Dakikalarca öyle kaldılar.
Xxx
Köyde geceden beri herkes çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç hepsi ayaktaydı. Sabah kasabaya ceviz götüren köylüler, paralarını alarak dönüş yolunda eşkıyalar tarafından yolları kesilerek ellerinde avuçlarında ne kadar para var ise alındı. Köy çalkalanıyordu. Aylarca evin duvarında asılan silahlar, asılı yerden indirildi. Silahını alan meydanda toplanıyordu.
-Cevizciler soyuldu! Cevizciler doyuldu! diye bağıran çocuklar, köyün meydanına aşağı koşuyordu. Salih Bey, anası Gülbahar Hatun, Hanımağa ve Mahur ile birlikte Topal Ömer’in konağının önündeki çardakta oturuyordu. Hizmetçi kadın Mukaddes, getirdiği kahveleri ikram ettikten sonra:
-Hanımım yemekleri hazırlayayım mı?
Hanımağa, yanıt vermeden Salih Bey, araya girdi:
-Yok, ben önce köylülerle bir konuşacağım, kahvemi içtikten sonra yanlarına gideceğim, daha sonra.
-Peki beyim.
Kahvesinden bir yudum alan Hanımağa:
-Ne olacak bu işin sonu Salih Bey?
-Benim de aklım sırrım ermiyor Hanım ana. Jandarma bir türlü yakalayamadı. Gevşek davranıyorlar desem gevşek değiller. Bu soygunları yapanlar işi çok iyi biliyorlar. Ben köylülerin yanına gideyim, konuşayım bakayım.
Tam kalkıyordu ki Paşa, yanında babası ile birlikte avlunun kapısından içeri girdi. Mahur, Paşa’nın yanındaki yaşlı adamı görünce meraklandı. Paşa Osman, “selam” verdi. Hanımağa bir süre yaşlı adamın yüzüne dikkatlice baktı.
-Paşa Osman!
-Evet Hanımağa.
-Sen, senden haber alamayınca şehit olduğunu düşündük.
-Haklısın. Oğlum Paşa da öyle düşündü, tanıyamadı beni.
-Tanımamakta haklı. Saçın sakalın apak olmuş. Hele gel otur.
-Hoş geldin, dedi Salih Bey ve kucaklaştılar, seni yeniden aramızda görmek ne güzel.
-Sağol Salih Bey… Anlayamadığım, köylüler neden böyle telaşlılar?
-Cevizcileri soydular.
-Kim?
-Bilmiyoruz, köylülerle konuşmaya gidiyordum.
-Biz de gelelim.
-Siz oturun, yorulmuşsunuzdur, dinlenin.
-Böyle bir günde dinlenmek olmaz Salih Bey.
-Peki, buyurun gidelim.
Köylüler ellerinde tüfekleriyle muhtar İhsan ne söyleyecek diye onun ağzının içine bakıyordular. Bağıran çocuklar sustu. Meydanda kimse konuşmuyordu. Çoluk çocukların rızkının eşkıyanın eline geçmesini bir türlü hazmedemiyorlardı. Her zaman konuşan Çavuş Emmi de konuşmuyor, o da susuyordu. Meydanın alt yolundan Jandarma Komutanı Fethi Bey, yanında beş jandarma ile geldi. Üst yoldan ise Paşa Osman, Salih Bey ile Paşa meydana indiler. Köylüler bir Jandarma Komutanı Fethi Beye bir de Salih Bey ile yanındakilere bakıyordular.
Paşa Osman’ı gören köylüler şaşkınlık içindeydiler. Onun şehit olduğunu söylemişlerdi ama sağ olarak dönmesi kendilerini hayret içerisinde bıraktı. Eşkıyaların yaptığı soygunu unutmuş görünüyorlardı Paşa Osman’ı görünce. Nasıl bir babayiğit olduğunu yediden yetmişe herkes biliyordu. Sırayla yanına geldiler, el sıkışıp, kucaklaştılar.
-Dönmeyince senin şehit olduğunu düşündük Paşa Osman, dedi Çavuş emmi.
-Görecek günümüz daha varmış Çavuş emmi. Yaralandım savaşta. Hemen hemen bir buçuk yıl hastanede yattım. Hastaneden çıkınca gelecek halim yoktu. Gelemedim. Afyon’da tek odalı bir evde kaldım. Bağlanan gazilik maaşı ile altı ay yalnız yaşadım. Kendimi iyi hissedince kalkıp geldim. Görürüm ki eşkıyalarla başınız dertte. Merak etmeyin halledeceğiz, değil mi komutan?
-Öyle komutanım.
-Şimdi çoluk çocuk ve kadınları evlerinize yollayın. Bizler ne yapacağımızı kendi aramızda konuşalım. Kadın ve çocuklar yavaş yavaş meydandan ayrıldılar. Jandarma Komutanı Fethi Bey,
-Devlet çalınan paranızı eşkıyalardan alıp size verecektir ve o eşkıyalara hak ettiği ceza verilecektir. Çok sıkı takip ediyoruz ancak bir türlü ele geçiremiyoruz. Kim olduklarını hemen hemen tahmin ediyoruz ama suçüstü yapamıyoruz.
-Daha ne kadar soygun yapacaklarını bekleyeceğiz komutan?
-Beklemeyeceksiniz, bundan sonra soygun yapamayacaklar, dedi Salih Bey, jandarmamızla birlikte onları yakalayacağız. Sizler rahat olun. Sizden alınan paralarınızı ben karşılayacağım. Siz siz olun sakın askerimizden habersiz bir işe kalkışmayın.
-Salih Bey, sana da askerimize de güveniyoruz. Sizlerden habersiz bizler bir şey yapmayacağız, bundan emin olabilirsiniz, dedi muhtar İhsan.
-Sağ olun, şimdi herkes işinin başına dönsün.
Paşa Osman, Salih Bey ve Paşa, Jandarma Komutanını da yanların alarak Topal Ömer’in konağına geldiler. Çardağa kurulan sofranın üzerine yenilecek yemeğin dışında her şey hazırdı.
-Bey kızı sofraya yeni kaşıklar koyacaksın.
-Olsun ne kadar güzel.
-Komutan sizinle yesin askerlere de ayrı sofra kurarız.
-İyi olur, önce askerler.
Ağız tadıyla yemekler yenildi. Kahveler içildi. Paşa Osman’a sorulacak çok soru vardı ama şimdi sırası değildi.
-Katırcılar, aldığımız habere göre yarın Şeyran’dan dönüyormuşlar.
-Çok güzel komutan. Şimdi bu eşkıyalar katırcıları soymaya kalkışırlar. Bu da onların sonu olur.
-Katırcıların başında Mahmut emmi diye birisi var. Onunla konuşalım.
-Sizin yanınızda haddime düşmez ama ben de bir katırla onların arasında olayım.
-Olmaz, dedi Salih Bey.
-Ben Paşa’nın onların içerisinde olmasından yanayım.
-Nedenmiş Paşa Osman?
-Arılar…
(Devamı var)